Pareidolia olarak
bilinen ‘şekillerden anlam çıkarma’ eğiliminden bahsetmek istiyorum.
Beyinlerimiz, evrimsel süreçte olaylar arasında ilişki kurmak üzerine evrimleşti.
Zira ilişki kuran bireyler, bu özellikleri bakımından hayatta kalma şanslarını
arttırıyorlardı. Bir popülasyondan iki birey düşünelim; bu iki bireyden biri(S
kişisi) yüze benzeyen şekilleri yüz olarak algılayabilecek bir yetiye sahipken
öbürü(D kişisi) yüz siluetini yüz olarak algılayacak yetiye sahip olmasın. Yüze
benzeyen boğuk bir şekli yüz olarak algılayan S kişisinin hayatta kalma şansı
daha yüksektir. Zira bu kişi uzaktan gelen bir canlının kendi türüne mi ait
yoksa başka bir türe mi ait olduğunu tahmin etme eğilimi olacaktır. Bu da
yüksek surette avantajlıdır, dostu/düşmanı tanıyıp buna göre önlem alabilen
bireyler daha iyi hayatta kalırlar; atamız olan bireyler onlardır, doğal olarak
bizde de buna benzer bir algılama eğilimi olmalıdır. Bu algılama biz insanlarda
net olarak görülemeyen cisim veya yapıları daha önceden bilinen cisimlere
benzetme; net duyulamayan sesleri psikolojik durumumuzun da etkisiyle farklı
şekillerde algılama ve onlara anlam yükleme şeklinde ortaya çıkar.
Doğal olarak insan
beyni, benzetme konusunda oldukça yeteneklidir. Bulutlardan İsa’yı görmek, ağaç
dallarında Arapça ‘Allah’ yazısı görmek, tost ekmeğinin üzerinde Meryem Ana’yı
görmek, bu benzetim makinesinin yan ürünüdür. Ay’a bakıldığında bir insan
silueti görmek, bir kaseti tersten çalınca anlam bulmaya çalışmak, bir dağ
gölgesinde tarihi bir kişiliğin yüzünü bulmak, bir ağacın şeklini bale yapan
bir kadına benzetmek gibi çok sayıda yan ürün de dinsel tecrübelerin kaynağıyla
aynıdır; yanılsama içerirler. İşitsel yanılsamanın bir diğer örneğine de
Richard Dawkins kendi yaşantısından sunmaktadır:
Bir keresinde çocukken, bir hayalet sesi duymuştum. Bir erkek sesi, bir şiir ya da dua gibi bir şey mırıldanmaktaydı. Sözcükleri hemen hemen seçebiliyordum ama ne söylediğini tam olarak anlamıyordum ki bu ciddi, heybetli bir ses tonuydu. Eski evlerdeki rahip sığınaklarının hikâyelerini duymuştum ve biraz korkmuştum. Ancak yatağımdan kalktım ve sesin kaynağına doğru yavaşça süründüm. Ben yaklaştıkça ses artıyordu ve aniden ses kafamın içine ‘atladı’. Şimdi, bu sesin gerçekte ne olduğunu anlamaya çok yaklaşmıştım. Rüzgâr, kilit deliğinden içeri süzülen ve beynimdeki benzetim yazılımının bir erkek sesi meydana getirmek için kullandığı sesler yaratıyordu. ‘Duyduklarımın’ yalnızca anlaşılmaz konuşmalar olduğu söylenemezdi, bazı sözcükler, bazı cümleler duymuştum. Ve eğer, hem aşırı duygusal olsaydım hem de dindar bir yetiştirilme tarzım olsaydı, rüzgârın bana o gece neler söyleyeceğini merak ediyorum.
Rastgele gelen bir
girdiye beyin, hâlihazırda bulunan bilgi ile cevap verebilir. Bu durum yanlış
benzetim iddialarını oluşturacaktır. O halde gerek üzerinde haç işareti olan
ineğe, gerek üzerinde Allah yazan koyuna, gerek Allah diyen aslana, gerek ‘Onu
al ve oku’ sesini duyan Augustine’in tecrübesine, gerekse secde eder gibi duran
kayaya açıklık getirilmiş olunur.
Bir de bazı şeylerde hile hurda olabiliyor. Özellikle o şekil çıkarılabiliyor. Örneğin bitkiler bir kalıbın içinde büyütülüp şeklini alabilir. Hayvanların tüy renklerinin buz ile değiştirildiği biyoloji deneyi vardı. Ekmeğe belli şekilde su veya yağ sürülüp şekilli yanma sağlanmış olabilir. Yurt dışında yapılan bir heykeli, kuranı yakınca çarpılan kız diye yutturan korku ve duygu sömürücü insanlardan bahsediyoruz, her hileyi kullanacaklardır.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil