Giriş ve Argümanın Sunuluşu
İnsanlardaki doğal arzuların Tanrıyı kanıtladığı, bununla
kalmayıp hangi dinlerin doğru olduğunu gösterdiği iddiasına dayanan Arzu Kanıtı
C. S. Lewis, Caner Taslaman gibi kişiler tarafından savunulmuştur. Taslaman’ın
yeniden formülize ettiği bu argüman, en makul açıklamayı bulmaya yönelik
oluşturulmuş argümanlardandır ve şu şekilde formülize edilmiştir:
1- İnsanların doğal ve temel arzularının birçoğunun objesi olduğunu gözlemliyoruz.
2- Şu altı tane arzu da doğal ve temeldir
1- Yaşam 2- Korkuların giderilmesi 3- Mutluluk 4- Gaye 5- Şüpheden uzak bilgi edinme 6- Başkaları tarafından iyi davranılma
3- Birbirleriyle ilişkili de olsa birbirine indirgenemeyecek olan bu doğal ve temel arzuların her birinin karşılanması ancak Allah’ın varlığıyla mümkündür.
4- Bu durumu açıklayacak iki tane alternatif açıklamaya sahibiz:
4.1- Bu arzular natüralist-ateistlerin öngördüğü şekilde tesadüf ve zorunluluk ile oluşmuştur.
4.2- Bu arzuları insanda Allah oluşturmuştur.
5- Bahsedilen farklı doğal ve temel arzuların hepsinin (2. madde) aynı ontolojiyi gerektirmesi (3. madde) ile doğal ve temel arzularımızın birçoğunun objesinin bulunduğunu gözlemlememiz (1. madde); Allah’ın varlığının ve bu arzuları oluşturmasının (4.2’nin), bu inancın tek alternatifi konumundaki natüralizmden (4.1’den) daha rasyonel olduğunu gösterir.
6- Demek ki Allah’a inanç (teizm), Allah’ı inkârdan (natüralizm-ateizm) daha rasyoneldir.
Bu argümanın iki işlevi var gibi gözüküyor:
1- Tanrının varlığına inanmanın yokluğuna inanmaktan daha mantıklı olması
2- Tanrının var olduğunu savunan fakat dinlerin geçersizliğini kabul eden deist argümanın haksızlığının gösterilmesi ve dinler arasında en mantıklı dinin seçilmesini
Bu arzuların Allah tarafından verilmiş olmasını savunmak,
tesadüflerle ve zorunlulukla açıklamaktan daha mantıklıdır, bu sebeple Tanrıya
inanmak, inanmamaktan daha rasyoneldir. Bu arzuları veren bir Tanrıya inanmak
ama bu arzuları gerçekleştirmeyeceğini savunmak tutarlı da değildir; iyi bir tanrı bu arzuları boşu boşuna vermiş
olamaz. O halde cennet-cehennem inancını sunmayan dinler doğru değildir.
Yazının devamında bu iki işlevin sağlanıp sağlanmadığını inceleyeceğiz.
Evrimsel Biyoloji Bağlamında Arzular
Öncelikle argümanın (4.1) numaralı öncülü üzerinde özellikle
durulmalıdır. Zira natüralist ateizmin savunusunu ‘tesadüf ve zorunluluk’
olarak sunmak ve içeriği boş bırakmak, kişilerin duygularına hitap ederek
argümanı doğrulamaya çalışmaktan ileriye gitmemektedir. Argümanı bu şekilde
sunan Taslaman, teistlere ‘Ne?! Tesadüf ve zorunluluk mu? Gerçekten bu şekilde
mi açıklıyorsunuz? Elbette Allah yarattı demek daha mantıklıdır’ demeye
götürür. Fakat arzuların oluşmasında tesadüf ve zorunluluğun nasıl işlediğini
açıklarsak, evrimin işleyişini anlatırsak, ‘Allah tarafından yaratıldı’ diyen
(4.2) numaralı öncülün rasyonalitesi, natüralist görüşten daha yüksek
olmayacaktır.
Yaşama arzusuna sahip olan ve olmayan iki canlı düşünelim.
Yaşama arzusu olan kişinin mi yaşam şansı daha yüksektir yoksa yaşam arzusu
olmayan kişinin mi? Elbette yaşam arzusuna sahip kişinin yaşama avantajı daha
yüksek olacaktır ve yeni nesilde yaşama arzusu olan canlılar kalır. Yaşama
arzusunun ortaya çıkması söz konusu olduğunda teist açıklama, ateist
açıklamadan daha rasyonel olmayacaktır.
Korkuların giderilmesini arzulayan bir birey, arzulamayan
birine göre daha iyi yaşayacaktır. Eğer bir canlı korkularının giderilmesini
arzularsa bu korkuların giderilmesi için çaba gösterecektir; bu korkular
giderilirse yaşam şansı artar zira korkuların giderilmesi için uğraşmayan bir
canlı bu korku yüzünden ölüme gidebilir. Vahşi hayvanlardan korkan iki birey
düşünün. Vahşi bir hayvanla karşılaştığında bu hayvandan korkan canlı,
korkusunun giderilmesini arzulayan birey bunun için çaba gösterecektir ve
hayvandan kaçacaktır. Bu arzuya sahip olmayan birey ise hayvandan kaçmayacak ve
hayvana yem olacaktır. O halde korkuların giderilmesini arzulayan canlılar
bizim atalarımız olmaya en uygun bireylerdir ve bu arzunun natüralist bir
temeli vardır.
Mutluluğu arzulamak evrimsel açıdan yarar sağlar mı? Elbette
sağlar. Mutluluğu arzulayan bireyler psikolojik açıdan daha olumlu bir birey
olacaktır. Psikopatik hastalıkların giderilmesinde bu bireylerin yaşama şansı
daha yüksek olduğundan mutluluk arzusuna sahip canlılar bizim atamız olmaya en
uygun canlılardır. Doğal olarak mutluluk arzusuna sahip olmamız garip değildir.
Diğer bir arzu olan ‘gaye’ arzusu, olayların amacını düşünme
arzusu, evrimsel açıdan natüralist bakış açısıyla bakıldığında da yararlı bir
özelliktir. Olaylara amaç atfeden bir canlı olaylar arasında ilişki kuran bir
canlıdır. Geçmiş ve gelecekle ilişki kuran canlılar amaç bulma arzusuna sahip
olurlar. Alet yapan bir canlı da geçmişi ve geleceği düşünebilme yeteneğine
sahip olmalıdır. Zira bir aleti yapmak için vazgeçilmez faktör gelecekle ilişki
kurmaktır; aletlerin işlevi ancak bu şekilde kavranabilir. Alet yapan canlılar
da aletlere amaç yüklerler: tekerleğin amacı ulaşımı sağlamaktır, bıçağın amacı
meyveleri kesmektir gibi… Amaç bulma arzusu ya gelecekle ilişki kurabilme
açısından doğrudan evrimleşmiştir ya da alet yapmanın amaç bulmayı
gerektirmesinden ötürü yan ürün olarak evrimleşmiştir. Her iki düşüncede de
gaye arzusunun natüralist bağlamda savunulması mümkündür ve teist bakış açısı
daha rasyonel değildir.
Bilgi edinme arzusu da amaç bulma arzusuna benzer şekilde
işlev görecektir. Şüpheden uzak bilgi edinmeye çalışmak, olayları anlamaya
gayret göstermemizi sağlayacaktır. Olayları anlamaya gayret gösteren biri ise
çevresini, bu arzuya sahip olmayanlara göre daha iyi kavrayacaktır. Çevreyi
kavrayabilme yeteneği ise hayatta kalmak için müthiş bir avantaj sağlar.
Çevreyi kavrayabilen canlılar ilişki kurabilirler, tahmin yeteneğine sahip
olurlar, nelerden kaçınmaları gerektiğini bilebilirler, nelere yaklaşması
gerektiğini anlayabilirler. Tüm bu evrimsel avantajlar bize, bu arzunun doğal
yollarla oluşmasında bir problem olmadığını gösterecektir.
Başkaları tarafından iyi davranılma arzusu yüksek ihtimalle
başkalarına iyi davranma yetisi ile beraber evrimleşmiştir. Bu arzunun ve
yetinin birlikte evriminin, bireyleri avantajlı konuma getireceği barizdir. Bir
toplumda ‘başkalarına iyi davranma eğilimi ve başkaları tarafından iyi
davranılma arzusu’ gelişirse, bu toplumda birliktelik çok daha kolay şekilde
sağlanacaktır. Birlikte hareket eden bir toplumun, diğer toplumlara göre yaşama
şansı daha yüksektir. Bir grup seçiliminin ardından bu doğal arzunun oluştuğunu
savunmakta hiçbir problem durmamaktadır.
O halde şunu söylememiz mümkün: bahsi geçen (4.1) numaralı
öncülün detaylı açıklaması yapıldığında, (4.2) numaralı öncülün daha rasyonel
olduğunu söylemek için elimizde bir gerekçe kalmaz. Evrimsel biyoloji bağlamında
düşünüldüğünde ‘Allah’ın yaratmış olması tesadüf ve zorunluluklara göre daha
rasyoneldir’ ifadesi geçersizliğini tüm çıplaklığıyla ortaya koyar. O halde
teizmin ateizmden tutarlı olduğu açıklaması temelsiz kalmaktadır. Fakat
Taslaman yazısının sonlarına doğru arzuların evrimsel biyoloji bağlamında
sunulması konusuna değinmiş. Taslaman’ın ilk eleştirisi ise şu şekilde olmuş:
Burada Evrim Teorisi ile ilgili tartışmalara değinmeyeceğim; fakat bu teoriyi doğru kabul ettiğimizde de buradaki sonucun değişmeyeceğini belirtmek istiyorum. Eğer evrim sürecinde bu arzuların oluştuğu kabul edilirse; evrimi, Allah’ın yaratma yolu ve doğal seleksiyonu “Allah’ın yaratma araçlarından biri” kabul eden anlayışlar desteklenmiş olmaz mı?
Hayır… Evrim teorisinin arzulara dair bir temel olduğunu
kabul ettiğimiz anda argümanın birinci işlevi mutlak surette çökecektir. Evrimi
‘Tanrının yaratma aracı’ olarak görmek argümanın geçerliliğini korumayacak
yalnızca Tanrı varsayımının bir alternatif olarak kalmasını ve doğal olarak inançlı
kimselerin bu durumu problem etmemesini sağlayacaktır. Fakat bu görüş, teist
açıklamanın natüralist açıklamadan daha rasyonel olması konusunda tamamen
etkisiz bir savunu olacaktır. Böyle bir açıklama yalnızca önümüzdeki
seçeneklerden biridir ve yalnızca bir seçenek olması onun savunulmasını daha
mantıklı kılmaz. Argümanın birinci işlevinin gereksizliğinin gösterilmesi için,
natüralist evrim açıklamalarından en az bir tanesinin tutarlı olması
yeterlidir.
Eğer argümana dair farklı bir yaklaşım sunulacak ve ‘Allah
evrimle yaratıyor’ görüşü savunulacaksa, argümanın (4) numaralı öncülü ve bu
öncülün alt öncülleri yeniden düzenlenmelidir:
4a- Bu durumu açıklayacak dört tane alternatif açıklama mevcuttur.
4a.1- Bu arzular tesadüfen oluşmuştur.
4a.2- Bu arzular evrimsel süreç bağlamında hayatta kalma avantajını arttırdığından bu arzulara sahip canlılar hayatta kalmıştır, arzulara sahip olmayanlar ölmüştür. Doğal olarak bizler de hayatta kalanların torunlarıyız.
4a.3- Bu arzular Tanrı tarafından doğaüstü bir yolla insanlara verilmiştir.
4a.4- Bu arzular Tanrı tarafından doğal yollar aracılığıyla insanlara verilmiştir.
Argümanın ateizm aleyhine kullanılmaması için bir ateistin
(4a.2) numaralı öncüle benzer bir natüralist açıklamanın tutarlılığını
göstermek yeterlidir. Bir teist (4a.4) öncülünü savunabilecek olsa bile, bu
öncülün natüralist açıklamaya olan üstünlüğü gösterilmeden argüman işlev
yapamaz. Zira argümanın temel savı teist açıklamanın daha tutarlı olduğudur.
Taslaman evrimsel perspektifin yetersiz olduğuna dair de bir
savunma yapmaktadır. Taslaman’a göre bu argümanların evrimsel bağlamda
geliştiği savunulsa bile natüralist bir evrim görüşünde savunulamazdır.
Taslaman bu görüşünü aşağıdaki savunularla desteklemeye çalışmaktadır.
Birinci Arzu; Yaşam: Bu dünyada yaşamamızı ve ürememizi en çok destekleyen arzunun bu olduğu adından bellidir. Fakat insan zihninin, diğer türlerden farklı olarak çok uzun bir geçmiş ve çok uzun bir gelecekle ilişki kurması ve biyolojik organizmamızın imkân vereceğinden daha uzun bir süreçte de yaşamayı sürdürmeyi arzu etmesinin; bu dünyadaki yaşamamız ve ürememizle bir alakası yoktur.
Biyolojik organizmanın imkân vereceğinden daha uzun bir
süreçte yaşamayı arzulamak hem tasavvur edilebilirdir (evrimsel süreçte böyle
bir fikir oluşabilir) hem de kişinin kendi genlerini koruması bakımından yarar
sağlar. Yaşama arzusu sönmeyen yaşlı bir birey düşünün, daha uzun yaşama arzusu
sebebiyle bu kişi kendi üremese bile, kendi genlerini taşıyan yavrularına
yardım etmek kaydıyla genlerinin korunmasında etkili olabilir. Ayrıca ölümden
sonra yaşama isteği, yaşama arzusunun bir uzantısı olarak da görülebilir. Eğer
canlılarda bir yaşama arzusu varsa ve bu yaşama arzusunun çoğalması ek bir zarar
sağlamıyorsa(ya da sağlıyorsa fakat sağladığı yarar daha fazlaysa), yaşama
arzusunun genişleyerek ölümden sonrayı da kapsayacak şekilde büyümesi evrimsel
açıdan mümkündür. Zira ölümden sonra yaşama arzusunun ek bir zararı yoktur. Bu
durumda bu arzu evrimin bir yan ürünü olarak görülebilir.
Peki ya çok uzun bir geçmiş ve gelecekle bağlantı kuran bir
zihnin evrimsel açıdan yarar sağlamadığı görüşü doğru mudur? Çok uzun geçmişi
umursamak bugünü değerlendirebilmemiz açısından fayda sağlar. Çok uzun gelecek
hakkında kaygı duymak ise kendi neslinin devamını sağlamak açısından önlem
almayı ve kendi genlerini korumayı beraberinde getirecektir. Kendi soyundaki
insanlar için endişelenmek, insanları, bazı eylemleri uygulamaya eğilimli hale
getirebilir. Örneğin uzun bir gelecek kaygısı torunları için endişelenen bir
adamda daha verimli çalışma eğilimini doğurabilir. Bu da genlerini koruma
açısından yararlıdır. Bunların dışında, yaşamın sonlarına gelen bir bireyin
ölüm döşeğinde yaşama arzusunun bitmesi için bir sebep de yoktur. Aksine bunu
yapmak faydalı bile olabilir. Ölüm döşeğindeki babasının bile yaşama arzusunu
gören bir kişi babasından feyz alarak yaşama arzusunu tetikleyebilir ve bu
faydalıdır. Ölüm döşeğinde yaşama arzusuna sahip olmak kişiyi yaşama döndürmeyecek
olsa da çocuklarının yaşama şansını arttırarak genlerini yaşatabilir. Ayrıca bu
tür faydaları bir kenara bıraksak bile ölüm döşeğindeki bir kişinin gençliğini
düşünerek o zamanlardaki gibi olmak istemesinin önünde engel yoktur.
İkinci Arzu; Korkuların Giderilmesi: Yırtıcı hayvanlardan veya yüksek bir yerden düşmekten korkma, elbette bu dünyada yaşamamıza ve ürememize bir katkıda bulunur. Fakat insan zihninin evrenin genişliğini ve kendi aczini kavraması sonucunda, bu durumdan korku duyunca; tüm evrendeki oluşumlara gücüyle etki edebilen bir Varlığa, korkuların giderilmesi arzusunun kendisini yöneltmesinin, bu dünyada yaşama ve üremeyle bir ilgisi yoktur. Nitekim birçok tür de kendilerini öldürebilecek canlılardan korkuya benzer bir his duyuyor gibidirler; fakat evrenin genişliğine karşı kendi acizlikleri üzerine düşünmeleri üzerine çıkan korkulardan kurtulma arzularının, kendilerini bu evrene aşkın olana yönelttiğini gözlemlemiyoruz.
Öncelikle zekâ seviyeleri bakımından yüksek derecede farklı
türleri karşılaştırmak hatalı bir benzetmeye kucak açacaktır. Zaten zekâ
seviyeleri ve nöron sayılarının vücut büyüklüğüne oranı arasındaki fark oldukça
büyük olan iki farklı türün davranışlarında doğal olarak niteliksel farklar
bulunmalıdır. Bu durum ‘Evet tüm canlılar koşabilir fakat hiçbiri çitanın
hızına ulaşamaz, o halde çitanın hızının sebebi doğaüstü bir etken olmalıdır’
savunusuna benzemektedir. Çitalarla diğer hayvanlar arasında niteliksel fark
görmemiz doğaldır, bunu farklı konulara alet edemeyeceğimiz gibi aynı şey zekâ
konusunda geçerlidir. Bu tür niteliksel farkları temel alarak natüralist
açıklamaya sunulan eleştiriyi temellendirmek öncelikle hatalıdır.
Sigmund Freud’un dinin kökenine dair kuramının biraz farklı
yorumlanışı da bu korkuların kaynağına dair elimize yeni ve özgün fikirler
getirecektir. Bir çocuğun korktuğu dönemlerde anne babasına sığındığı
reddedilemeyecek gözlemlerdendir. Eğer bir çocuk korkarsa, bu korkunun
giderilmesi için sığınacak bir dal ararsa, fakat bu dalı sınırlı gücü olan anne
ve babasında bulamazsa; doğal olarak bir baba figürü oluşturup ona
bağlanacaktır. Korkuların giderilmesi arzusunun derin bir şekilde değişmesinin
olası bir sebebi bu figürün oluşturulması ve bunun üzerine gidilmesi de
olabilir. Aslında temelde doğal korkuların giderilmesi arzusuna dayanan
‘korkuların giderilmesine dair üst arzu’ bir üst ebeveyn oluşturmaktan
kaynaklanmış olabilir. Bu figürü oluşturmak evrimsel açıdan yarar sağlamışsa
(ki inanmak evrimsel açıdan faydalıdır) bu sefer üst ebeveyne inanç yaşama
şansını arttırdığından buna bağlı olarak korkuların giderilmesine dair arzunun
da gelişmesi doğal hale gelir. İlk aşamada natüralist bağlamda korkuların
giderilmesi arzusu oluşacaktır, ikinci aşamada bu arzunun giderilmediği fark
edilecek ve bir üst ebeveyn modeli olan Tanrı oluşturulacaktır, üçüncü aşamada
bu Tanrı fikrine duyulan inanç evrimsel fayda sağladığından korunup
gelişecektir, dördüncü aşamada bu inancın evrimi ile korkuların giderilmesine
dair arzu varoluşun kökenine kayarak bir üst arzu modelini oluşturacaktır. Eğer
ki korkuların giderilmesi arzusu diğer hayvanların korkularının giderilmesi
arzusundan daha üst modelde ise böyle bir evrimin gerçeklemiş olması
muhtemeldir.
Ayrıca her ne kadar birbirlerinden farklı olsalar da aynı
temelin çeşitlenmesinden oluşan duyguları göstererek eleştiriyi güçlendirmeye
çalışmak hatalı bir düşünme tarzıdır. ‘Korkuların giderilmesi arzusunun’
yalnızca farklı yorumlanmasını göstermek, bu arzunun veya eylemlerin özünün
farklı olduğunu göstermez. Örneğin beş yaşındaki bir çocuğun korkularını
yorumlaması ile bir bilim adamının deneyleri üzerine duyduğu korkunun
yorumlaması, bir felsefecinin varlığın kökenine dair duyduğu korkunun
yorumlaması birbirlerinden farklı gibi gözükse de aynı özden kaynaklanırlar.
Yalnızca yorumlanmaları farklıdır. Evrendeki yerimize ve evrenin varoluşuna
dair korkuların kaynağı ile normal korkuların kaynağı temelde aynıdır. Yalnızca
yorumlanma biçimleri farklılık gösterecektir.
Üçüncü Arzu; Gaye: İnsanların gayesel -teleolojik- düşünmesi, diğer canlıları anlamaları gibi avantajlar sağlayarak, bu dünyada yaşamaya ve üremeye katkıda bulunabilir. Fakat insanların gaye-anlam arzusunun, kendilerinin ve evrenin bir gayesini aramaya yöneltecek şekilde insanda mevcut olmasının, bu dünyada yaşamak ve üremekle bir ilgisi bulunmamaktadır.
Gayesel düşünmenin insanlarda çevresel bağlamdan ayrılıp
evrene uygulanmasına dair bir kısıtlama bulunmuyor. ‘Amaçsal düşünme bu dünyada
yaşamaya ve üremeye katkı sağlayacak kadar evrimleşmek zorundadır. Tam o noktada
duracaktır’ gibi bir düşünce gülünç duruyor zira o eylemin gerçekleşmesi için
önümüzde bir kısıtlama yoksa gayet tabii o şeyin evrensel bağlamda yorumlanması
doğaldır.
Burada koyu adaptasyoncu görüşün farklı bir versiyonuna
rastlıyoruz. Bu görüşe göre organizmalardaki özelliklerin büyük bir bölümü
hayatta kalma ve üreme bağlamında yarar sağlamalıdır. Temelde bu görüş doğru
olsa da bunun aşırılaşmış versiyonu olan ‘Yetilerin ulaşabileceği sınırlar da
adapte olunan durumlara göre belirlenir ve yetiler yarar sağlamayı bıraktığı
anda o yetinin evriminin devam etmesi imkânsızdır’ görüşü hatalıdır. Zira bir
yetinin evrimleşmesi zarar sağlamıyorsa, önünde o şeyin doğal seçilim
tarafından engellenebileceği bir zarar yoksa ve o yeti bir şekilde evrimleşmeye
başlamışsa o yetinin sınırları hayatta kalma ve üreme bağlamının dışına
çıkabilir demektir. Yani gayesel düşünmeyi evrenin bütününe uygulamak hayatta
kalma açısından yararı olmasa bile bize zarar vermediğinden evrimsel süreçte
oluşmuş olabilir. Bu durumda gayesel düşünmenin evrene uygulanması olan bir üst
arzu modeli, gayesel düşünmeden temel alıp bu temelin yan ürünü olarak
evrimleşmiş olabilir.
Bu arzunun evrimsel bağlamda oluşamayacağına dair savunuya
bir başka eleştiriyi de Berat Mutluhan Seferoğlu şu şekilde yapmıştır:
(…)Evrendeki diğer nesneleri değerlendirirken de gayesel düşünme biçimi bize yardım etmektedir. Nesneleri işlevleri aracılığıyla biliriz. Dolayısıyla onların "belli bir iş için" oldukları kanısını ediniriz. Evrenin parçalarına gaye yüklemek ise bizleri evrene gaye yüklemeye yönlendirebilir. Sadece zeki varlıkların gayeleri olduğunu biliyoruz. O yüzden evrenin gayesini de zeki bir varlığa bağlayabiliriz. Ancak bu varlık doğal olarak insandan daha "yüce" bir varlık olmalıdır. Gayesel düşünmeyle evrene amaç yükleme ve tanrı inancı arasındaki ilgi işte tam da bu noktadan kaynaklanmaktadır.
Gaye yüklemenin evrimin doğrudan bir sebebi olmadığına dair
elimizde yeterince sebep var ve açıkçası bu sebepler birebir natüralist evrim
teorisi ile uyuşuyor
Dördüncü Arzu; Mutluluk: Mutluluğun hazza indirgenmesiyle; canlıların yeme, içme, cinsel ilişki gibi faaliyetlerinden aldıkları hazzın yaşamaya ve üremeye katkıda bulunduğu söylenebilir. Fakat uzun bir geçmiş ve gelecekle ilişkide bulunan insan zihni, mutluluğunu ahret yaşamında da devam ettirmek ister. İnsanın doğuştan mutluluk isteyen doğası, sahip olduğu bahsedilen zihinsel yetenekleriyle birleşince durum olur ve böylesi bir mutluluk isteğinin ise bu dünyada yaşamı sürdürmek ve üremekle bir alakası yoktur.
Birinci arzuda bahsedilen şeyin pişirilip tekrar huzura
sunulmuş hali… Öncelikle bir kişinin ölüm döşeğindeyken mutluluk istememesinin
önünde herhangi bir engel yoktur. Ölüme yakın kişilerin ölümü derhal kabul
etmesinin, yaşama arzusunu bir anda bir kenara bırakmalarının evrimsel açıdan
yarar sağlamayacağı ortada iken ölüm döşeğindeki insanların mutluluk duymasını
doğaüstü bir nedene bağlamak öncelikle yersiz bir istektir. Ölüm döşeğindeki
bir insanın mutluluğunun devam etmesinin evrimsel açıdan bir yararı olmadığını
düşünsek bile sırf bu sebepten ötürü bunun olmasını beklememeliyiz. Yaşlı bir
insanın, mutluluğunun devam etmesini istemesinin evrimsel bir avantaj
sağlamadığını düşünsek bile bu hareketleri evrimleşmelidir; zira kendi yarar
sağlamaz ama tersi zarar sağlar…
Ayrıca yine az önce belirttiğim gibi ölüm döşeğindeki bir
kişi mutluluğunu devam ettirme arzusuna sahip olursa çevresindeki çocuklarını,
torunlarını motive edebilir. Bu da genlerini koruması açısından yarar
sağlayacaktır. Bununla beraber mutluluk arzusunun, ölüme yaklaşan insanlarda da
ölümden sonrasına yönelik bir biçimde devam etmemesi için hiçbir sebep yoktur.
Evrimsel sürecin, bu arzuyu ölüm döşeğindekiler için silmesinin hiçbir
mantıksal temeli yok. Zira hem bu arzu ölüm döşeğinde silinirse evrimsel zarar
ortaya çıkar, hem bu arzu ölüme yakın zamanlarda silinmezse evrimsel yarar
oluşur, hem evrimsel yarar ve zararın olmadığı bir konumda evrim sürecinin bu
mutluluk eğilimini silmesi için seçilimsel bir baskı oluşturmasını kabul
etmemizde bir gerekçe yoktur. Böyle bir sınırın var olduğunu savunmak için
hiçbir temelimiz bulunmaz.
Beşinci Arzu; Şüpheden Uzak Bilgi Edinme: İnsanların, evrenin kökeninden uzak galaksilerden atomun yapısına kadar birçok şeyi bilme arzuları; bu evrende yaşamak ve üremek için gerekenden çok daha fazladır. Yaşaması için gerekenden çok daha fazla bilmek isteyen insan, bilme süreci üzerine derinlemesine düşününce ise en temel bildiklerinin ne kadar şüpheli olabileceğini kavrar ve şüpheden uzak bilgi edinme arzusu duyar. Daha çok felsefi düşünce sürecinde ortaya çıkan bu şüpheleri üretebilecek bir zihinsel kabiliyette olmak da bu dünyada yaşamak ve üremek için gerekmemektedir. Ayrıca en temel bilgilerimizin ancak Allah’ın varlığını kabul edersek rasyonel temel bulacağı iddiasını ancak felsefeyle ilgilenen bir kesim anlayacaktır; onların önemli bir bölümü de bu iddiayı reddedecektir. Sonuçta şüpheden uzak bilgi edinme isteğinin de, bu isteğin rasyonel temel bulmasının Allah’ın varlığını gerektirmesi de bu dünyada yaşama ve üreme için bir avantaj sağlamaz.
Öncelikle diğer maddelerde de belirttiğim adaptasyonculuğun
aşırı versiyonuna bu açıklamada da rastlamaktayız. Bilgi edinme arzusu yarar
sağladığı için doğal seçilim tarafından seçilmeye başlamıştır. Fakat bu arzunun
yalnızca yaşama şansını arttırmayı gerektirecek kadar evrimleşebilmesini
sınırlandıracak bir faktör yoktur. Felsefi düşünce sürecinde ortaya çıkan
şüpheleri üretebilecek zihinsel kabiliyetin ise beynin gelişmiş yapısının bir
yan ürünü olarak ortaya çıktığı savunulabilir. Gelişmiş bir beyin ise mutlak
surette yarar sağlayacaktır. Daha gelişmiş beyin olayları yorumlama yeteneği,
geleceği planlama yetisi, kültürel faaliyetlerin gerçekleştirilmesi, alet yapma
kapasitesi gibi çok sayıda yetinin daha kolay, daha hızlı dolayısıyla daha
pratik olarak gerçekleşmesini sağlar. Gelişmiş bir beyin ise bu yeteneklerin
yanında felsefi sorunları da düşünmeye başlayacaktır. Felsefi sorunlar üzerine
düşünmek, gelişmiş bir beynin yan ürünü olarak ortaya çıkacaktır. Bu sorunlar
üzerine düşünmenin yaşama şansını arttırmasa bile yaşama şansını arttıran başka
bir organın/yetinin evrimleşmesinin bir yan ürünü olarak ortaya çıkabilir.
Az önce de belirttiğim gibi bu savunu entelektüel zekâ
seviyesinin tamamen doğal yollarla işleyen evrim anlayışıyla açıklanamayacağı
anlayışını savunan ‘Natüralizme Karşı Evrimsel Argüman’ kapsamına girer.
Felsefi problemlerle uğraşan bir zekânın yaşama ve üreme için bir avantajı
olmasa bile bir yan ürün olarak oluşabileceğinden de bahsettim. Buna benzer bir
örnek vermek istiyorum. Vücudumuzdaki kasları ele alınca şunu fark edebiliriz;
bu kasların gelişiminin belli bir sınırı vardır ve doğal olarak bırakıldığında
belli düzeyde bekleyecektir. Kasları zorlamazsak gelişeceği düzey bellidir.
Fakat vücut geliştirmeye yönelik çalışmalar yaparsak bu düzeyin oldukça üstüne
çıkabiliriz. Bu durumda ‘Kasların bu kadar gelişmesinin evrimsel açıdan bir
avantajı yoktur’ demek iyi bir savunma olmaz zira akışına bırakıldığında zaten
gelişmiş bir kas yapısına sahip olunmayacaktır. Yalnızca vücudun gelişiminin
belli bir yöne çekilmesi, bunun için çaba sarf etmek kasları geliştirmede
etkili olacaktır. Kaslarımız; dişinin ilgisini çekmek, karşı türü
korkutabilmek, monoton hayatımızdaki çalışmalarımızda işlev görebilmek adına
evrimleşmiştir, daha fazlası için değil. Fakat bunun üzerine gidilince daha üst
düzeyde bir kas yapısına sahip olunabilir. Aynı şeyin entelektüel zekâ seviyesi
için de geçerli olduğunu savunmak tutarlıdır. Zekâmız; yaşayabilme, çevreyi
anlayabilme, dost ve düşmanı tanıyabilme, alet yapabilme, ilişki kurabilme
üzerine doğal yollarla evrimleşmiştir, daha fazlası için değil. Fakat eğitim ve
kültür gibi faktörler, tıpkı vücut geliştirmenin kasların sınırlarını zorladığı
gibi, zekâ seviyesini zorlar ve entelektüel zekâ seviyesini oluşturur.
Dünya’nın unutulmuş, tenha yerlerindeki kabilelerde bu zekâ seviyesi
zorlanmamakta ve zekâ düzeyi halen yalnızca barınma, alet yapma gibi işlevler
görmektedir. Bu kabilelerden bir çocuğu alıp eğitimle donatır ve üniversite
ortamlarında büyütürsek, bu çocuk zekâ seviyesini zorlayacak ve entelektüel
zeka seviyesine ulaşabilecektir. Anlatmaya çalıştığım şey, felsefi sorularla
ilgilenen entelektüel zekâ kapasitesi evrimin amaçladığı bir şey değil,
yalnızca normal zeka seviyesinin zorlanmış halidir. Evrimin oluşturduğu zekânın
bir yan ürünüdür. Natüralist- ateist bir görüşü savunan kişi, bu arzunun da
evrimsel bağlamda oluşabileceğini savunabilmektedir.
Bu arzunun rasyonel temel bulmasının ancak Tanrı ile mümkün
olduğu iddiası ise arzu delilinin kapsamının dışındadır. Taslaman burada C. L.
Lewis’in Mantıktan Argümanına atıf yapmıştır. Fakat bu argümanın geçerli olup
olmaması Arzu Deliline bir etkileme yapmayacaktır. Konuyu etkilemeyip farklı
meselelere kaydıracak olan bu argümana daha sonra değineceğim.
Altıncı Arzu; Başkaları Tarafından İyi Davranılma: Başkaları tarafından iyi davranılma, insanın psikolojik ve fiziksel bir ihtiyacı olarak yaşama ve üreme için önemlidir. İnsani üretimler olan birçok kültür de bu amaca hizmet ederek, bu arzunun talebini ahlaki kurallarla karşılar. Fakat daha önceki incelememizde gördüğümüz gibi ahlaki bir yapının rasyonel bir şekilde temellenmesi Allah’ın varlığını gerektirir. Oysa Allah’ın varlığına atıf yapmadan birçok kültür bu arzuyu rasyonel temellendirmesi olmadan da karşılayabildiğine göre, bu arzunun rasyonel temellendirmesinin Allah’ı gerektirmesinin, bu dünyadaki yaşama ve ürememizle hiçbir ilgisi yoktur.
Taslaman burada, bahsi geçen arzunun en iyi şekilde
karşılanması için kişiden kişiye göre değişmeyen ahlaki ve estetik değerlerin
var olması gerektiğini savunuyor. Taslaman’a göre, kişiden kişiye göre
değişmeyen, nesnel ahlaki değerlerin var olmasının tek temeli Tanrı olabilir
diyen Ahlaki/Aksiyolojik Argüman tam olarak bu arzuyla alakalıdır. Bu savunuya
iki şekilde cevap verilebilir:
1- Bu arzunun nesnel ahlaki önermelerle alakası yoktur.
2- Nesnel ahlaki önermelerin yoktur, varsa bile bu ahlak tanrı ile temellendirilmeyebilir.
Nesnel ahlaki önermelerin var olup olmamasına dair bir
tartışma da yazının amacını aşacaktır. Bunun için apayrı bir başlık açılmalı ve
orada tartışılmalıdır. Benim burada savunacağım temel sav Arzu Delili ile Ahlak
Delili arasında rasyonel bir bağ kurulamayacağı üzerine kurulu olacaktır.
Bu arzunun oluşabilmesi için nesnel ahlaki önermelerin var
olmasına gerek yoktur. Yani nesnel ahlaki önermelerin var olduğu savunulsa da
savunulmasa da bu arzu için bir değişim yaratmayacaktır. Zira bu arzuyu
‘başkalarının size zarar vermemesini ve sizin yararınıza olan şeyleri yapmalarını
istemek’ olarak nitelendirebiliriz. Bu istek ahlaki kurallarla karşılanıyor
olsa bile bu durum, ahlaki kuralların kişiden kişiye göre değişmediğini
gerektirmez. Bahsi geçen ahlaki kurallar biyolojik yapımızdan ve toplumdan
kaynaklansa bile aynı faydayı sağladığından, zaten bu işlevi görecektir.
‘Başkaları tarafından iyi davranılma arzusu’ kişiden kişiye göre değişmeyen bir
‘iyi/kötü’ kavramını gerektirmez. Bu arzu ‘başkaları tarafından
gerçekleştirilen ve kişiyi etkileyen davranışların, kişinin kendi çıkarları
doğrultusunda gerçekleşmesini arzulamak’ olarak tanımlandığında Ahlak Delili
ile bir ilişki kurulamayacağı görülür.
Görüleceği gibi arzu delilinin temel savı olan ‘teist
açıklama arzuların temelini natüralist/ateist açıklamalardan daha iyi betimler’
görüşü gerekçelendirilemeyen bir görüştür. Bahsi geçen arzu delili bu sebeple
ateizm aleyhine kullanılamaz. Bu sebeple yazının başında belirttiğim ‘-
Tanrının varlığına inanmanın yokluğuna inanmaktan daha mantıklı olması’ olarak
ifade edilen birinci işlev geçersizdir. Arzuların doğal bir açıklaması olduğunu
savunmak tutarlı olup aynı zamanda rasyoneldir de… Fakat argümanın birinci
işlevini korumaya yönelik farklı bir argüman sunulacaktır: Her arzunun bir
objesi varsa ölümden sonra hayat arzusunun da bir objesi olmalıdır.
Nesnesi Olmayan Yetilerin Evrimi
Tüm bunların dışında arzu delilinin savunusuna dair küçük
bir not düşmek gerekiyor. Bu not, argümanın ilk öncülünün hatalı bir genelleme
yapmasıyla ilgilidir. Evrimsel perspektiften bakılınca her arzunun bir objesi
olduğu düşünülebilir. Örneğin yemek yeme arzusu, yiyecek bir şey yoksa
evrimleşemez. Su içme arzusu varsa, bu arzu gerçekleşmese bile suyun var
olduğunu gösterir. Doğal yollardan cinsel arzuya sahipsek, bu durum karşı
cinsin gerçekten var olduğunu gösterecektir.
Argüman bu gözlemlere dayanarak Tanrıya, ahrete duyulan doğal arzuların
da objelerinin olması gerektiğini söyler. Bu objeler de Tanrının bizzat kendisi
ve yarattığı ölümden sonra hayat olmalıdır.
Argümanın sunulduğu makalede de vurgu yapılan bir noktaya
değinmek istiyorum. Zira inançsız kişilerin, bu argümanı eleştirirken hataya
düşmelerini istemem. Burada doğal arzularla sonradan kazanılan arzuların
farkına dikkat çekilmelidir. ‘Bir çocuğun örümcek adam olmaya duyduğu arzu’
elbette örümcek adamın olduğunu göstermez. Masallarda anlatılan dünyalara
gitmeye duyulan arzu elbette o dünyaları gerçek yapmaz. Fakat arzu delilinin bu
versiyonu için, bahsi geçen bu eleştiri geçerli değildir. Zira argüman doğal
arzulardan hareket etmekteyken bahsi geçen bu arzular sonradan kazanılan
arzulardır. Fakat mutluluğun devam etmesine dayanan arzu, ölüm korkusunun
giderilmesine dayanan arzu sonradan kazanılan arzular değil, doğal arzulardır.
Yine de bahsi geçen ‘objeye dayanan evrim’ düşüncesinde su
götürmez bir hataya düşülür. Zira argümanın bu versiyonunun düştüğü hata,
yararlı olmak için objesinin var olmasına muhtaç olan arzularla, dolaylı yoldan
yarar sağlayabilecek arzuları karıştırıyor olmasıdır. Cinsel arzuların var
olması için karşı cinsin, su içme arzusunun olması için suyun var olması
zorunludur. Fakat dolaylı yoldan yarar sağlayan arzular için bu geçerli değildir.
Zira Tanrı inancının sosyolojik ve kültürel sebeplerin bir yan ürün olarak
evrim geçirmiş olması düşünülebilir. Tanrı inancının, sosyal ve psikolojik
süreçlerin bir yan ürünü olarak oluştuğu düşünülürse bu inancın dayandığı Tanrı
modeli gerçek olmasa bile evrimleşmesi mümkün olacaktır. Başka bir şeyin yan
ürünü olarak ortaya çıkan herhangi bir yeti, dış dünyada gerçekliğe karşılık
gelmek zorunda değildir. Aynısı ölümden sonra yaşam arzusu için de
söylenilebilir.
Yemek yeme arzusunun evrimleşmesinin sebebi vücuda enerji
depolama ve hammadde ihtiyacını karşılamaktır. Su içme arzusunun
evrimleşmesinin sebebi vücudun termal dengesinin korunması için vücudun suya
ihtiyaç duymasıdır. Cinsel arzular ise karşı cinse yaklaşmayı kolaylaştırdığı
ve neslin devamını sağlamada yardımcı olmak için evrimleşmiştir. Yani bir
arzunun nasıl evrimleştiğine bakınca eğer arzunun objesini görüyorsak doğal
olarak o arzunun objesinin olduğunu söyleriz. Tanrı inancının ve mutlu kalma,
yaşama arzusunun evrimleşme sürecine bakıldığında ise buna benzer bir obje
ihtiyacına gerek duymadıkları görülmektedir. O halde bunu anlamamız mümkündür:
Kimi arzuların fayda sağlaması için nesnelerinin dış dünyada var olması
gereklidir. Kimilerinde ise hedefi olan nesne gerçeklikte var olmasa bile, dolaylı
yoldan fayda sağlayabilir. Tanrı inancı da ikinci kategoriye girmektedir.
Nesnesi olsa da olmasa da avantaj sağlayacak arzularla,
ancak nesnesi varsa fayda sağlayabilecek arzular arasındaki ayrım iyi
yapılmalıdır. Yukarıda da gösterildiği gibi cinsel arzu gibi arzular ancak ve
ancak dış dünyada objesi olunca fayda sağlayabilecek arzularken (karşı bir cins
olmadığı zaman cinsel arzunun oluşunun anlamsızlığını düşünün) mutluluk arzusu,
Tanrı inancına duyulan arzu, ahlaki arzular dış dünyada bir gerçekliğe karşılık
gelse de gelmese de aynı avantajı sağlarlar. Bu sebeple objelerinin olması
zorunlu değildir.
Deizm ve Dinler Karşısında Arzu Delili
Arzu delilinin ateist-natüralist bir görüşe karşı bir
üstünlük sağlayamadığını gösterdiğimi düşünüyorum. Peki, bu görüş deistlere ve
ahiret inancı olmayan dinlere karşı kullanılabilir mi? İlk başta kullanılabilir
gibi gözükse de tam olarak öyle olmadığını anlatabilirim. Deizmin birçok türüne
karşı bu delil etkisiz kalacaktır. Örneğin ahlaken iyi bir tanrıya inanan,
ahiret hayatı sunan ama din göndermeyen bir tanrıya inanan deistler için bu
kanıt, dinlerin lehine bir argüman sunmaz. Diğer bir deist model ise evrenin
işleyişine hiç karışmamış, insanları yaratmayan, evrenden haberdar olmayan bir
tanrı modelidir. Bu tür bir tanrıya inanan deiste göre insanlardaki arzuların
kaynağı tanrının yaratması olmadığından dolayı, tanrının bu evreni tasarlamayıp
yalnızca yarattığından dolayı ve tanrının tek işlevinin bu evrenin sebebi
olmasından kaynaklanarak, tanrının bu arzuları karşılamak zorunda olmadığı
savunulabilir. Argümanın etkileyemeyeceği bir başka deist tanrı modeli ise
ahlaki açıdan bir tarafta bulunmayan tanrıdır. Eğer natüralist görüş bu
arzuların kaynağına dair veriler sağlıyorsa (ki sağladığını gördük), tanrı da
insanı yaratırken bu yolu kullanmış olabilir ve ahlaken nötr olduğu için bu
arzuları karşılamayabilir.
Peki ya ahiret sunmayan dinler ve ‘ahlaken iyi olup
insanları yaratan’ bir tanrı modeli için arzu delili kullanılabilir mi? Sonuçta
bu tanrı modelleri (din yollayan ya da insanı yaratan ve ahlaken iyi olan tanrı
modelleri) umursayan bir tanrıyı gösterir; bu tanrı umursuyorsa ve arzuları
yarattıysa bu arzuları boşu boşuna
vermiş olamaz. O halde yalnızca bu arzuları karşılayacağını iddia eden dinleri
kabul edebiliriz. Öyle değil mi? Aslına bakacak olursak, tam olarak öyle değil…
Teistler arasında, tanrı kavramı ve dinler bazında çıkmaza
giren ve kafasında soru işaretleri oluşan bazı kişiler bu soru işaretlerini
çözmek adına ‘Tanrının aklına erişemeyiz, onun ahlaken iyi olması, onun her
şeye gücü yetmesi ve yaratması bizim aklımızın sınırları dışındadır’ görüşüne
sığınan insanlar bulunuyor. Özellikle kötülük problemi söz konusu olduğunda
şüpheci teistler tanrının iyiliğini anlayamayacağımızı savunabiliyorlar.
Kötülük problemine dair bu eleştiri, tanrının bazı konularda kötülüğü tercih
edebileceğini ama bu tercihin mantıklı gerekçelerinin olduğunu, bu gerekçelerin
ise bizim kapasitemizi aştığını savunur. Şüpheci teizmin bu versiyonu kötülük
probleminde yeterli bir cevap sağlayamayacak olsa da arzu deliline karşı ahiret
hayatı sunmayan dinlerin ve bir takım deist tanrı modellerinin savunabileceği
argümanlardan biridir. Buna göre deistler; tanrının bazı şeyleri hangi amaçla
yaptığını bilemeyeceğimizi, bu arzuların başka bir amaçla tanrı tarafından özel
olarak koyulmuş olabileceğini, bu bilinmezlik durumunda deizme ve olası dinlere
karşı argüman çıkarılamayacağını söyleyebilir. Arzu delili bu sebeple deizme ve
arzuları karşılamayan tanrı modeline karşı olası bir üstünlük sağlamaz.
Argümanın ikinci işlevi de boşlukta kalmaktadır
Sonuç
Arzu delili altında sunulan ‘Arzulardan Tanrıya Ulaşma
Kanıtı’ olarak bilinen kanıtlama türü, arzuların kaynağının Tanrı olduğuna ve
bu arzuların natüralist-ateist bir felsefe ile açıklanamayacağını; deizme ve
ahiret inancı sunmayan dinlere karşı ahiret inancı sunan dinlerin savunulması
gerektiğini belirtir. Bu kanıtlama metodunun birkaç temel hatası bulunur:
- Bahsi geçen
argümanda ‘Bu arzular tesadüf ve zorunluluklar tarafından oluşturulmuştur’
öncülü olan (4.1) numaralı önerme üstü kapalı bir şekilde sunulmuştur. Bu
öncülün detaylı açıklaması yapılıp arzuların kaynağının evrimsel kökeni
gösterildiğinde, ‘Bu arzular Tanrı tarafından verilmiştir’ diyen (4.2) numaralı
öncülün daha rasyonel olduğunu söylemek için elimizde bir gerekçe kalmaz.
Evrimsel biyoloji bağlamında düşünüldüğünde ‘Allah’ın yaratmış olması tesadüf
ve zorunluluklara göre daha rasyoneldir’ ifadesi geçersizliğini tüm
çıplaklığıyla ortaya koyar. O halde teizmin ateizmden tutarlı olduğu açıklaması
temelsiz kalmaktadır.
- Taslaman’ın
bu bağlamda iki eleştirisi bulunur. Birinci eleştiri ‘Tanrının evrimsel
süreçlerle yarattığı düşünülürse argüman çürütülmüş olmaz’ şeklindedir ve ciddi
bir hataya düşmektedir. Zira bir teist arzuların evrimsel oluşumunu böyle
yorumlayabilecek olsa da argümanın amaçladığı şey ‘Tanrının yaratmış olması
natüralist açıklamadan daha rasyoneldir’ görüşü olduğundan eleştiri
başarısızdır. Natüralist bağlamda bu arzuların oluşumu tutarlı ve kabul
edilebilir şekilde sunulduğunda argüman işlev yapmaz hale gelecektir çünkü
kanıtlamayı amaçladığı görüş temelsiz hale gelir. Dolayısıyla Arzu Delili,
teizm için natüralizme karşı bir delil sağlamak konusunda -delilin vurguladığı
arzuların tatmin edilmesi gerekliliği lehine bir argümanla desteklenmediği
sürece- başarısızdır.
- Taslaman’ın
ikinci eleştirisi ise natüralizme karşı evrimsel argüman bağlamında sunulmuş
olup bahsi geçen arzuların evrimsel süreçte oluşamayacağına dayanmıştır. Oysa
tüm bu eleştirilerde arzuların başka bir şeyin yan ürünü olarak ortaya
çıkmasını göz ardı etmiş ve katı adaptasyoncu bir görüş sergileyerek ‘Bir
yetinin sınırı, yaşama ve üremeye katkı sağlayacağı kadardır’ ifadesine
sığınmıştır. Oysa bir yetinin evrimleşmesinin herhangi bir zararı yoksa doğal
seçilim bu yetiyi sınırlamak için bir baskı uygulamayacaktır. Taslaman’ın
eleştirileri evrimin yanlış bir yorumuna dayanmaktan ibarettir.
- Argüman
‘her arzunun bir objesi olmalıdır ve ahiret arzusunun da nesnel bir objesi
olacaktır’ diyerek kuşku götürmez derecede hataya düşer. Bu versiyon, yararlı
olmak için objesinin var olmasına muhtaç olan arzularla, dolaylı yoldan yarar
sağlayabilecek arzuları karıştırmaktadır. Cinsel arzuların var olması için
karşı cinsin, su içme arzusunun olması için suyun var olması zorunludur. Fakat
dolaylı yoldan yarar sağlayan arzular için bu geçerli değildir. Zira Tanrı
inancının sosyolojik ve kültürel sebeplerin bir yan ürün olarak evrim geçirmiş
olması düşünülebilir. Tanrı inancının, sosyal ve psikolojik süreçlerin bir yan
ürünü olarak oluştuğu düşünülürse bu inancın dayandığı Tanrı modeli gerçek
olmasa bile evrimleşmesi mümkün olacaktır. Başka bir şeyin yan ürünü olarak
ortaya çıkan herhangi bir yeti, dış dünyada gerçekliğe karşılık gelmek zorunda
değildir. Aynısı ölümden sonra yaşam arzusu için de söylenilebilir.
- Argümanın
ikinci önemli işlevi olan ‘deizmeve ahiret sunmayan dinlere karşı ahiret sunan
dinlerin üstünlüğü’ de şüphe içindedir. Bu işlev öncelikle her deist modelde
işe yaramaz. Evreni yaratıp evrenden haberdar olmayan, arzuları yaratıp ahlaki
bakımdan nötr olan, iyi ve ahlaklı olup din göndermeyen bir tanrı modeli için
bu argüman işlev görmez. Din yollayıp ahiret inancı olmayan teist tanrı
modellerinde; insanları yaratıp ahlaki bakımdan iyi olan deist tanrı türlerinde
de arzu delili işlev görmekte zayıftır. Zira bu kişiler tanrının amacının ne
olduğunun bilinemeyeceğini ve çok farklı bir amaçla bu arzuları vermiş
olabileceğini savunabilirler.
Eline sağlık.Yazılarını geçen seneden beri takip ediyor ve bu konudaki gelişimini takip ediyorum.İşini iyi yapıyorsun.Ancak amaç insanları din ve tanrının olmadığı konusunda bilgilendirmek ise dilini biraz daha indirgemen seni daha anlaşılır yapar.Geçen seneye oranla yazıların baya ağırlaştı.İki üç kere okuyunca anlayabiliyorum.Daha akıcı olursa sonunu okurken başını unutmam.Sevgiler ve Saygılar. :)
YanıtlaSiltaslamanın yazıyı görünce daha başlıktan gülmüştüm bu ne diye. sonra inandığım zamanları hatırlayıp ateizme nasıl gülüp geçtiğimi düşündüm. ciddiyetle okuyayım dedim. belki güzel fikirler vardır. başından sonuna kadar belliydi evrimin bu sözde argümanı alt üst ettiği. boşa zaman kaybettim diye düşündüm kusura bakmasın. çok zorlamak ve gözleri baya kapamak lazım bu argümana kapılmak için. alfacım seninde eline sağlık kafası karışanlar olduysa iyi olmuş.
YanıtlaSilDoğa yasası argümanıyla ilgili yazın var mı veya önerebileceğin yazı
YanıtlaSil"Bir şeyin yan ürünü olarak ortaya çıkan yeti" kısmını o kadar zorlama yapmışsın ki kendin bile inanmamışındır eğer aklın hâlâ başındaysa. Nesnesi olsa da olmasa da avantaj sağlayacak arzu demişsin, ahireti nasıl nesne olarak bulabilirsin ki şu dünya hayatında. Yani demem o ki "ateizme ağır iman etmişsin". Mutluluklar.
YanıtlaSilTanrıyı zamana bağlı düşünürseniz herşeyi yazılmış bi senaryo gibi algılarsınız adlı cümle ve benzerleri için tanrı zaman dışıdır diyip tamamından yani görüşlerin tamamından sıyrılmalar başladı bunla ilgili yazı yazıcakmısınız ?
YanıtlaSil