Evrendeki her şartlı parçanın nedeninin ve o şeyin olması için gerekli koşulun ne olduğu konusunda bilimsel bir yöntem izlenir. Bilimsel yöntem yalnızca ‘nasıl’ sorusunu değil bununla beraber ‘neden’ sorusuna da yanıt verecektir. Zira herhangi bir şey için ‘Neden?’ sorusunu sorduğumuzda o şeyin bağlı olduğu şartı soruyoruzdur. Örneğin ‘Dağlar neden var?’ diye sorduğumuzda dağları oluşturan faktörleri göstererek bir açıklama yapabiliriz ve bu açıklama bizzat bilimin işidir. Bir açıklamanın açıklama olabilmesi için o şeyin genellikle öngörülebilir sonuçlar üretiyor olması da gerekir. Bir açıklama, geleceğe dair öngörüde de bulunmalıdır. Örneğin elimizdeki fiziksel denklemlerle gök cisimlerinin hareketini öngörebiliyoruz. Evrim teorisi ile bazı canlılardaki körelmiş organlarına bakarak o canlıların evriminin hangi yöne doğru ilerleyeceğini belirli hata payları ile öngörebiliriz. Elimizdeki coğrafi değerlere bakarak hem var olanı açıklayabilir hem de yarın havanın nasıl olacağıyla ilgili öngörüde bulunabiliriz. Bir şeyin rastlantısal olmasından kasıt o şeyin bir amaca hizmet ediyor olması değil o şeyin beklenmeyen, kestirilemeyen olması, beklenmedik sonuçlar üretmesidir. Eğer ‘rastlantı’ kavramını bu anlamda kullanacak olursak makro evrende neredeyse hiçbir şey rastlantısal değildir. Örneğin insanların ‘hangi sebeple’ var olduğu sorulduğunda bunun cevabı ‘rastlantısal olmayan doğal seçilimin bunu gerektirmiş olması’ olacaktır. Buradaki sebep şeylere atfedilen anlam değil o şeyi açıklayan koşulları ifade ediyor… O halde ‘Neden’ sorusuna ateistler ‘Rastlantı’ cevabını vermek zorunda değiller. Bu sorunun cevabı söz konusu olduğunda ‘Tanrı bu şekilde istediği için böyle oldu’ ifadesi bu sebeple alternatifsiz bir iddia değildir. ‘Var olması mümkün olan dünyalar arasından neden bu dünya var?’ sorusunun cevabı yalnızca ‘Tanrı bunu seçti!’ değil, aynı zamanda ‘Doğa yasaları öngörülebilir ifadeler sunar. Olası dünyalar arasındaki ayıklama bu öngörülebilir doğa yasalarından yola çıkarak oluşturulabilir.’ cevabıdır.
Elbette teizmin ‘Neden?’ sorusu bu kadar basite alınacak bir soru değildir. Zira doğa yasaları evrenin başlangıcından itibaren bir ayıklama sürecine girmişse bile olası doğa yasaları arasında bugünkü doğa yasalarını ayıklayan şey doğa yasaları olamaz. Doğa yasaları neden farklı şekilde değil de bu şekildedir?
Soru bu şekilde sorulduğunda ilk bakışta‘Rastlantı mı? Tanrı mı?’ çıkmazına ulaştığımızı düşünüyoruz. Fakat benim iddiam bu sorunun tanrısal bağlamda rastlantıdan ileri gitmediği olacaktır. Öncelikle olası doğa yasaları arasında bir seçim yapan Tanrı söz konusu olduğunda ‘Tanrı evreni farklı şekilde yaratabilir miydi?’ sorusu ile karşı karşıya kalırız. Tanrı ve sıfatları ile ilgili sorunsal karşısında şu iki varsayımı ortaya atabiliriz:
-Tanrının sıfatları vardır ve sıfatlarına göre hareket etmek zorundadır.
-Tanrı eylemler yapar ve yaptığı eylemler onun sıfatlarını oluşturur.
Leibniz’e göre evren olası evrenlerin en mükemmelidir. O halde Tanrı evreni başka türlü yaratamazdı çünkü daha farklı yaratsaydı daha mükemmeli düşünülebilen bir evrende olurduk ve ‘daha mükemmeli düşünülemeyen varlık’ ‘daha mükemmeli düşünülebilen’ davranışlarda bulunduğundan dolayı sıfatlarıyla çelişmiş olurdu. O halde Tanrı bunu yaratmak zorundaydı. Diğer bir düşünceye göre Tanrı sıfatlarıyla sınırlandırılmamış, sıfatlarını her eyleminde oluşturmuştur. Örneğin Tanrının farklı bir eylemde bulunması, farklı bir evren yaratmış olması bizatihi mümkündür. Her iki durumun da problemleri olsa da bu problemleri aktarmak yazının amacını aşacaktır. Fakat her iki durumda da Tanrı kavramının bir açıklama olamayacağını iddia etmek konu açısından yararlı olacaktır.
Eğer Leibniz’in iddiası doğruysa burada Tanrı kavramı içi boş bir varlığı niteleyecektir. Bu ifade söz konusu olduğunda bu evrenin gerçekleşmesini, diğer evrenlere seçen güç tanrının iradesi değildir. Tanrı evreni başka türlü yaratamazdı; bunu yapmak zorundaydı… Bu durumda olası dünyalar arasından ayıklamayı yapan tanrısal irade olmayacaktır. O halde buradan çıkan sonuç şudur ki evrenin arkasındaki zorunlu neden kişisel bir açıklamayı ifade etmez. Bu ise MKA’nın tam olarak karşı çıktığı şeydir. MKA evrenin arkasında kişisel seçimlerin yattığına dair sunulan bir açıklama girişimidir. Bununla beraber Leibniz’in açıklaması iradesiz bir Tanrıyı beraberinde getirdiğinden her teistin kabul edebileceği bir şey değildir.
Peki ya evrenler arasındaki seçimi bizzat Tanrısal irade yapıyorsa sonuç ne olur? Evrenin arkasında kişisel bir açıklamanın olduğunu iddia etmek ne derece tutarlıdır? Aslında tam bu noktada ‘Ne yani, bu evrenin açıklamasının rastlantısal mı olduğunu iddia ediyorsun?’ diyen teist ikileme düşecektir. Zira rastlantının öngörülemeyen, beklenmedik olaylar hakkında kullanıldığını ifade etmiştim. Bu durumda tanrının olaylar arasında seçim yapmış olması bizlere herhangi bir öngörü sağlamadığından ve ‘aynı koşullar altında tanrının farklı bir şeyi seçmiş olmasının imkân dâhilinde olmasından’ yola çıkarak teist açıklama ‘olaylar rastlantısal gelişti’ diyen birinden daha fazla açıklama sunmuş olmaz. Rastlantı, hipotez yokluğunu ifade eder. Rastlantı denen şey olaylar arasında ayıklama yapamama durumu, bir olasılığın diğer bir olasılığa tercih edilemeyeceği durumu ifade eder. Bizler bir şeyin rastlantısal olduğunu ifade ederken olası seçenekler arasında ‘gerçek’ seçenek kalacak şekilde eleyecek sebeplerin bilgisinden yoksun olduğumuzu ifade ederiz. Bu sebepledir ki sonsuz olası evren içerisinde tanrının iradesine dayalı teist açıklama herhangi bir eleme yapmadığından dolayı yalnızca açıklama yokluğunu ifade eder. Rastlantı ifadesi kapıdan kovulup ‘Tanrı’ adı altında bacadan geri alınır. Tanrının iradesine dayalı kişisel açıklama ‘Neden’ sorusunun açıklaması olamaz. ‘Neden hiçlik yerine bir şey var?’ sorusu için de aynı şey geçerlidir. Teizm ya tanrının iradesini bir kenara bırakıp açıklama girişiminde bulunur ya da tanrının iradesi ile rastlantıyı tanrı katına taşır. Bunlar açıklama değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder