EVRİMİ
ANLAMAK
Konu Başlıkları
1- Evrim Nedir?
2- Evrimin Mekanizmaları
a) Yapay Seçilim
b) Doğal Seçilim
c) Cinsel Seçilim
a) Evrim Durdu Mu?
b) Neden Maymunlar İnsan Olmuyor
c) Organlar Arası Uyum
4- Yaratılışçı İddialar
a) Sadece Bir Teori
b) Yararlı Mutasyon Yok Mudur?
c) Kambriyen Patlaması
d) Ara Formlar Üzerine
e) Yaşayan Fosiller
f) Piltdown ve Nebraska Adamları
g) İndirgenemez Karmaşıklık
ı) Evrimcilerin itirafları
5- Evrimin Kanıtları
a) Ortak Atadan Kaynaklanan Benzerlikler
b) Körelmiş Organlar
c) Genetik Benzerlik
d) Coğrafi Dağılım
e) Fosiller
f) Embriyonik Gelişimdeki Benzerlikler
g) Bunlar da mı Tesadüf?
Evrim
nedir?
Evrim
kelime anlamıyla gelişim/değişim demektir. Organik evrim ise
canlı hayatının değişimiyle ilgilenir. Canlılığın
oluşmasından bugüne canlılık ne gibi süreçlerden geçmiştir
nasıl değişmiştir… Evrim bu tür sorulara cevap verir. Hatta bu
sorulara cevap veren tek kuramdır.
“Yaşam
nasıl başlamıştır, nasıl süregelmiştir?” Yüzyıllardan
beri insanın kafasını bu soru kurcalamıştır. Bilimden yoksun
bir devirde yaşadığınızı düşünün. Elinizde herhangi bir
bulgu olmayacaktır. Hiçbir şekilde gözlemle bu sorunun cevabını
veremiyorsunuzdur. O halde artık yepyeni bir hikâye üretme
zamanınız gelmiştir: Tanrı…
Zaten
tanrı genel anlamıyla bu nedenle oluşmuştur denebilir. Bilinmeyen
olgulara tanrı deyin gitsin. Herhangi bir sorun teşkil
etmeyecektir. Dünya nasıl oluştu bilmiyor muşuz? Tanrı
yaratmıştır tabi ki. Peki ya bu canlılık bu çeşitlenme nasıl
olmuştur. Çok kolay: Tanrının seçimi… Biraz daha gerilere
giderseniz her türlü doğal olay için farklı bir hikâyeye
rastlayabilirsiniz. Örneğin depremin nasıl oluştuğunu bilmeyen
biri için depremin oluşumunun açıklanmasının tek yolu boğanın
kafasını sallayarak dünyayı sarsmasıydı, tıpkı tanrının
çamuru alarak insanı oluşturmuş olması gibi ilkel bir çözüm.
Bir
ara bir yazı yazmıştım ve o yazıda şu sorunun cevabı
bilinmiyordu: ”Yağmur nasıl oluşuyor?” Bu sorunun üzerine ben
de aklımdan doğaüstü bir varlık olan ‘isalyeh’i üretmiştim.
İsalyehler gökyüzünde yaşayan görünmez varlıklardı ve onlar
işeyince yağmur oluşuyordu. Eğer ki yüzyıllar önce atalarımız
yağmurun oluşumunu bu varlıklara bağlamış olsaydı kim bilir
belki hala isalyehleri savunanlar olacaktı. Tıpkı şimdi tanrıyı
savundukları gibi…
Bahsetmek
istediğim şey şu: Yaratılışçılık…
Evrimi
algılayacak gözlemleyecek yeteri kadar bulgunun olmadığı
dönemlerde dediğim gibi tanrı varsayımı ortaya atılmıştır…
Fakat bunun bilimsel hiçbir yanı yoktur. Evrim tanrının “Hayat
nasıl süregelmiştir?” rolünü üstlenmiştir(levha tektoniğinin
boğanın rolünü üstlenmesi gibi). Hayat nasıl başlamıştır
sorusuna da sonraki yazılarımda cevap vermeyi planlıyorum.
Devam
etmek gerekirse şu an en çok kabul edilen yaratılışçılık
senaryosu: Çamurdan yaratılış… Bu tamamen mittir ve mitolojiden
alınmıştır. Bu mitsel ilkel inanış üzerinde de uzunca bir yazı
yazılabilir ama konumuz şu anda din tarihi olmadığından rafa
kaldıralım. Çamurdan yaratılış elbette ki tek senaryo
değildir bunun gibi sayısız inanış gelmiştir. Örneğin Türk
mitolojisinde “Hayat ağacı efsanesi” vardır. Bu efsaneye göre
ilk insan düşünür: “Eğer gökten düşseydim buzdan bir adam
olurdum, güney-kuzey-doğu-batı yönlerinden gelseydim bende ağaç
ve çayırların izleri olurdu, eğer yerin derinliklerinden
gelseydim çamur ve toz içinde kalırdım. O halde beni Büyük Ana
Kübey Hatun doğurmuştur. Çünkü onun içinde bulunduğu ağacın
göğsünden sütler akar.” Sonunda ilk insan onu doğuranın
hayat ağacı olduğunu anlamıştır…
Başka
bir efsaneye göre de Tanrı Bumbanın kusmasıyla oluşmuştur
canlılar ve evren. Tüm bu efsaneler ne kadar gerçekçi ise
çamurdan yaratılış da o kadar gerçekçidir. Maalesef bu kadar
savunulan bu mitolojisel hikâye de bir gün son bulacaktır.
“En
çok kabul edilen yaratılış dogmasına göre:
*Bütün
türler 3 günde yaratılmıştır.
*Her
tür öbürlerinden ayrı bugün nasılsa öyle yaratılmıştır
*İnsan
bütün canlılardan ayrı Tanrının suretinde yaratılmıştır
*Bugünkü
türler Nuh’la kurtulmuş belirli sayıdaki bireylerin dölleridir…
Darwin’le
gelen evrim ise yeni 4 madde getirmiştir:
*Türler
pek uzun bir evrim sürecinde oluşmuştur
*Türlerin
hepsi ortak ve ya birkaç kökenden gelmiştir
*İnsanlar
hiçbir canlıdan üstün değildir. Bütün canlılarla birlikte
düşünülmelidir
*Yaşayan
canlı biçimlerinin hepsi Kambriyum Döneminden önce yaşamış
olanların doğrudan doğruya dölü olduğu için kuşakların o
bilinen ardışımı asla kesilmemiştir. Dünyayı tümüyle ıssız
bırakan bir tufan hiç yaşanmamıştır.”(1)
EVRİMİN
MEKANİZMALARI
YAPAY
SEÇİLİM(2)
Yapay
seçilim, her hangi bir canlıdaki özelliğin etkisini azaltmak ve
ya arttırmak için tür içi çiftleşmeye insanın müdahale etmesi
üzerine kurulu bir keşiftir (yapay seçilime keşif dememde umarım
bir sorun yaratmam çünkü bahsettiğim canlılardaki bu değişimin
keşfidir). Neredeyse her evcil hayvan türü ve tarım yapılan
bitki yapay seçilimden geçmiştir.
Varsayımsal
bir örnek vermek istiyorum. Elimizde iki çeşit çilek olsun
(canlılarda çeşitlenme sürekli olarak gerçekleşir).Bu iki
çeşitten biri ötekinden daha güzel ve tatlı olacaktır. Tarım
yapacak kişi bu iki çeşitten güzel olanı ekip çoğaltacak tadı
güzel olmayan, beğenilmeyen çeşitlerse ekilmeye ekilmeye yok
olacaktır. Yeni oluşan çileklerden sürekli tadı daha güzel
olanı seçilecek ekilecek ve genler sürekli olarak nesillere
aktarılacaktır. Binlerce yıl bunun sürekli devam edilip, seçilip
ekildiğini düşünürsek elimizdeki ilk örnek ile son örnek
arasındaki fark son derece belirgin olacaktır.
İnsan
tarım yaptığı her bitkide gün geçtikçe yapay seçilim devam
ediyor. Buğday gibi en eski bitkiler dâhil yeni çeşitler
üretiyor. Eğer bu tarım ürünleri yaratılışçıların
bahsettiği gibi ilk günkü gibi kusursuz ve ilk günkü gibi
‘yaratılmış’ olsalardı ve gerçekten mükemmel bir tanrı
tarafından mükemmel şekilde bir anda yaratılmış olsalardı, her
ne olursa olsun hiç değişmemeleri gerekmez miydi? Kusursuz bir
tanrı en iyisini yaratacaktır. En iyisinden daha iyisi olmadığına
göre ve bu canlılar yapay seçilim ile çeşitlenip seçilebiliyorsa
bahsedildiği gibi en iyi ve en mükemmel şekilde yaratılmamışlar
bu canlılar. Yapay seçilimden geçirilerek daha iyi çeşitler
üretilebiliyor çünkü.
Tabi
sadece bitkiler için de geçerli değil. Örneğin evcil ördekte
tüm kemik yapısına oranlayınca kanat kemiklerinin, ayak
kemiklerinden daha hafif olduğu görülür. Bunun sebebi evcil
ördeğin ebeveynlerine göre daha az uçup daha çok yürümesidir.
Fakat yaratılışçı düşünce buna doyurucu bir cevap vermez ve
lafları demagojiden ileri gitmez.
Çoğu
evcil hayvanların köken türleri tükenmiştir. Örneğin sığırın
köken türü olan Avrupa yaban öküzü (aurochs) neden yok? Evet,
yaratılışçılar bu sorunun cevabını sizden bekliyorum… Büyük
ihtimalle yine doyurucu bir cevap gelmeyecek. Büyük ihtimalle
verilecek cevap ‘Tanrı öyle istedi’ olacaktır ki bu cevap
değildir. Bunun sebebi bilinçli evrimdir. İnsanoğlu evrimi
kendini yönünde biriktirebilir. Bahsettiğim bu örnek de buna bir
kanıttır. Atalarımız Avrupa yaban öküzünü evcilleştirerek bu
türün evrimini kendilerine yararlı olacak şekilde değiştirmiştir.
Bir
de bilinçsiz seçilim var. Örneğin klasik çağda armut Plinius’a
göre kötü nitelikli bir meyveydi. Yine klasik çağda bağ-bahçe
altına alınan armutlar arasında hep en iyilerini yetiştirip
onların tohumlarını ekerek ve biraz daha iyi değişik bir çeşit
ortaya çıkınca onu ayırmaktan ve bu işlemi sürdürmekten başka
bir şey yapmayan atalarımız bize güzel meyve türlerini bırakmayı
düşünmemiştir. Yani şu anki yediğimiz güzel meyveleri
atalarımızın seçip korumasına ve yetiştirmesine borçluyuz. Bu
da bilinçsiz seçilimdir…
Anlayacağınız
Yapay Seçilim sadece bir teori değil kanıtlanmış,gözlemlere
dayanmış bir gerçektir
DOĞAL
SEÇİLİM
İnsanların
canlıları, seçerek, eleyerek bir yapay seçilim mekanizmasından
geçirerek değiştirdiğinden bahsetmiştik. Bu evrim süreci
milyonlarca yıl sürmediğinden eski kaynaklardaki bilgilerle ve
yahut deneylerle, gözlemlerle kesinleşmesinden insanların buna
karşı çıkacağını sanmıyorum. Peki, insanlar yeni bitki ve
hayvan türleri üretebiliyorsa bunu doğa sağlayabilir mi? Doğal
yollarla değişim sağlanabilir mi? Fosillerden yola çıkarak bu
değişimin sağlandığı gözlemlense de fosil konusunu daha sonra
ele almak istiyorum
Doğal
seçilim adından da anlaşılacağı gibi doğal yollarla en uygun
bireylerin seçilmesidir. Buradaki uygun özellikten kasıt şudur;
hangi özellik ki hayatta kalmaya ya da üremeye yarar sağlarsa bu
özellik doğaya uygun, iyi özellik olacaktır. İyi özelliğe
sahip canlılar hayatta kalıp genlerini yavruya aktarır, kötü
özelliğe sahip canlılar hayatta kalamadığı için genleri bir
sonraki nesle aktarılmaz.
Doğa
sürekli değişim içindedir. Doğa değiştikçe ya da popülasyon
farklı bir bölgeye göç ettikçe, popülasyon doğaya ayak
uydurmak zorundadır. Basite indirgenmiş, ayrıntıların es
geçildiği bir örnek vermek istiyorum ki amacım neyin ne olduğunu
daha iyi anlamanız… X1 türünün olduğu bir popülasyonun farklı
bir bölgeye göç edip kendi türündeki diğer canlılarla
etkileşimini kestiğini varsayalım. X1 türü 25-30 derecede
yaşamını sürdürüyor olsun. Göç ettikleri yerin sıcaklığı
da atıyorum 40 olsun. Çok zor şartlar altında olsa da canlı
yaşamını sürdürecektir. Şimdi, yeni bölgeye göç etmiş X1
türünden iki farklı birey düşünelim. Türler kendi arasında
çeşitlilik gösterdiğinden (örneğin insanlarda ten rengi
farklılığı) bu iki bireyden biri diğerine göre daha sıcakta
döl verebiliyor olursa, ki çeşitlilik olduğundan muhakkak
olacaktır, daha sıcakta yaşayabilen birey döl verirken diğeri
veremeyecektir/daha az verecektir. Daha sıcakta yaşayabilen
genlerini yavrulara aktaracaktır, bunun sonucunda da sıcağa uyumlu
daha çok birey meydana gelecek; soğuğa alışmış bireyler
azalacaktır.
Yukardaki
örnekte uyum sağlayıp döl verme olayının ve genleri yavrulara
aktarmanın sürekli olarak nesiller boyu gerçekleştiğini
düşünürsek gün gelecek X1 türü 40 derecede yaşamaya uyumlu
döller verecektir. Bu değişim milyonlarca yıl boyunca
gerçekleştiğinden kendi türünden soyutlanan X1 popülasyonu o
kadar değişecektir ki artık X1 türünün göç etmeyen yerde
kalan bireyleriyle üreme yapamayacak hale gelecektir. Artık bu X1
değil X2 türü olmuştur. Bu da doğal seçilimin türleşmeyi
nasıl sağladığını en basit haliyle anlatacaktır(detaylar çok
daha karışıktır).
Bu
olayı daha iyi anlayabilmeniz açısından Mahlon Hoagland’ın
Hayatın Kökleri kitabından bir alıntı yapmak istiyorum:
“Çok eskiden ıssız bir kumsalda babamla yaptığım bir yürüyüşü hatırlarım... Gelgit sınırında yığılmış, çürüyen yosunlar arasında her boy ve biçimde şişeler yatıyordu. ilerledikçe yavaş yavaş bütün şişelerin kapaklı olduğunu gördük, kapaksız bir tek şişe bile yoktu. Şişeler arasındaki bu şaşırtıcı benzerliğe sonunda babam bir açıklama getirdi ve keyifle beni bu olguda daha büyük bir anlam aramaya zorladı. Sonuç, bilincime yaşam boyu sıkıca yerleşen "evrim üzerine bir ders" oldu: Açıkça görülüyordu ki, bunlar okyanus yolculuğuna dayanabilmiş birkaç şişeydi, en uygun birkaç şişe. İnsan eliyle denize atılan bir sürü boş şişeden, kapağı tesadüfen kapatılmış birkaç tane; Rastlantı, bunlara batmazlık özelliğini sağlamıştı. Çok daha büyük sayıdaki kapaksız kurbanlar, okyanusun hırçınlığına dayanamayıp, çoktan derinleri boylamışlardı.”
Büyük Endüstriyel Devrim sonrasında is ve kurum yüzünden çevre kirlenmiştir. Yani gece kelebeklerinin kondukları yuvalar artık renk değiştirmiştir. Yıllar boyu ortama adapte olan gece kelebekleri artık ortamda yaşayamaz olmuştur.
Buradan
da anlayacağımız üzere doğal ortam canlılar için özel olarak
yaratılmamıştır. Canlılar bu doğal ortama göre çeşitlenmiş,
elenmiştir. Yani çölde kaktüsün, suda balığın, karada kara
hayvanlarının yaşaması ne tesadüftür ne de ilahi bir tercih.
Olan şey sadece doğal seçilimdir.
Peki
doğada gözlemlenmiş midir doğal seçilim? Gece kelebekleri gece
uçar gündüz bir yere konup dinlenirler. Yani gece kelebekleri
gündüz açık ve korunmasızdır. Dolayısıyla doğal seçilim
çevre açık bir renkte olduğu için açık ve soluk renkli olanlar
hayatta kalmıştır. Yani kondukları yüzeyin renginde olan gece
kuşları hayatta kalmışken, diğerleri canlılar tarafından
elenmiştir. Çünkü yeterince korunamayıp öldürülmüştür…
Çevre
kirlenmeden önce gece kelebekleri açık ve soluk renklidir çünkü
açık ve soluk renkli alanda dinlenen gece kelebekleri bu şekilde
canlılardan korunmuştur. Bugün ise kirlenmiş bölgelerde var olan
gece kelebeklerinin çoğu koyu renklidir… Asıl sorun şudur ki
kirlenmeyen bölgelerdeki gece kelebeklerinin renginde değişme
olmamıştır.
Sizce
bunun sebebi nedir? Evrimsel düşünen herkes aynı cevabı
verecektir: Doğal seçilim…
Kirlenmiş
bölgelerde gece kelebeklerinden hayatta kalanlar koyu renkli
olanlardı çünkü ancak o şekilde hayvanlardan korunabilmişlerdir.
Bir süre sonra da artık o ortamda açık renkli gece kelebeğine
rastlanamaz oldu çünkü doğal yollarla ayıkandı.
Gördüğünüz
gibi doğal seçilim artık teori değildir. Gözlemle doğruluğu
kanıtlanmıştır
CİNSEL
SEÇİLİM
Geyiklerde
erkeklerin boynuzlarının iriliği ve biçimi, koşma ve kaçma
becerilerinde dezavantaj sağlamaz mı? Ya da tavus kuşlarının
tüyleri yırtıcıların ilgisini çekeceğinden evrimsel süreçte
hayatta kalma koşullarını zora sokacağından neden evrimleşmiştir
ve ya neden yok olmamıştır?
Bu
soru doğal seçilim ile açıklanamaz ve ilk düşünüldüğünde
“Evet evrim saçmalıktır” düşüncesini oluşturabilir
aklınızda fakat bu tamamen evrimi kanıtlar nitelikte bir
özelliktir. Sebebi ise şudur: Eşeysel seçilim
Doğada
sadece hayatta kalmak bir işe yaramaz, aynı zamanda genleri yeni
nesle de aktarmak, üremek gerekir. Üreyemeyen bir canlı ne kadar
hayatta kalırsa kalsın genleri yeni nesle aktarılamayacağından
doğadan ayıklanır. Üreme konusundaki bu seçme ve eleme
mekanizmasına eşeysel/cinsel seçilim denir.
Tavus
kuşlarının kuyruğu onlara hayatta kalma konusunda dezavantaj
sağlıyordu. Belki hayatta kalma konusunda biraz ödün veriyorlardı
ama sahip oldukları büyük ve parlak kuyruklar dişiyi daha fazla
cezbetmelerini sağlıyordu. Evrimsel süreçte cinsel ipuçları
alacak sinirler, cinsel niteliklerle beraber evrimleşmiştir.
Dolayısıyla parlak renk ve büyük kuyruk dişilerin içgüdüsel
olarak tepki vermesine ve daha parlak ve etkileyici kuyruklara sahip
erkeklerle çiftleşmesine yol açmıştır.
Erkekler
neredeyse her zaman, her türde âşıktır ve dişi için diğer
erkek bireylerle mücadele içindedir. Erkeklerin organları (ses
organları, koku bezleri vs.) genellikle dişilerinkinden daha
gelişmiştir. Hayatta kalabilen erkekler arasında dişiyi cezbedip,
ele geçiren birey genlerini yeni nesle aktarır. Bunun sonucunda
örneğin ses konusunda dişi etkilenmişse(bülbüllerdeki gibi),
üreme sonunda bir sürü güzel sesli birey oluşur. Kötü sese
sahip olanlarsa (cinsel ipuçlarına göre güzel, çirkin anlayışı
nesneldir) üreyemeyip genlerini aktaramayacağından genleriyle
beraber doğadan yok olur. Bu olay binlerce yıl içinde sürekli
gerçekleşeceğinden belirgin bir değişim sağlanmış olacaktır.
Bir
dişi geyiğe göre iri ve dallanmış boynuz hoş gelecektir. Bu
sebeple ne kadar iri ve dallanmış boynuza sahip bir birey görürse
onunla üreyecektir. Bunun sonucunda nesiller boyunca erkek
geyiklerin boynuzları bu şekli almıştır.
Yine
yaratılışçılara sorularımız var: Neden Yaratıcı erkek
bülbüle şakırdama yeteneğini vermiş de dişi bülbüle sadece
cikleme yeteneği vermiş? Neden erkek tavus kuşlarının tüyleri
daha cezbedici sesleri daha hoştur? Neden dişi geyiklerde görkemli
boynuzlar yok da erkek geyikte var? Büyük ihtimalle cevap : “En
iyi tanrı bilir” olacaktır fakat bu hiç de bilimsel bir
açıklamaya benzemiyor. Evrimsel açıdan cevabı eşeysel
seçilimdir… Ve tek cevabı budur.
Endler’in
lepistes deneyini incelerseniz eşeysel seçilim de deneysel olarak
gözlemlenmiştir. Ve artık sadece bir teori değildir.
ÇOK
SORULAN SORULAR
EVRİM
DURDU MU?
Bu
yazımda insanların evrim hakkında düşündükleri en büyük
yanılgılarından birini ele alacağım. Bu yanılgıyı çoğumuz
biliyoruzdur: Neden hala evrim gerçekleşmiyor?
Kim
demiş hala gerçekleşmediğini? Evrim süreklidir…
İnsanların bu şekilde düşünmelerinin en büyük sebebi evrimi gözle göremiyor oluşumuzdur. Uyanalım kalkalım yeni bir organ oluşsun yada hop diye bir canlı başkasına dönüşsün isteniyor;
Korkmayın evrim yanınızda.
Abra kadabra…
İşte yeni türleriniz.”
* Laktoz toleransı, süt ürünlerinin tüketimini etkileyen kültürel değişikliklerle bağlantılı olarak evrilmiştir.
* Bazı insanlar, AIDS ve kalp hastalıklarına direnç sağlayan mutasyonlar kazanmıştır.
Sonuç
-Evrim milyonlarca yıllık süreçte aşama aşama oluştuğundan onu gözlemleyemeyiz ama bu evrimin durduğunu göstermez
Sonuç
-Evrim milyonlarca yıllık süreçte aşama aşama oluştuğundan onu gözlemleyemeyiz ama bu evrimin durduğunu göstermez
-Evrim milyonlarca yıllık süreçte aşama aşama oluştuğundan onu gözlemleyemeyiz ama bu evrimin durduğunu göstermez
-Evrim sadece zeka yönünde ilerlemez, bir şempanzenin giderek zekileşmemesi onun evrim geçirmediği, değişmediği anlamına gelmez
-İnsanlarda evrim etkisini azaltmıştır çünkü doğal yaşamdan soyutlanıyoruz. Fakat evrim yine durmamıştır...
İnsanların bu şekilde düşünmelerinin en büyük sebebi evrimi gözle göremiyor oluşumuzdur. Uyanalım kalkalım yeni bir organ oluşsun yada hop diye bir canlı başkasına dönüşsün isteniyor;
Korkmayın evrim yanınızda.
Abra kadabra…
İşte yeni türleriniz.”
* Laktoz toleransı, süt ürünlerinin tüketimini etkileyen kültürel değişikliklerle bağlantılı olarak evrilmiştir.
* Bazı insanlar, AIDS ve kalp hastalıklarına direnç sağlayan mutasyonlar kazanmıştır.
Sonuç
-Evrim milyonlarca yıllık süreçte aşama aşama oluştuğundan onu gözlemleyemeyiz ama bu evrimin durduğunu göstermez
Sonuç
-Evrim milyonlarca yıllık süreçte aşama aşama oluştuğundan onu gözlemleyemeyiz ama bu evrimin durduğunu göstermez
-Evrim milyonlarca yıllık süreçte aşama aşama oluştuğundan onu gözlemleyemeyiz ama bu evrimin durduğunu göstermez
-Evrim sadece zeka yönünde ilerlemez, bir şempanzenin giderek zekileşmemesi onun evrim geçirmediği, değişmediği anlamına gelmez
-İnsanlarda evrim etkisini azaltmıştır çünkü doğal yaşamdan soyutlanıyoruz. Fakat evrim yine durmamıştır...
“Bu
canlıdan sıkıldınız mı?
Sanırım
böyle bir şey bekliyor yaratılışçılar. Fakat bunun evrimle
uzaktan yakından alakası yok. Bahsettiğimiz evrim olgusundan
kastımız değişimse evrimi şu şekilde de düşünebilirsiniz:
Bir bebek doğar, boyu uzar, yürümeye başlar, sakalları çıkar,
sesi kalınlaşır vs. vs. ölür… Bu da evrimdir. Fakat canlılar
üzerindeki uzun süreli evrimden, türleşmeden bahsediyorsak işler
değişir. Örneğin evrimin bir yönü yokken bir bebeğin
gelişiminin yönü vardır. Ve ya evrim birey üzerinde değil
populasyon üzerinde olur fakat bu bebek gelişimi bireyseldir. Ne
kadar farklılık bulunsa da anlamanız açısından bu örnekten
devam etmek istiyorum.
Bu
bahsettiğim bir insanın doğmasından ölmesine kadar olan evrim
süreci normal şartlar altında 70 yıldır. Yani insan gözüyle
rahatça fark edilebilir. Bu 70 yıllık sürecin 70 milyon yıl
olduğunu düşünelim. İnsanlardaki fiziksel değişimi 70 milyon
yıla yaydığımızı varsayarsak bu değişim o kadar yavaş ve
aşama aşama gerçekleşecektir ki bunu asla fark edemeyecek konuma
geliriz.Örneğin canlının yürümeye başlaması yaklaşık bir
buçuk milyon yılda olursa, bu yürüme sürecine kadarki değişimi
asla fark edemeyiz… Ve ya 15 milyon yıl ile 20 milyon yıl
arasında sakal çıkmaya başlayacaktır. Bu sakalın oluşmaya
başlaması uzaması bizler tarafından fark edilmeyecektir. Bunu
dışarıdan gören biri sakalın uzadığından bile haberi
olmayacaktır ve ona göre sakal yerinde sayıyordur değişmiyordur.
Fakat 5 milyon yıl arayla kişinin fotoğraflarına bakılırsa
değişim gözler önüne serilir.
Aynı
şekilde evrim milyonlarca yıllık bir süreç olduğu için bizim
gözümüzle algılanması mantıksızdır. Yine aynı bakımdan bize
hiçbir tür değişmiyormuş gibi gelir. Fakat fosil kayıtlarına
baktığımız zaman canlılardaki değişim bariz gözükecektir. Ve
ya canlıların genomu incelendiğinde evrimin durmadığı
görülecektir. Örneğin 37.000-5800 yıl içinde
insanların dış görünüşünde aşırı bir değişim olmamıştır
fakat evrim devam etmiştir. Bilim adamları, dünyanın dört
bir yanından insanların genlerini karşılaştırarak, onların ne
kadar farklı olduklarını, ne kadar farklı şekilde evrim
geçirdigimizi görebiliyor. İnsanların evriminin devam
ettiğini insan genomunu incelediğimizde anlayabiliyoruz.
Örneğin:
*
Orak hücre direnci, sıtma hastalığının daha yaygın olduğu
bölgelerde artış gösterecek şekilde evrilmiştir.
Burdan
çıkarılması gereken sonuç şudur: sadece dış görünüş
değişmediği için evrim durmuştur anlamı çıkmaz. Genetik
değişse de kimi zaman morfoloji(dış görünüş) değişmeyebilir.
Bu evrimin durduğu anlamına gelmez. Dış görünüş değişmedi
diye evrim durdu gibi bir düşünceye kapılmak yanılgıdır.
İnsan
doğal yaşam ile irtibatını azalttığı için evrim
yavaşlamıştır. Fakat durmamıştır. Bunu da açıklamak
gerekirse; mesela doğal seçilimi kendi üzerimizde yavaşlatıyoruz
biz. Apandis bizden sonraki nesillerde olmayacaktı mesela. Çünkü:
apandisi olan kişilerin bazılarında hastalıklar
gözlemlenebiliyor. Hasta ölüyor. Geriye apandisi daha küçük
olanlar kalıyor böylece yavaş yavaş daha küçük apandisli
olanlar hayatta kalmış oluyor. Bunun sonucunda milyonlarca yılda,
belki de on milyarlarca yılda, apandis diye bir organ kalmıyor(bkz.
Doğal seçilim).
Fakat
artık apandis yüzünden hasta olanlar apandisini alıyor ve doğal
seçilim engelleniyor. Apandisi büyük olanlar da küçük olanlar
da üreyebiliyor, genlerini yeni nesle aktarıyor. Bu da evrimin
etkisini azaltmış oluyor Fakat dediğim gibi doğal seçilmin
etkisini azaltsak da evrim durmadı.
Kimi
kişiler de evrimin sadece zeka yönünden geliştiğini sandığı
için evrim durdu sanıyorlar. Örneğin bugünkü şempanzeler zeki
varlıklara dönüşmediği için evrim durmuştur gibi bir yanılgıya
düşüyorlar: evrimin belli bir yönü yoktur. Evrim özel olarak
zeka üretmeye çalışmaz. Diğer canlılar da bizim gibi beynini
geliştirecek diye bir şey yok. Örneğin doğada şempanzeler
arasında daha iyi tırmanan hayatta kalıyor olabilir ve evrim
farklı bir yönde dallanarak gidiyor olabilir, büyük ihtimalle
öyledir de. Onların da evrimi durmamıştır.
-Dış
görünüşte değişme olmasa da genetikte değişim olabilir.
Sadece dış görünüşe bakarak evrim durmuştur
denmemelidir
Umarım
yazı açıklayıcı olmuştur.
NEDEN
MAYMUNLAR İNSAN OLMUYOR?
Evrim
hakkındaki evrimi bilmeyen kişiler tarafından çok sorulan bir
sorudur bu: Madem insanlar maymunlardan geldi neden şimdiki
maymunlar insan olmuyor?
Burada
birden fazla yanlış yargı var. Temel yanılgı ve yanlış
anlayış bence bu: Bu tür bir soru soran kişi insanın zaten bir
maymun türü olduğunu aklına getirmez. Bizler homo sapiens olarak
hayvanlar âlemindeki insansı maymunlarız. Yani zaten bizler de
birer maymunuz; siz kabul etseniz de etmeseniz de… İnsan hayvanlar
âleminde, memeliler sınıfında, primatlar takımında, insansılar
familyasında bulunan bir maymun türüdür. Yani argüman şu
olmalıdır: neden şempanzeler, orangutanlar vs. insan olmuyor
Büyük
ihtimalle bu soruyu kafasında oluşturan kişi o meşhur maymunun
aşama aşama insana dönüştüğü çizimden yola çıkarak bu
soruyu sormuştur. Nitekim evrim düz bir çizgide ilerlemez,
dallanarak gelişim mevcuttur(herkesin evrim için kullanılan o
çizim yanlıştır). Bizler bugünkü maymunlardan yani
şempanzelerden ya da bonobolardan gelmiyoruz. Bizlerin o hayvanlarla
atamız ortak… Onlar bizim evrimsel kuzenlerimiz. Yaklaşık 7-7,5
milyon yıl önce bizlerin ve şu anki şempanzelerin ortak atası
olan hominidlerin evriminin sonucuyuz.
Size
küçük bir örnek vermek istiyorum. Yaklaşık 2000 kişilik bir
kabiledesiniz. Bunlardan 750si kabileden ayrıldı ve farklı bir
kabile oluşturdular. Bu giden kabileye B kabilesi kalan kabileye A
kabilesi dersek; B kabilesi neden A kabilesine dönüşmüyor diye
sormak mantıksız olacaktır çünkü artık B kabilesi A
kabilesinden bağımsız ayrı bir kabiledir. Ekonomileri, sağlık
yapıları, nüfus artış hızı, nüfus yoğunluğu vs. iki
kabilede farklılık gösterecektir.
Aynı
şekilde 7 milyon önceki şempanzelerle olan ortak atalarımız
doğal yollarla farklı şekilde evrim geçirmeye başlamıştır ve
bugünkü şempanzelerin insan olmasını bekleyemezsiniz. Ya da
bugünkü Amerikalıların ve Avusturalyalıların çoğu Avrupalı
insanların torunlarıdır, o halde neden şu anki Avrupalılar
Amerikalı olmuyor sorusuna benzeyecektir ilk sunulan soru.
Bir
başka konuysa şu anki şempanzelerin insana dönüşmesi evrimi
kanıtlamaz aksine evrimi çok zora sokar [tabi öyle bir şey
olsaydı]. Evrim dallanarak gelişim üzerine kuruludur. Evrime göre
hiçbir tür öbürüne dönüşemez: eğer dönüşürse evrimin bir
amacı, ya da çeşitlenmenin kesin bir kuralı olduğu
düşünülecektir. Şempanzelerin 7 milyon yıllık evrim sürecinden
sonra, insanı oluşturacak aynı mutasyonların gerçekleşmesi,
aynı seçilimlerin yaşanması, aynı çeşitlenmeden geçmesi
evrime aykırıdır. Evrimsel Biyoloji ‘de, aynı çağda yaşayan
çağdaş türler birbirlerine evrimleşemezler!
Ve nitekim insana evrimleşmek evrimin amacı değildir, evrimin
amacı yoktur. Dolayısıyla argümanın sunulması bile
hatalıdır.
Sonuç
*İnsan, günümüzdeki maymunların
hiçbir türünden gelmemektedir. Zira
insanın kendisi de bir maymun türüdür
*Bu
soru neden bugünkü Avrupalılar Amerikalı doğmuyor sorusuna
benzer.
*Bugünkü
insan harici maymun türlerinin insana dönüşmesi evrimi kanıtlamaz
aksine zora sokar belki de çökmesine yol açar.
*Evrimin
insana dönüşmek gibi bir amacı yoktur
*Evrimsel
Biyoloji’ de hiçbir çağdaş tür bir diğerine evrimleşmez.
ORGANLAR
ARASI UYUM
Evrimi
anlamak açısından canlılardaki organizasyonun uyum içinde nasıl
gelişim gösterdiğini anlamak önemli bir konu bana göre:
canlılardaki dokular ve organlar kesinlikle bir uyum içerisindedir.
Örneğin bu yazıyı okurken yaptığınız göz hareketi, kas ve
sinirlerin aktivitelerine dayanır. Ayrıca organizmaların bütün
aktiviteleri hücrelerdeki aktivitelerin ve canlılık içindeki
uyumun bir sonucudur. Sindirim sistemindeki bir organ olmasa vücut
doğru çalışmaz. Kalp ve damarlarda da uyum ve karşılıklı
ilişki söz konusudur. Bu böyle uzar gider…
Yaratılışçılar
bu uyuma bakıp: tüm bu uyum, canlılık tesadüfen oluşamaz,
bunlar muhakkak bir akıllı tasarımcının elinden çıkmış
olmalıdır der. Tüm bu uyumun sadece tesadüflerle açıklanamayacağı
konusunda yaratılışçılarla hemfikiriz fakat asıl çeliştiğimiz
yer akıllı tasarımın değil doğal seçilim ve evrimin
canlılardaki bu uyumu açıklayacak biyoloji konusu olduğudur.
Canlılardaki bu tasarım sanrısı evrimin ilgi alanıdır.
En
basit haliyle evrim canlılığın çeşitlenip şekillenmesini,
canlılığın nesiller boyu gelişimini açıklar. İlkel canlı
gelişerek prokaryotu, prokaryot ökaryotu, ökaryot koloniyi, koloni
çok hücreliyi oluşturmuştur. Çok hücreli canlılar da
milyonlarca yıldır evrimin mekanizmalarından geçerek çeşitlenmeye
devam eder. Bu da doğal seçilimle ve diğer evrim mekanizmalarıyla
açıklanır ki önceki yazılarda bundan bahsetmiştik. İyi olan
özellikler tutulur ve kötü olanlar gelecek nesle aktarılamaz.
Nesiller boyu canlılık değişip gelişerek bugüne kadar
ulaşmıştır.
Canlılardaki
az önce saydığım tüm o sistemlerin gelişimini anlamak için bu
organları, sistemleri daha basite indirgemek gerekir. Bunun için de
kolonilere bakmamız uygundur. Birçok koloni tipi vardır; volvoks
kolonisi, pandorina kolonisi, eudorina kolonisi vs...
Koloniler
ile birlikte tek hücrelilerden çok hücreliye geçiş sağlanmıştır.
Koloniler dokular kadar organize olamamış, dokular kadar karmaşık
olmayan ama gelişimi ile dokuları ve organları oluşturacak hücre
gruplarıdır.
Pandorina
kolonisinde hücreler arası işbirliği bulunmaz. Bütün hücrelerin
yapı ve fonksiyonu aynıdır ve genelde 16 hücrenin bir araya
gelmesi ile oluşurlar. Volvoks kolonisi pandorinadan daha
gelişmiştir ayrıca hücreler arası işbirliği ve uyum daha fazla
sağlanmıştır(evrimsel süreçte pandorina kolonisinin gelişimi
ve değişimi volvoksu oluşturmuş denebilir), bunun yanında hücre
sayısı 500 ila 50.000 arasında değişir. Belli hücrelerin bazı
özellikleri, işlevini kaybetmiş bazı özellikleri kalmıştır,
yani hücre grupları belli biçimde bir görev için farklılaşmaya
başlamıştır. Örneğin bir hücre grubu hareketi sağlamak için
özelleşirken diğer hücre grubu yönetimi sağlamak üzere
özelleşmeye başlamıştır.
Zamanla
bu hücre gruplaşmalarının giderek gelişmesi ve dokulaşmayı
başlatmış olması en olası ve bilimsel çözüm olarak görülüyor.
Atıyorum hareket için başta 100 hücre özelleşmişse canlılığın
gelişimi ile 1000 hücre özelleşmiş daha sonra da bunun sonucunda
dokular ve organlar gelişmiş olabilir(şu an kabul edilebilir yanıt
da budur). Uyum içerisinde birbirine bağımlı hücre
grupları uzun bir süreçte gelişerek bu organları ve uyumu
sağlayacaktır. Yaratılışçılar gibi kişiler zaten evrimden
anlamadığını bu şekilde gösteriyor, tutup "Hadi yarı
karaciğere sahip canlı göster" demek evrimi anlamamaktan
geçer.
Kısaca
canlılık içerisindeki bu uyum bu mükemmel tasarım sanrısına
kapılmayı sağlayan organizmalar evrimsel süreçte bazı
hücrelerin bir görev üzerinde özelleşmeye başlamasıyla ve
organlardaki bu karmaşıklığın tek hücrelilerden çok hücreliye
geçiş aşaması olan kolonilere bakılmasıyla açıklanabilecektir.
Tek hücreden çok hücreye geçiş aşamasında uyumun temelleri
atılmış daha sonra da canlılık ile beraber gelişmiştir.
YARATILIŞÇI
İDDİALAR
SADECE
BİR TEORİ
“Evrim
hala teoridir” diye sunulan argümanlara geldi sıra… Bu serideki
yazılarda değinmiştim: Cinsel Seçilim, Yapay Seçilim, Doğal
Seçilim artık sadece düşüncelere dayanmaz, deneylerle,
gözlemlere dayanır. Örneğin Endler'in Lepistes Deneyi cinsel
seçilimi gözlemlemeye yaramıştır. Büyük endüstriyel devrimden
sonra gece kelebeklerinin sadece kirli ortamlarda renk değiştirmiş
olması doğal seçilimi sadece bir düşünce olarak bırakmaktan
kurtarmıştır ve yapay seçilim de birçok deneyle gözlemlenmiştir.
Anlayacağınız Evrim Teorisini oluşturan her bir evrim mekanizması
bir bilimsel gerçektir.
‘Teori’
sözcüğü, halk dilinde bir belirsizlik ifade eder. Bu sebeple
sadece bir teori görüşünde olanlar teorinin anlamını bilmezler;
çünkü konu bilim olduğunda teori sözcüğü belirsizlik ifade
etmez. ‘Bilimde kuram veya teori; bir olgunun,
sürekli olarak doğrulanmış gözlem ve deneyler baz alınarak
yapılan bir açıklamasıdır. Çok geniş bir kullanım alanı olan
teori kavramı gündelik konuşmada "bir durumu veya davranışı
açıklamak için ileri sürülen fikir"
anlamında[ kullanıldığı için, bilimsel bağlamdaki
kullanımı yanlış anlaşılmıştır.’
Bilimde
bir gözlem yapılır, bu gözleme uygun hipotezler ortaya atılır.
Hipotezler deney ve gözlemlerden geçer ve eğer yanlışlar varsa
geliştirilir, gözlemlerle uyumlu hale gelen diğer hipotezler ile
bir araya getirilerek teori ortaya konulur. Yani teorilerin temelinde
gözlem ve deney vardır. Teoriler, gerçekleri açıklamak ve onları
bir araya getirmek üzere yapılan girişimlerdir. Doğal seçme
Darwin'in, fosillerle, biyocoğrafya ile ve diğer bulgularla
belgelediği, evrimin tarihsel olaylarını açıklamak için
kullandığı mekanizmadır. Anlatmak istediğim şudur: Evrimin bir
teori oluşu onu küçültmez aksine onun şu an kullanılması
gerekilen bir düşünce olduğunu gösterir. Yaratılış ise
bulgulardan yoksun olduğu için gözlemlerle uyuşmadığı için
terkedilmiş, yanlış çıkmış, rafa kaldırılan bir tezdir.
Ayrıca
evrim yalnızca teoridir diyenler bir yanılgı içindedir: Evrim hem
teori hem olgudur. Yani evrim bir doğa gerçeğidir, bu gözlemlere
dayanır(yukarıda ve diğer yazılarda bahsetmiştim). Fakat evrim
adlı olguyu açıklamaya çalışan evrim teorisi hala teoridir.
Yani sadece şu anda yapılan açıklamalar değişebilir. Fakat
evrim hala bir doğa gerçeği kalacaktır. Sizin anlayacağınız
evrim sadece teori değildir. Evrim kuramı ile evrim birbirine
karıştırılmamalıdır. Evrim kuramı değişip geliştirilir
fakat evrim bir gerçektir, olgudur.
Evrim
ile yer çekimini karşılaştıracak olursanız:
*Yerçekimi
düşme eylemi ile maddelerin birbirini çekmesinin gözlemidir
*Maddelerin
birbirini çekmesine yer çekimi denir.
*Yerçekimi
bir olgudur
*Sirke
sineklerinin nesilden nesile değişmesi nesiller arası organizma
değişiminin bir gözlemidir
*Organizmaların
nesilden nesile değişmesine evrim denir.
*Evrim
bir olgudur.
Tıpkı
evrim gibi yerçekimi de bir olgu ve bir teoridir…
Yerçekimi teorisi ile evrim teorisinin benzerlikleri bunlarla sınırlı değildir. İkisi de geliştirilmeye açık teorilerdir. Örneğin yerçekimi kuramını ortaya atan Newton'un hatalar yaptığını, kuramının eksik olduğunu şu an biliyoruz. Aynı şekilde kuramını ortaya atan Darwin de yanılıyordu, hataar yapmıştı ve kuramı eksikti. Bu iki kuram da gözlemlerle uyuşacak şekilde genişletilmiş, daha doğru bulgulara ulaşılmıştır. Şu an "Newton'un yerçekimi"ni değil "Einstein'ın izafiyeti"ni kullanıyoruz. Ve şu an Darwin'in ortaya attığı kuramı olduğu gibi değil, daha gelişmiş ve daha fazla soruya cevap veren evrim kuramını elimizde bulunduruyoruz. Fakat iki kuramın da ortak özelliği, belli bir doğa yasasını incelemektir. İkisinin de kuramı geliştirilmiştir, bu bilimsel yöntemin nasıl işlediğini çok iyi gösterir.
Evrim
teorisi konusundaki bazı kavramlar aşağıdaki gibidir ve hepsi de
birer gerçektir:
-Dünya’da
yaşam 2 milyar yıldan fazla bir zaman önce ortaya çıkmıştır.
-Hayatın
başlangıcından bu yana yaşam formları değişmiş ve
çeşitlenmiştir.
-Türler,
birbirlerine, bir ya da birkaç ortak atadan gelen ortak kökenlerle
bağlıdır.
-Doğal
seçilim, türlerin değişimlerini etkileyen, önemli bir etkendir.
Tüm
bu maddeler ve çok daha fazla gerçeğin birleştiği nokta
evrimdir. Evrim gerçeklerle donatılmış bir teoridir. Bilimseldir
ve bu onu kabul edilir yapar.
Bir
başka noktaya parmak basmak gerekirse: bilimsel bir teori temelden
değişemez, temelden bir teoriyi değiştirmeniz mümkün değildir
çünkü az önce de bahsettiğim gibi teoriler gerçeklerle
bezenmiştir. Teoriler kökünden değişemez, sadece geliştirilir.
Şu an sineklerin nesilden nesile değişmiş olduğu gerçeğini
değiştiremezsiniz, gözlemlenen birçok yararlı mutasyonu
değiştiremezsiniz, doğal seçilimin gözlemlenmiş olduğu
gerçeğini değiştiremezsiniz. Ortaya yeni atılacak teori de bu
gerçekleri içermek zorundadır. Sadece bir teori deyip küçümsemeye
çalışsanız bile yaratılış gerçek olamaz çünkü bu gerçekler
değişemez. Yani bir gün Evrim Teorisi yerini başka bir
teoriye bıraksa bile(ki bu pek mümkün değildir çünkü az önce
de bahsettiğim gibi evrim aynı zamanda bir doğa gerçeğidir) yeni
ortaya atılacak teori bu gerçekleri, gözlemleri içermelidir. Ki
bu gözlemler birebir gelişimi doğruladığından evrim
çürütülemez. Canlıların değiştiği bir doğa yasasıdır.
Es
geçmemiz gereken bir konu da şudur: bir hipotez kanıtlanamaz,
gözlemlerle uyuşur. Bir şeyi kanıtladığınızı söylediğinizde,
onun değişmeyeceğini de söylemiş olursunuz. Fakat bilim
dinamiktir ve bahsettiğim gibi Evrim Teorisi de zamanla gelişecek
bir kuramdır. Eğer bir hipotezi çürütebilecek tek bir bulgu
bulunabilirse, o zaman hipotezin yanlış olduğundan emin
olabiliriz. Ancak hipotezimizi destekleyecek bulguların bulunması,
hipotezin "kesin doğru" olduğu anlamına gelmez. Bilim
doğrulanabilir değil yanlışlanabilirdir. Bir hipotez ortaya
atıldığında yapılan şey o hipotezi çürütmeye çalışmak
olur, ispatlamak değil. Yaratılış da yanlışlanmıştır. Evrim
ise yaklaşık 150 yıldır birçok sınavdan başarıyla geçmiştir.
Ve bu süreçte geliştirilmiştir de.
O
halde neden evrim çürütülemez dedim diye düşünecek
olursak Evrim Kuramı, "tamamen çürütülebilme"
evrelerini zaten aşmıştır. Artık o kadar büyük bulgularla
desteklenen ve o kadar farklı bilim dallarıyla ilişkili bir bilim
dalıdır ki, toptan çökmesi olanaksızdır. Her zaman dediğim
gibi sadece geliştirilecektir.
Sonuç
-Evrim
Teorisini oluşturan her mekanizma bilimsel bir gerçek olup
deneylere gözlemlere dayanır
-Teori
sözcüğü bilimde; günlük hayatta kullandığımız anlamda
belirsizlik nitelemez. Aksine teori; bir olgunun, sürekli
olarak doğrulanmış gözlem ve deneyler temel alınarak yapılan
bir açıklamasıdır
-Teori
ile hipotez birbirine karıştırılmamalıdır. Evrim bilimsel bir
teori iken yaratılış terkedilmiş bir hipotezdir.
-Evrim
sadece teori değil aynı zamanda olgudur da.
-Evrim
ile Evrim Kuramı birbirine karıştırılmamalıdır. Evrim kuramı
evrim olgusunu, doğa gerçeğini açıklamaya çalışır ve
değiştirilip geliştirilir ama çürütülemez.
-Bilimsel
bir teorinin temeli bırakılamayacağından evrim teorisi yerini
başka bir teoriye bıraksa bile evrim olgusu değişmez.
-Canlıların
değiştiği bir doğa yasasıdır.
- Bilimsel
bilginin tepesinde, kanunlar değil, teoriler bulunmaktadır. Bu
sebeple evrim yalnızca teoridir demek akla yapılan bir hakarettir.
YARARLI
MUTASYON YOK MUDUR?
En
çok kullanılan yaratılışçı argümanlarından biri de yararlı
mutasyonların olmayışıdır. Hiç yararlı mutasyon olmamasını
söylemelerine karşın sürekli bu cümle kullanılır:
‘mutasyonların %99’u zararlı %1’i etkisizdir.’ Bu oranları
tamamen uydurmaları bir yana 1960lı yıllarda mutasyonların
%70-90lık büyük bir kısmının etkisiz olduğu, geriye kalan
kısmın çoğunluğu zararlı ve azınlığı da yararlı etki
yaptığı istatistiki olarak ispatlanmıştır. Yani bahsedildiği
gibi %99 zararlı gibi bir durum söz konusu değil.
Mutasyon
konusu hakkında anlatacaklarımı maddelemek isterim ki anlaşılır
olabilsin:
1.Mutasyonlar
genetik materyallerde beklenmedik gerçekleşen değişimlerdir. Az
önce %70-90lık mutasyonun etkisiz olduğunu söylemiştim. Fakat
söz konusu etkisiz mutasyonlar da evrimsel süreçte etkilidir.
Şöyle ki bu mutasyonların meydana geldiği birey üzerinde bir
etkisi yoktur fakat bu nötr mutasyonlar birden fazla olacak şekilde
bir araya gelirse değişim sağlar. Yani etkisiz mutasyonlar da
evrimin çeşitlenme mekanizmasında katkı sağlar.
Yararsız
mutasyonlar birikerek değişim sağlayabilir.
2.Mutasyonlar
yaratılışçılar tarafından oldukça abartılmaktadır. Her zaman
kullanılan bir örnek olup, evrimin sadece mutasyonlardan ibaret
olduğu havası verilir. Oysaki mutasyonlar evrim süreci içerisinde
abartılacak derecede bir öneme sahip değildir; mutasyonlar yararlı
ya da zararlı çeşitlenmeyi sağlar ve asıl olay bundan sonra
başlar. Asıl bahsedilmesi gereken bu yararlı ve zararlı
değişimlerin doğada seçilmesidir ki bundan daha önce doğal
seçilim yazımızda bahsetmiştik. Mutasyon evrimdeki çeşitlenme
mekanizmalarından biridir fakat tek çeşitlenme mekanizması
değildir. Örneğin mutasyondan başka crossing-over, endosimbiyotik
gen transferi, gen akışı, transpozonlar gibi bir sürü çeşitlenme
mekanizması mevcuttur.
Mutasyonlar
evrim mekanizmalarının merkezinde değildir.
3.Yaratılışçılar
tarafından en çok girilen yanılgı büyük çaplı mutasyon ile
küçük çaplı mutasyonun karıştırılmasıdır. Büyük çaplı
mutasyonların çoğunlukta zarar getirdiği doğrudur fakat zaten bu
zararlı çeşitlenme doğal seçilim mekanizmasında eleneceğinden
önemli olan kısım küçük çaplı mutasyonlardır.
Richard
Dawkins’in Kör Saatçi kitabından bir alıntı yapmak istiyorum:
Genetik
uzamda yapılacak küçük, gelişigüzel bir sıçramanın bile
ölüme götürme olasılığı yüksek. Bununla birlikte sıçrama
ne kadar küçükse, ölüm de o kadar uzak ve sıçramanın başarısı
o kadar yakın.
Yaratılışçılar
tarafından her zaman büyük çaplı değişimler ele alınmaktadır
ve mutasyonlar baştan sona zararlı imajı verilmektedir fakat
evrimin çeşitlenme mekanizmalarında bir değişim ne kadar küçük
çaplı olursa o kadar yararlı olma ihtimali yükselir.
Yapılacak
büyük bir değişimin yararlı olma ihtimali küçüktür. Buna
yine Kör Saatçi kitabından bir örnek vermek gerekirse(sayıları
değiştirip örneği kısalttığımı söylemem gerekir):
Tam
olarak iyi ayarlanmamış bir mikroskop düşünelim. Mikroskobun
durumunda yapılacak rastlantısal bir değişim(mutasyona karşılık
gelecek bir değişim) ile görüntüyü daha kaliteli hale getirme
şansımız var mıdır? Varsayıyorum ki mercek gerekenden 5 mm daha
yakın olsun. Şimdi de yapılacak değişimi düşünelim: merceği
gelişigüzel bir yönde 3 mm oynattığımızı varsayıyoruz. Eğer
merceği 3 mm yukarı oynatırsak değişim zararlı olacaktır, eğer
3 mm aşağı oynatırsak değişim yararlı olacaktır. Şimdi bir
de merceği 15 mm oynattığımızı düşünelim: bu durumda
yukarıya da aşağıya da oynatırsak değişim zararlı olur.
Küçük
çaplı bir değişimin büyük çaplı bir değişime oranla yararlı
olma ihtimali büyüktür. Çeşitlenmede de küçük çaplı
mutasyonlar es geçilerek tüm mutasyonlar zararlıdır imajı
verilir.
Bu
örnek için küçük bir not şeklinde paragraf geçmeliyim: bu
yalnızca bir benzetme, ve her benzetme gibi olaylar arasında
farklılıklar olacaktır, eğer farklılık olmasaydı bunun adı
benzerlik değil özdeşlik olurdu. Bu örnekte dikkatin çekilmesi
gereken nokta: değişimin küçüldükçe yararlı olma ihtimalinin
arttığıdır.
4.Şimdi
de asıl olayımıza dönelim: şu ana kadar hiç yararlı mutasyon
gözlemlenmiş midir? Tüm mutasyonlar zararlı mıdır?
Yaratılışçıların bahsettiği gibi bu çeşitlenme mekanizması
baştan sona evrime zarar mı sağlar yoksa doğal seçilim için iyi
özellikler geliştirebilir mi?
-Canlıların
vücut boylarını küçültmeleri: Günümüzde yaşayan hayvanların
çoğu atalarına oranla çok daha küçük vücut ölçülerine
sahipler. Bunun onlara sağladığı yararsa daha kolay barınak
bulabilme, daha az besine ve daha az suya ihtiyaç duyma, su kaybının
azalması, rahat hareket edebilme ve buna bağlı olarak düşmandan
daha rahat kaçma ve saklanma…
-Mongoloid
ırkın gözlerinin çekik olması: Eskimolarda buzdan veya kardan
yansıyan ışıktan korunmada ve dolayısıyla kar körlüğünün
engellenmesinde çekik gözün önemi çok büyük. Moğollarda da
çekik gözler hem çöl kumlarından, hem de çölün yansıttığı
ışıktan korunabilmeyi sağlıyor.
-Çöl
bitkilerinde görülen bütün uyumlar mutasyonlar sonucu ortaya
çıkmıştır. Örneğin yaprakların küçülmesi ve dikensi
yapılar halini alması çöl bitkilerinde su kaybını en aza
indirger.
-Bilindiği
üzere, sürekli ve düzensiz antibiyotik kullanımı, bakterilerde,
bir süre sonra o antibiyotiğe karşı direnç gelişmesine sebep
olur. Çoğu zaman, mutasyon sonucu gelişen bu direnç, bakterinin
antibiyotiksiz ortamda yaşamasını zorlaştırıcı bir durum da
yaratır. Dirençli bakteriler, antibiyotiksiz ortamda, mutasyona
uğramamış olanlara göre daha yavaş ve zor ürer. Yani direnç
gelişimi, antibiyotiksiz ortamda, bakterinin üremesi ve çoğalması
adına zararlı bir mutasyon olsa da, insan vücuduna, yani
antibiyotikli ortama giren aynı bakteri için faydalı bir durumdur.
-CCRS
genindeki mutasyon HIV’den AIDS’e geçişi yavaşlatır ve aynı
gende gerçekleşen iki mutasyon bir kimsenin HIV enfeksiyonuna karşı
direncini arttırır.
-Klamidyalar,
ışıkta fotosentez yapabilen ama karanlıkta da karbon kaynağı
olarak asetatı kullanarak az da olsa bir süreliğine büyüyebilen
bir tür tek hücreli yeşil alg türüdür.Graham Bell, klamidyaları
karanlık ortamda yüzlerce nesil üretmeyi başardı ve şöyle
bi sonuç elde etti: Deneyin ilk başında bazı klamidyalar
karanlıkta gayet iyi büyürken, bazıları hiç büyüme
göstermemişti. 600 jenerasyon sonra ise, klamidyaların büyük
çoğunluğu karanlıkta gayet iyi büyüyebilir hale gelmişti.
Hemen hepsi karanlığa adapte olmuştu.Bu deney, faydalı
mutasyonların, hayatta kalmak için ışığa nerdeyse bağımlı
olan bir canlıda ne kadar hızlı geliştiğini ve sonunda canlının
ışıksız ortamda sorunsuzca yaşayabilir hale geldiğini
göstermesi açısından önemlidir.
Oldukça
uzatılabilecek olan bu maddeleri burada kesmek istiyorum. Asıl
belirtmek istediğim yararlı mutasyonların da gerçekleştiğidir.
Sonuç
-Bahsedildiği
gibi mutasyonların %99’u zararlı değildir. %70-90 lık büyük
bir kısmı nötrdür
-Nötr
mutasyonlar da birikerek değişim sağlayabileceğinden evrime katkı
sağlar
-Mutasyonlar
evrim mekanizmalarının merkezinde değildir
-
Küçük çaplı bir değişimin büyük çaplı bir değişime
oranla yararlı olma ihtimali büyüktür. Çeşitlenmede de küçük
çaplı mutasyonlar es geçilerek tüm mutasyonlar zararlıdır imajı
verilir.
-Doğada
yararlı mutasyonlara sıkça rastlanmıştır.
KAMBİYEN PATLAMASI (3)
Kambriyen
patlaması yaratılışçılar tarafından sürekli olarak sunulan
bir argümandır. Bu argümana göre kambriyen patlaması ile
canlılar karmaşık bir şekilde bir anda oluşmuştur ve bilinen
hiçbir atası yoktur. Bu argümanı münazaralarda, katıldıkları
TV programlarında, yayımladıkları kitaplarda sürekli olarak
tekrarlarlar. Bir de bununla ilgili ‘evrimcilerin kambriyen
itirafı’ adı altında canlıların bir anda oluştuklarını
söyledikleri kaynaklar alıntılarlar. Onlara göre evrimciler
kambriyen patlamasıyla canlıların atasız bir şekilde
oluştuklarını itiraf etmiştir. Bununla ilgili birkaç alıntı
yapayım.
William
Schopf:
“ Kambriyen-öncesi ve Kambriyen arasındaki
sınıra hep keskin bir süreksizlik olarak
bakılmıştır. Kambriyen katmanlarında deniz bitkileri
ve hayvanlarına ait bolca fosil bulunur: Deniz otları, solucanlar,
süngerler, yumuşakçalar, ampul kabuklular ve dönemin belki de en
ilginç özelliği olarak trilobit adı verilen ilk eklem
bacaklılar... Kambriyen hayvan
örtüsü sanki bir anda var olmuştu ve bilinen hiçbir atası
yoktu…
Yaşam,
trilobitler kadar karmaşık canlılarla başlamış olamaz. Türlerin
Kökeninde Darwin şöyle der: "Kambriyen sistemi
öncesindeki dönemlere ilişkin fosil birikimlerinin neden
bulunamadığı sorusuna gelince, tatmin edici bir yanıtım yok…
Şu anda bu soru yanıtsız kalmak zorunda ve bu durumda kitapta öne
sürdüğüm görüşlere karşı gerçekten de geçerli bir argüman
olarak ele alınabilir." “
William
Schopf bunu kesinlikle 1978 yılında yayımladığı makalesinde
yazmıştır. Buraya kadar yaratılışçıların lehine konuştuğu
sanılır fakat tam tersi. Yaratılışçılar bu örneği sık
kullanır fakat devamını yazmazlar. Makalenin devamında bakalım
ne demiş Schopf:
“Bu
argüman artık geçerli değil; bu sorunun yanıtı bundan yirmi yıl
önce bulundu “
Yukarda bahsedilen alıntının tamamen devamında, arada hiçbir şey yazılmadan bu söz söylenmiştir. Ve bahsedilen makalenin devamında bu iddia çürütülmüştür(bu denemenin devamında o makaleden alıntıladığım bilgileri sunacağım.)
Buraya kadar ki kısımda ‘evrimcilerin itirafı’ diye adlandırılan olayların yanlışlığında durdum. 1950 li yıllardan sonra bir biyoloğun yazdığı makale canlılığın birden bire ortaya çıktığından bahsediyorsa bu makalenin devamında bu iddiayı çürütüyordur. Bunula ilgili Richard Dawkins’ ten de örnek verebilirim Douglas Futuyma’ dan da örnek verebilirim daha birçok biyologdan da örnek verebilirim fakat şimdi asıl konumuza dönelim: Kambriyende ortaya çıkan canlıların atası var mıydı?
Bir
başka kambriyen hakkında evrimci itirafını(!) ele alırsam:
Mark
A. S. McMenamin:
Kambriyen fosilleri,
günümüz canlı hayvanlarınınkine benzer beden modelleri olan
hayvanları da içeriyordu. Bu yüzden de fosil kayıtları şaşırtıcı
bir soru ortaya çıkardı: Bu bol, çeşitli ve gelişmiş ilk deniz
hayvanlarına yol açan eski biçimler nereye gitmişti?
1987
yılında yayımladığı makalesinde McMenamin bunu söylüyor fakat
devamında bu iddiayı cevaplayıp kambriyen öncesi ile kambriyen
arasındaki geçişi, kambriyen öncesi fosilleri açıklıyor. Zira
bir sonraki paragrafta şu cümle geçmekte:
“Son
yıllarda, dünyada birkaç bölgede Kambriyenden daha önceye ait
hayvan fosilleri bulundu.”
Uzun
yıllar boyunca Kambriyenin gerçekten bir patlama niteliğinde
olduğu sanıldı ve Kambriyenden öncesi için fosil bulunamadı.
Fakat bu sorunun yanıtının bir parçası en erken kambriyen
katmanlarının altındaki kayaçlarda bulunan fosillerden geldi. Bu
fosiller arasında denizanalarının, çeşitli solucan cinslerinin
ve büyük olasılıkla süngerlerin kalıntıları vardı.
1950’lerden
bu yana bilinen en eski tortul çökellerde bile Kambriyen öncesine
ait fosiller bulundu. Bu kalıntılar stromatolit adı verilen
kalıntılarda bulunuyordu. Kambriyen öncesinden kambriyene
geçiş dört ana evreye bölünebilir. Birinci evre ilk kabuklu
fosillerin ve Ediakara faunasının ortaya çıkışı ile
belirlenir. Bu evre yaklaşık 700 milyon ile 570 milyon yıl öncesi
arasında meydana gelmiştir. 570 milyon yıl önce başlayan ikinci
evrede (artı-eksi 40 milyon yıllık belirsizlikle) Ediakara
faunasının yok olduğu ve az çeşitliliğe sahip kabuklu faunalara
ilişkin ilk bileşimlerin oluştuğu gözlendi. Bu 5 ile 15 milyon
yıl sürdü.
10
ila 20 milyon yıl süren üçüncü evre orta çeşitlilikteki
kabuklu faunalarla archaeocyathan adı verilen, olağandışı vazo
şeklindeki bir grup canlının ilk kez ortaya çıkışı ile
belirlenir. 15 ila 30 milyon yıl süren dördüncü evre bol
çeşitliliğe sahip kabuklu faunaları ve trilobitlerin doğuşunu
gördü.
Kambriyen
öncesi fosilleri sıralayacak olursak:
-Stramatolitler
-Ediakara
Faunası
-Namibya’da
bulunmuş tüp biçimli ve kalsiyum karbonattan yapılma bir kabuğu
olan Cloudina
-
Çin’ in kambriyen öncesi kayaçlarında bulunmuş yine tüp
biçiminde bir kalsiyum karbonat fosili Sinotibutules
-Sabelliditid
ve Vendotaenid olarak bilinen tüp biçimli fosiller
-İkinci
evrenin karakteristik özelliklerini taşıyan Protohertzina
-Aynı
evrenin bir başka fosili Anabarites
-Phycoides ve
eklembacaklı izleri
-Üçüncü
evrede Brochiopodlar(kolsu bacaklılar)
-
Archaeocyathanlar
-Lapworthella
-Dördüncü
evredeki trilobitler
Anlayacağınız
Kambriyen döneminden önce fosiller bulunmuştur ve hiçbir canlı
atasız değildir. Unutmamak gerekir ki henüz tüm kayaçları
inceleyemedik ve büyük ihtimalle hepsini inceleyemeyeceğiz, bu
sebeple tüm fosillerin ortaya çıkarılması çok zor. Ve az
fosilin bulunması o dönemlerde az canlının yaşamış olduğunu
göstermez. Değil o dönemdeki bütün canlıların fosillerini
bulmak, birkaç tane fosil bulduğumuz için bile şanslıyız.
Nitekim yumuşak gövdeli canlıların fosil olarak korunamaması
bile fosilleşme ihtimalini azaltıp günümüze ulaşmasını
engeller. Yani tek bir fosil bile bulmuş olsak(ki oldukça bulundu)
bu kambriyen canlılarının atasız olmadığını gösterir.
Ama
hala bir gerçek var ki kambriyen dönemindeki çeşitlenme oldukça
fazladır. Peki ya bunun sebebi nedir? Kambriyen dönemindeki bu
canlı artışının sebepleri büyük ihtimalle bu şekildedir:
-Oksijen
düzeyindeki artış canlıların çeşitlenmesini hızlandırmıştır
-Kurulmaya
başlayan av avcı ilişkileri karşılıklı gelişimi sağlamış
ve bir silahlanma yarışını başlatmıştır. Bu da canlılığın
çeşitlenmesinde rol oynamıştır
-Mayoz
bölünme ve re kombinasyon(gen alışverişi) çeşitliliği
arttırmıştır.
-Kambriyen
öncesi ve Kambriyen dönemindeki canlılarda genetik bilgiyi
saklayan bağlantılar günümüz faunasındaki kadar karmaşık
değildi. Bu sebeple gerçekleşen mutasyonlar çok büyük
değişiklikler sağladı. Böylece, Kambriyen o zamandan bu zamana
eşi görülmemiş bir hızda yeni şubelerin ve sınıfların
doğmasına tanık oldu.
-Daha
önce hiçbir canlı tarafından işgal edilmemiş olan çok sayıda
ekolojik niş vardı. Bu da canlıların farklı bölgelerde farklı
şekilde değişim geçirmesine yol açtı
Es
geçilmemesi gereken bir diğer konu da Kambriyen Patlamasının
gerçek bir patlama olmadığıdır. 50 milyon yıllık bir süreç
jeolojik olarak kısa olsa da biyolojik türlerin çeşitlenmesi için
çok uzun bir süredir. Dolayısıyla bunu patlama olarak düşünmek
hatalı bir görüştür.
Sonuç
-
1950’lerden bu yana bir biyolog makalesinde canlılığın bir anda
oluştuğundan bahsediyorsa yazının devamında bu iddiayı
çürütecektir. Bu sebeple yaratılışçıların itiraf oalrak
sunduğu düşünceler hatalıdır. Bu yazıda da Schopf’ un ve
McMenamin’ in makalesinden aldığım dipnotları sundum. Ve onlar
da makalelerine sözüm ona itiraf ile başlıyorlardı.
-
Kambriyen öncesine ait fosil bulunması bile büyük bir şanstır.
Yumuşak gövdeli canlılar çabuk bozunurlar bu sebeple fosil verme
ihtimalleri azalır. Az fosil bulmamız az canlı yaşadığı
anlamına gelmez
-
Kambriyen öncesine ait bir çok fosil bulunmuştur(yukarıda
sıralandı)
-
Kambriyen dönemine her ne kadar patlama denilse de bu jeolojik
olarak kısa bir süredir biyolojik olarak değil. 50 milyon yıl
canlılığın çeşitlenmesine yeter de artar bile.
-
Kambriyen döneminde bu kadar fazla canlının çeşitlenmesinde bir
çok neden rol oynar(yukarıda sıralandı)
Yazıma
Hasan Aydın’ın bir televizyon programında kambriyen patlaması
üzerine söylediği birkaç cümle ile son vermek istiyorum:
“Ben
köy çocuğuyum. Çeşitli tohumlar sağa sola sıçrar, hiç bir
şey görmezsiniz. Üzerinden bir sürü zaman geçer. Bir sabah
kalkarsınız bir anda her tarafta farklı farklı bitkiler filiz
vermeye başlamış. Şimdi söylediğim şey bu kambriyen
patlamasında analoji kullanacaksanız böyle bir analoji kullanmanız
lazım. Yani tohum bir anda bitkiye dönüştü değil, zaten vardı,
bir sürü süreç geçti (…) İşte kambriyen patlamasını
da böyle algılamak, arkasındaki o 20 milyon yıllık süreci
görmek gerekir.”
ARA
FORMLAR ÜZERİNE
Madem
evrim var neden bir tane bile ara geçiş formu yok? Yaratılışçıların
kafasında kurduğu ara geçiş formu düşüncesi yanlış olduğu
için bir tane bile ara geçiş formu yok(!). Hiçbir zaman yarı
denizanası yarı balık bulunmayacak. Ve ya asla yarı timsah yarı
kuş bulunmayacak. Yarı boğa yarı balina gibi bir türün de
bulunması imkânsızdır. Çünkü hiçbir zaman bir kuş timsahtan
gelmez. Ve ya bir kara canlısı bir anda balinaya dönüşmemiştir.
Bununla ilgili Richard Dawkins’in bir sözü aklıma
geliyor: ‘Evrimin
böcekten bitişik komşulardan birine sıçramasını
bekleyebilirsiniz fakat böcekten doğrudan tilki ve ya akrebe
dönüşmesini bekleyemezsiniz.’
Yarı
insan yarı at şeklinde, Yunan Tanrılarının benzeri şekillere
sahip bir canlı aramak evrimin öngördüğü formlar değildir ki
bunların bulunmayışı evrimi çürütsün. Türleşmeyi Doğal
Seçilim başlıklı yazımda daha önce basit haliyle anlatmıştım.
Yaratılışçıların kafasındaki türleşme kavramı şudur:
A
türü ->ara tür-> ara tür-> ara tür -> B türü
Bu
sebepledir ki milyonlarca ara tür görmek isterler. Oysa türleşmede
böyle bir durum söz konusu değildir. Türleşme söz konusu
olduğunda bir kara canlısının birkaç nesil içerisinde bir
yarasaya dönüşmesi fikri kabul edilemez.
Bir
A türü düşünün. Bu A türünden iki popülasyon farklı
bölgelere göç etmiş olsun. Bu popülasyonlar farklı bölgelerde
ortama farklı şekilde adapte olacaktır. Bir yerden sonra artık bu
iki popülasyondaki bireyler o kadar değişmişlerdir ki
birbirleriyle çiftleşemez olmuşlardır. Artık tek bir A türü
değil birçok tür oluşmuştur. A türünden B ve C türleri
oluşmuş A türünün (büyük ihtimalle) nesli tükenmiştir. A
türü, B ve C türüne dönüşürken(bu olay milyonlarca yılda
olmuştur) asla bir ucube ortaya çıkmamıştır. A türündeki
canlılar sürekli çeşitli döller oluşturmuştur(uzun/kısa, az
tüylü/çok tüylü vs). Yeni oluşan bireyler arasından sürekli
yaşayabilenler döl vermiş yaşayamayanlar elenmiştir. Bu şekilde
canlılar değişerek zamanla farklı türleri oluşturmuştur.
Burada anlatmaya çalıştığım şey evrimde her canlı ara türdür.
A türü B ve C türlerine zamanla dönüşmüş olan bir ara türdür.
Anlayacağınız ara tür istediğinizde karşınıza ucube,
işlevleri yarım yamalak türler çıkmayacaktır.
Homo
sapiens(insan) işlevini gayet güzel yapan(ama mükemmel olmayan)
bir canlıdır. Milyonlarca yıl sonra Homo Sapiens diye bir tür
olmayacak. Onun yerine Homo Novus ve ya farklı bir tür olacak. Yani
insan da bir ara tür. Ve tüm diğer canlılar da. Ara tür demek
ucube bulun anlamına gelmez.
Sadede
gelirsek, ara geçiş formları kısaca bunlar:
Balıktan
amfibiyene:
Paleoniscoids,
Osteolepis, Acanthostega, Ichthyostega, Eusthenopteron, Tiktaalik,
Sterropterygion, Panderichthys, Eryops, Elpistostege,
Obruchevichthys, Hynerpeton , Tulerpeton, Labyrinthodonts ,Lungfish
(ciğer balığı)
Amfibiyenden
sürüngene:
Proterogyrinus,
Limnoscelis, Tseajaia, Solenodonsaurus, Hylonomus, Paleothyris,
Seymouria
Sürüngenden
memeliye:
Paleothyris,
Protoclepsydrops haplous, Clepsydrops, Archaeothyris, Varanops,
Haptodus, Dimetrodon, Sphenacodon, Biarmosuchia, Procynosuchus,
Dvinia, Thrinaxodon, Cynognathus, Diademodon, Probelesodon,
Probainognathus, Exaeretodon, Oligokyphus, Kayentatherium,
Pachygenelus, Diarthrognathus, Adelobasileus cromptoni, Sinoconodon,
Kuehneotherium, Morganucodon, Eozostrodon, Morganucodon, Haldanodon,
Peramus, Endotherium, Kielantherium, Aegialodon, Steropodon galmani,
Vincelestes neuquenianus, Pariadens kirklandi, Kennalestes,
Asioryctes, Cimolestes, Procerberus, Gypsonictops
Dinazordan
kuşa:
Allosaurus,
Coelophysis, Compsognathus, Eoraptor, Epidendrosaurus, Herrerasaurus,
Ceratosaurus, Allosaurus, Compsognathus, Sinosauropteryx,
Protarchaeopteryx, Caudipteryx, Velociraptor, Deinonychus, Oviraptor,
Sinovenator, Beipiaosaurus, Lisboasaurus, Sinornithosaurus,
Microraptor , Archaeopteryx , Rahonavis, Confuciusornis, Sinornis,
Patagopteryx, Ambiortus, Hesperornis, Apsaravis, Ichthyornis, Columba
Ayrıca
burada sayısız ara form listelenmiş:
YAŞAYAN
FOSİLLER
Bir
teist, bir yaratılışçı ile tartışırsanız size göstereceği
ve ya söyleyeceği şey büyük ihtimalle şu olacaktır "Bak
bu canlılar şu kadar yıldır evrim geçirmemiş nasıl evrimi
kabul ediyorsun ?". Yaratılışçıların değimi ile 'yaşayan
fosiller' evrimi çürütüyordur. Evrim mahvolmuş bitmiş tükenmiş
puf olmuştur. Bu yazıda yaşayan fosil iddialarını ele almayı
düşünüyorum. [Sakın ola fosil sergilerini ciddiye almayın.
Fosillerin künyesini sorduğunuz zaman 'künye ne ya?' diye cevap
verecek zihniyetin gerçek fosil taşıdığını iddia etmek mantık
dışıdır.]
Yaratılışçıların
birinci yanılgısı şudur: dış görünüşe bakarak evrimi
çürüttüğünü zannetmek. İzlediğim bir yaratılışçı
programda yaşayan bir fosili şu şekilde tespit etmişlerdi:
"Çeneleri birbirine benziyor, fosilde de yaşayan canlıda da
gözler birbirine yakın. Bakın demek ki aynı canlılar(malesef
cümleleri tam hatırlayamıyorum fakat yöntem bu şekildeydi.)."
Bunu söyleyen kişiler paleontoloji bildiklerini iddia ediyorlar. Ne
hazin bilim(!) ama...
Dış
görünüş bir çok kez bizi yanıltır. Evrimsel değişimin olup
olmadığını anlamak için dış görünüşe bakmak yetmez. Bir
örnek vermek gerekirse http://i.imgur.com/sun3xta.jpg
Şekildeki
fotoğrafta Anguilla Anguilla ile Anguilla
Rostrata yı görebilirsiniz. Dış görünüşe bakarak
yorum yapan biri ikisini aynı tür sanabilir fakat gerçek bunun
tersidir. Aynı şekilde bir çok fosil şu an yaşayan canlılara
oldukça benzeyebilir ama bu onların aynı canlı olduğunu
göstermez. Evrim morfolojiden ibaret değildir.
Yaşayan
fosil iddiasına bir başka yerden bakacak olursak evrimin
gerçeklemesine rağmen tür değişimi gerçekleşmeyebilir. Örneğin
insanlar arasında çeşitlenme oldukça görülmüştür(çekik
gözlüler, siyah tenliler, beyaz tenliler vs.) buna rağmen henüz
farklı bir tür oluşmamıştır. Siyah tenlisi de beyaz tenlisi de
çekik gözlüsü de Homo Sapienstir. Hepsinin aynı tür oluşu hiç
bir şekilde daha önce evrim geçirmemiş olduğunu ve ya hiç
çeşitlenme yaşamadığını göstermez. Ve yine eklemek istiyorum
canlılar evrimle son hallerine gelmiştir ama yine evrim teorisine
göre bir yerden sonra değişim azalabilir. Ama canlı önceki
evrelerde evrim geçirmiştir
Yaşayan
fosil iddiasına verilebilecek bir başka yanıtsa ataya dönüş
düşüncesi olacaktır. Bilindiği üzere canlılar silahlanma
yarışı içerisindedir. Silahlanma yarışını çok kısa bir
şekilde anlatmak gerekirse: av ve avcı olan farklı iki tür
birbirleri ile rekabet halindedir. Avcı sürekli avını yakalama
peşinde olacak, av ise ondan kurtulabildiği sürece yaşayıp döl
verecektir. Düşünün: bir kartal türü ve bir yılan türü
arasındaki rekabet sürecinde en kıvrak ve hızlı yılanlar
kartallar tarafından tutulmayacak, yavaş ve tembel olanlar ise
tutulup ölecektir. Nesiller içinde yılanlar büyük bir değişim
gösterip en hızlı ve en kıvrak yılan türünü oluşturacaktır.
Ve aynı şekilde yılanlar hızlandığı için kartal türündeki
bireyler arasında da en yavaş ve gözü en az görecek olan
kartallar yem bulamayıp döl veremeyecek, nesiller sonra en hızlı
ve gözü daha iyi gören türler oluşacaktır. Bir olayın
gerçekleşip bahsedilen kartal türünün yokolduğunu düşünelim.
Bundan sonra yılan türü ataya dönüş yaşayacaktır.
Burda
da evrimsel ekonomi ilkesinden bahsetmek gerekir. Bu yılan türü
içinde artık en yavaş ve en tembel olanlar nesil vermeye
başlayacaktır. Şöyle ki bu yılan türü içerisinden iki birey
düşünelim. Biri daha yavaş ve tembel öbürü daha hızlı ve
kıvrak olsun. Daha hızlı ve kıvrak olan hızına daha fazla
enerji harcayacaktır. Yavaş ve tembel olan ise hızına harcayacağı
enerjiyi (atalarının yaptığı gibi) başka yaşamsal
faaliyetlerine harcayıp hayatta kalma şansını arttıracaktır. Bu
durumda yavaş ve tembel olan birey döl verirken hızlı ve kıvrak
olan elenecektir. Bu şekilde evrim geçirmiş olan yılan türü
daha sonra tekrar atasının yaptığı faaliyetlere dönecektir.
Bunun fosillerini bulan bizler bu canlının milyonlarca yıl içinde
değişmediğini düşünürüz. Oysaki bu yılan türü önce evrim
geçirmiş sonra rakibinin yokolması durumunda tersine evrim
sürecine girmiştir. Yani değişmeyen fosiller(!) aslında değişmiş
olabilir.
Bir
başka değişimin azalması sebebi eşeysel seçilimden verilebilir.
Eşeysel seçilim önceki yazılarımızda açıklanmıştı. Eşeysel
seçilimde dişinin seçtiği en iyi birey döl verir ve gelecek
nesil bu seçilen erkek bireye göre olur. Fakat bir yerden sonra
eşeysel seçilim azalacaktır. Bunun sebebi büyük oranda az önce
bahsettiğimiz evrimsel ekonomi ilkesi olacaktır. Doğal seçilim
bir yerden sonra eşeysel seçilimi engelleyip evrimi durdurabilir.
Örneğin geyiklerin boynuzu bir yerden sonra çok fazla büyürse
rakip türlere karşı savunması azalıp yerinde sayabilir. Ya da
bir bölgede avcı tür yoksa ve geyikler eşeysel seçilimle
seçiliyorsa daha sonra avcı tür geldiğinde evrim tersine işler
ve geyik türleri ataya dönüş yaşayabilir
Güney Amerika kurbağalarının (Gastrotheca guentheri) alt çenelerindeki dişlerin tam 200 milyon yıl sonra yeniden ortaya çıkmasıataya dönüşe iyi bir örnek olacaktır. Bu kurbağaların bu dişlere 200 milyon yıldan beri sahip olmadığını, ancak ondan önce sahip olduklarını biliyoruz. Doğal Seçilim sayesinde Kullanılmamaktan ötürü kaybedilen dişler, kurbağaların bugün gereksinim duymalarından ötürü yeniden evrimleşmiştir.
Bahsedilen
iddiaya bir başka yerden verilmesi gereken cevap ise şudur: evrim
geçirmeye ihtiyacı olmayan türler neden evrim geçirsin ki? Hiçbir
silahlanma yarışı yoksa, mutasyonlar oldukça az geerçekleşmişse,
ortam değişmemişse neden tür değişimi olsun? Yaşayan fosillere
verilen bir çok örnek denizin dibinde yaşayan canlılar. Denizin
dibinde kozmik ışınlardan kurtulan canlılarda çok büyük bir
değişim görmeyi beklemezsiniz. Örneğin Latimeria türü
evrimsel süreçte türleşmemiştir. Bununla ilgili Kör Saatçi
kitabından alıntı yapmak isterim:
"Bazılarımız, Latimeriayı dek
inen soy çizgisinin aynı kaldığını, çünkü doğal seçilimin
bu çizgiyi hareket ettirmediğini söyleyeceklerdir. Bir
anlamda, Latimerianın evrimleşmeye “gereksinimi”
yoktu, çünkü bu hayvanlar koşulların fazla değişmediği bir
yerde, denizin diplerinde başarılı bir yaşam sürdürüyorlardı.
Belkide, hiç silahlanma yarışına girmediler. Karaya çıkan
kuzenleriyse evrimleşti, çünkü doğal seçilim, içlerinde
silahlanma yarışlarının da olduğu çeşitli düşmanca
koşullarla onları zorladı."
Bir
başka düşünceye geçmek istiyorum. Türleşme tek bir türün iki
tür haline geldiği bir süreçtir. Ve bu iki türden biri ortak ata
ile aynı tür olabilir. Örneğin X canlısı türleşme geçirecekse
Y ve Z türlerini oluşturabileceği gibi Y ve X türlerini de
oluşturabilir. Yani X türüne hala rastlıyor olmamız onun tüm
populasyonlarının evrim geçirmediği anlamına gelmez. Farklı
yere göç eden populasyonlar yeni tür oluştururken ortamın
değişmediği yerde kalan X türü populasyonu aynı kalabilir.
Böylece X türü hem değişerek hem değişmeden günümüze
gelecektir.
Yine
belirtmek isterim ki yaşayan fosilin bulunmuş olması onun evrim
geçirmediği anlamına gelmez: Yaşayan fosiller de zorunlu olarak
evrimsel değişiklikler geçirmişlerdir. Buna örnek olarak,
bulunan Coelacanth balık
fosilleri bir zamanlar kıyılarda ve sığ denizlerde yaşayan bir
canlı türü iken, günümüzde bu balık sadece derin denizlerde
yaşayan ve bu ortama uyum sağlamış bir canlı türüdür.
Yaşayan
fosillerin yine evrim geçirdiğini bir başka yerden daha
anlayabiliyoruz: canlının genomundan. 18 Nisan tarihli Nature
dergisinde "yaşayan fosil" olarak popülerize
olmuş Coelacanth'ın genomu yayımlandı. Her ne kadar
dış görünüşü hiç evrim geirmemiş olduğunu söylese de
genomu bize tersini söylüyor. Bununla ilgili Ergi Deniz Özsoy'dan
alıntı yapacağım:
"Her
şeyden önce, bu canlıdaki protein evrimleşme (değişim) hızı
akrabası olduğu akciğerli balıklara ve kök verdiği tetrapodlara
(dört ayaklı-üyeli canlılar) oranla oldukça düşük. Bu durum
dışsal olarak neden hiç değişmemiş gibi gözüktüğünü
açıklıyor. Ayrıca, vucut planlarının oluşumunda rol alan
merkezi gen grubu (Homeobox) dahilindeki değişimler ise tetrapod
yapısına giden yolu izah eder gözüküyor. Karasal yaşama geçişe
ilişkin bir sürü adaptasyonun genetik izleri de genomunda mevcut.
Diğer tetrapodlarla karşılaştırıldığında,
tetrapodların Coelacanth genomuna oranla 50 kadar
gen kaybettiği, bu kaybedilen genler nedeniyle karasal yaşam için
gerekli olan işitme, koku alma ve bağışıklık sistemi
değişimlerinin gerçekleştiği görülüyor. Ayrıca, karasal
yaşamda metabolizma artığı olarak ortaya çıkan azotun
uzaklaştırıldığı üre döngüsünün çok önemli bir enzimini
kodlayan gende, Coelacanthhattından tetrapodlara geçişte
önemli bir pozitif doğal seçilim etkisiyle değişim gerçekleştiği
ve üre döngüsünün böylece mümkün kılındığına dair izler
de mevcut. Uzun lafın kısası, kaba gözle bakıldığında hiç
değişmemiş gözüken bir canlı, uygun değişim ölçeğinde ele
alındığında aslında ortak köken ilişkilerini ve hayati
adaptasyonları kolayca gözleyebileceğimiz bir dizi değişimi
sergiliyor "
Buraya
kadar evrimin canlıların tamamen değiştireceği düşüncesinin
yanlış olduğunu ve yaşayan fosillerin de aslında evrimleşmiş
olduğunu anlatmaya çalıştım. Sıra geldi bu işin mantığına.
Düşünün!
Evrimi
destekleyen sayısız fosil var ama yaratılışçılar bu fosil
değişmemiş o halde evrim yanlış iddiasında bulunuyorlar. Evrim
geçirmiş sayısız canlı evrimi zaten doğrularken geçirmeyen
canlıların bulunması hiç bir şeyi değiştirmez. Bunu da bir
örnekle açıklıyım: Bir kabiledesiniz.Bir kişi ölüyor ve
diyorsunuz ki "Bu adam öldü o halde ölüm var"..Karşıdan
biri çıkıp size cevap veriyor "Bak bu adam yaşıyor o halde
ölüm yalan.Ölüm gerçekleşmez,ölüm saçmalıktır".Doğru
olanı siz seçin...
Bir
yerde bilimsellikle desteklenen bir olgu var,
Öbüründe
yanlışlarla dolu bir masalsı hikaye..Seçim sizin
Sonuç
-Dış
görünüşe bakarak bir türün yaşıyor olduğuna karar verilemez
-Çeşitlenme
gerçekleşmesine rağmen türleşme gerçekleşmeyebilir
-Kimi
zaman ataya dönüş gerçekleşebilir. Bir tür önce evrim geçirip
sonra eski haline dönebilir.
-Evrim
geçirmeye ihtiyacı olmayan türler türleşmeyebilir(değişim
oranı azalır). Ortam değişmezse, deniz dipleri gibi mutasyonun
azaldığı bölgelerde değişim azalabilir.
-
Herhangi bir X türüne hala rastlıyor olmamız onun tüm
populasyonlarının evrim geçirmediği anlamına gelmez. Farklı
yere göç eden populasyonlar yeni tür oluştururken ortamın
değişmediği yerde kalan X türü populasyonu aynı kalabilir.
-Yaşayan
fosiller iddiasında bulunulan türler incelendiğinde genomlarında
değişim olduğu gözlemlenmiştir.
-Yaşayan
fosil bulunması evrimi çürütmezken evrimi destekleyen onlarca
yüzlerce fosil yaratılış hipotezini çürütür.
PİLTDOWN
VE NEBRESKA ADAMLARI
Yaratılışçılar
tarafından sık kullanılan evrimin çürüdüğünü ve
sahtekarlıklar üzerine kurulu olduğu düşüncesini aşılayan iki
argüman: Piltdown ve Nebraska adamları
1.PiltDown
Adamı
Sık
kullanılan bir argüman olan Piltdown Adamının hikayesi kısaca şu
şekildedir:
Evrim
Teorisinin ortaya atılıp yaygınlaşmasıyla beraber neredeyse tüm
arkeologlarda evrimin öngördüğü geçiş formlarını bulma
hevesi ortaya çıktı çünkü biliyorlardı ki bunu bulan kişi
büyük bir üne sahip olacaktı. Bunun üzerine Charles Dawson
adında amatör arkeolog insan kafatası ile bir
orangutan çenesini birleştirerek sahte bir fosil yarattı ve
böylece derin bir sahtekârlık ile kendi ününü yüceltmiş oldu.
Üstelik Dawson üniversiteyi bile bitirmemişti(4). Ayrıca
incelendiği zaman sahte fosil yaparak kendini ünlü etmeye çalışan
kişilerin amatör arkeolog olduğu da gözlerden kaçmaz.
Üstelik
Dawson’ un tek sahte fosili de Piltdown adamı değildi.
Keşiflerinden en az 38 tanesinin sahte olduğu da belirlendi(5).
Anlayacağınız Dawson’ un amacı hiç bulunmayan(!) evrim
fosillerini bularak evrimi sahtekârlıklarla kanıtlamaya çalışmak
değil kendini ünlü edip bu işten prim kazanmaktı. Üstelik o
tarihten önce Neandertallerin fosilleri bulunmuştu bile. Bizim
evrimsel kuzenlerimizin fosilleri zaten bulunmuşken yaratılışçıların
‘Evrimi kanıtlayan fosil bulamadıkları için sahtekarlık
yaptılar’ demesi ne hazin şey…
2.Nebraska
Adamı(6)
-Yazı
belirtilen kaynaktan derlenen bilgilerle yazılmıştır-
Yaratılışçıların
iddiaları şu şekilde:
1922'de
Batı Nebraska'da bir azı dişi fosili bulundu. Evrimciler bu dişin
bir domuza ait olduğu anlaşılmadan önce tek dişe
dayanılarak Nebraska Adamının kafatası ve vücudunun
rekonstrüksiyon resimlerini ortaya koyup evrimi kanıtladıklarını
iddia etti.
Fakat
gerçek bu kadar basit değildir. Öncelikle Nebraska Adamı
çizimleri bilim adamı Grafton
E. Smith ile çalışmalar yapan bir çizerin eseridir ve
bilimsel bir yayın için değil popüler bir İngiliz magazin
dergisi için hazırlanmıştır. Nebraska adamı iddiasını da
yaratılışçıların iddiaları gibi büyük bir bilim adamı
topluluğu değil aksine çok az bilim adamı kabul etmiştir.
Ve
yine yaratılışçıların iddia ettikleri gibi büyük bir hevesle
savunulan bir keşif değildir:
“Hesperopithecus’un
bir maymun-adam ya da insanın doğrudan atası olabileceğini beyan
etmedim çünkü insanlarınkine (Hominidae) benzer dişlere sahip
insanımsı maymunlar (Simiidae) bulmuş olabileceğimizin de oldukça
mümkün olduğunu düşünüyorum…”
“Diş
yapılarına, kafatasına veya iskelete dair daha çok parçalar elde
edinceye kadar Hesperopithecus’un Simiidae veya Hominidler’in bir
üyesi olup olmadığından emin olamayız.” (Osborn 1922)
“1920
yılında Osborn, Pliyosen dönemi Nebraskasına ait iki molar azı
dişini tasvir etmiştir: Osborn bunları Hesperopithecus adını
verdiği bir insansı primata dayandırmıştır. Dişler iyi
korunmuş durumda değildir, Osborn’un tespitinin geçerliliği
henüz genel olarak kabul edilmemiştir.”(Nebraska
Adamı düşüncesinin hakim olduğu yıllarda İnsanın Kökeni adlı
kitapta George
MacCurd bunu
yazmıştır)
Anlayacağınız
Osborn dahi bu iddiayı kesinlikle savunmamakla beraber diğer bilim
insanları da bu iddiaya şüpheci davranmıştır.
3.Konu
Hakkında Düşüncelerim
Birçok
yaratılışçı sitede görüleceği gibi evrimin çürütüldüğüne
ve hiç fosil bulunamadığı için bu tür sahtekârlıklara
bulaşıldığına dair söylemler var. Fakat gerçek bu değil:
Piltdown adamı amatör bir arkeoloğun ününü arttırma
sevdasından başka bir şey değildi. Nebraska Adamı ise bilimsel
yöntemin nasıl işlediğine dair çok iyi bir örnek… Henüz
hangi türe ait olduğu bilinmeyen bir diş bulunmuştu ve ortada bir
tez vardı. Bu teze göre diş bir primata aitti. Sıra bu tezi
yanlışlayacak gözlemle aramaya gelmişti(bilimsel yöntemde
doğrulama değil yanlışlama olur). Gözlemler ve bilimsel veriler
arttıkça ilk tezin yanlış olduğu ortaya koyuldu ve gerçek, daha
fazla veriye dayanarak başka bir makalede yayımlandı. Bu evrimi
çürütecek bir olay değildir. Bizlere bilimin nasıl işlediğini
göstermeye yarayan bir olaydır.
Şimdi
bu bulguların neden evrimi çürütmediğine değineyim. Milyonlarca
ışık yılı uzakta belli yöntemler kullanılarak gezegenler
keşfediliyor. Varsayalım ki amatör bir astronom çıkıp sahte bir
gezegen bulduğunu iddia ediyor. Bununla ilgili bir makale
yayımlıyor. Uzun süre araştırılmadan bu iddia bırakılıyor ve
bir süre sonra başka astronomlar iddianın doğruluğunu test etmek
için konuyu inceliyorlar ve böyle bir gezegenin olmadığını
anlıyorlar. Şimdi bu sahtekârlık ürünü gezegen ortaya atıldığı
için bulunan tüm diğer gezegenler red mi edilmedir yoksa ‘Evet
bu bir sahtekârlık ürünü ama zaten birçok gezegen de
keşfedilmiş bu başka güneş sistemlerinde başka gezegenlerin
olduğunu doğruluyor’ mu demeliyiz? Elbette bir yalan uğruna
tüm bulgular çöpe atılamaz. Aynı şekilde insan evrimini
kanıtlayan birçok fosil biliniyor(7).
İNDİRGENEMEZ
KARMAŞIKLIK
Nedir?
Akıllı
tasarım savunucuların en temel dile getirdikleri argümandan biri
de "İndirgenemez Karmaşıklık"tır. Bu düşünceye göre
canlılardaki organlar o kadar komplekstir ki bir parçanın
kaldırılması durumunda organ/yapı işlevsiz olur. Yani
canlılardaki uyum evrimle oluşamayacak kadar karmaşıktır.
Genellikle bu düşüncelerini tanıtmak için fare kapanı örneği
verilir. Yapısında bir taban,mandal, yay, çekiç ve
kancalar bulunan bir fare kapanından her hangi bir parça
çekildiğinde bu yapının işlev göremeyeceğini ve canlılardaki
yapıların da tıpkı bu fare kapanı gibi indirgenemez olduğunu
savunurlar.
Önermelerin
Sunuluşu
İndirgenemez
karmaşıklık önermelerle sunulacak olursa şu şekilde
sunulabilir:
1.Doğrudan
kademeli evrim sadece parçaların adım adım eklenmesi yoluyla
ilerler.
2.Tanım
gereği, indirgenemez derecede karmaşık bir sistem fonksiyonsuz
parça içermemektedir.
3.Bundan
ötürü, indirgenemez derecede karmaşık bir sistemin tüm olası
doğrudan kademeli evrimsel öncülleri işlevsiz olacaktır.
Önermelerin
İncelenmesi
Bu
önermelerden 1. maddedeki yanlışlık şudur ki: evrim sadece
parçaların adım adım eklenmesiyle ilerlemez. Evrimsel süreçte
parçalar yavaş yavaş işlevini kaybedip silinebilir, örneğin
balinalardaki arka ayak kemikleri geçmişten günümüze aşama
aşama kaybedilmektedir, körelmiş organların çoğu böyledir.
Ayrıca
bir parça farklı bir göreve sahip olacak şekilde evrim
geçirebilir oldukça basit bir örnek olsa da penguenlerin kanatları
buna örnek olabilir. Atalarında uçmaya yarayan kanatlar
penguenlerde yüzmeye yaramaktadır ve ya yarasaların atalarında
önayak kemikleri yürümeyi sağlarken yarasalarda bu görev
farklılaşmıştır ve uçmaya yaramaktadır. Bunun gibi parçalara
ikinci işlev eklenmesi, parçaların aşamalı değişimi gibi bir
çok farklı şekilde de evrim gerçekleşebilir. Kısaca 1. madde
hatalı bir maddedir.
2.maddeyi incelemek için indirgenemez karmaşıklığın canlılarda bulunup bulunmadığına bakılması gerekir. Bu sebeple bundan sonraki anlatılacaklar 2. madde ile ilişkilendirilebilir.
"Gözünüz olmayınca tümden körsünüzdür, yarım yamalak bir gözle temiz bir görüntü odaklayamasanız bile en azından avcının hareketinin genel yönünü saptayabilirsiniz ve bu da bir ölüm kalım meselesi olabilir"(9)
Bu iddianın yanlışlanamayacağını biliyor muyuz? Kısaca ökaryotun evrimini açıkladıktan sonra ne yapacak akıllı tasarımcılar, gidip başka bir yapı bulup "İşte bu indirgenemez" diyecek. O da açıklandığında ne olacak? Başka bir yapıya koşacaklar bu sefer. Her seferinde tanrıyı ve ya daha çok kullanılan haliyle tasarımcıyı kanıtlamak için yeni boşluklar aranacak. Boşluklar kapatılınca da başka boşluklara sarınılacak ve bu böyle sürüp gidecek. Yine Dawkis'in sözünü alıntılamak yararlı olur:
2.maddeyi incelemek için indirgenemez karmaşıklığın canlılarda bulunup bulunmadığına bakılması gerekir. Bu sebeple bundan sonraki anlatılacaklar 2. madde ile ilişkilendirilebilir.
"Gözünüz olmayınca tümden körsünüzdür, yarım yamalak bir gözle temiz bir görüntü odaklayamasanız bile en azından avcının hareketinin genel yönünü saptayabilirsiniz ve bu da bir ölüm kalım meselesi olabilir"(9)
Bu iddianın yanlışlanamayacağını biliyor muyuz? Kısaca ökaryotun evrimini açıkladıktan sonra ne yapacak akıllı tasarımcılar, gidip başka bir yapı bulup "İşte bu indirgenemez" diyecek. O da açıklandığında ne olacak? Başka bir yapıya koşacaklar bu sefer. Her seferinde tanrıyı ve ya daha çok kullanılan haliyle tasarımcıyı kanıtlamak için yeni boşluklar aranacak. Boşluklar kapatılınca da başka boşluklara sarınılacak ve bu böyle sürüp gidecek. Yine Dawkis'in sözünü alıntılamak yararlı olur:
Temel
Hatalar
İndirgenemez
karmaşıklığa bir çok yerden cevap verilebilir. Şimdilik başlıca
girilen hataları incelemek istiyorum. Öncelikle az önce
bahsettiğim örnekleri düşünürsek indirgenemez olduğu iddia
edilen bir çok sistem indirgenebilecektir. Ve hatta Gen
duplikasyonunu(ikilenmesini) düşünürsek sistemlerin
indirgenebileceği, hem de kolay bir şekilde karmaşık görülen
yapıların oluşabileceğini düşünebiliriz. Susumu
Ohno klasik eseri Gen Duplikasyonu ile Evrimde
canlılığın ortaya çıktığından beri en önemli evrimsel
kuvvetlerden birinin gen ikilenmesi olduğunu savunmaktadır. (8)
Başka
bir yanlış ise mükemmelliğin parçalarının hepsinin aynı anda
sağlanması gerektiği düşüncesidir. Basit, yarım yamalak işlev
gören, işlevini tam olarak yerine getirmeyen bir göz/kulak/sindirim
sistemi/sinir sistemi bugünkü türlerin kaynağı olabilir. Tamamen
mükemmel bir sistemden ya da tam işlev gören bir sistemden bunlar
oluşmuş düşüncesi gibi kesin bir şey söylenemez. Örneğin
bizim gözümüzün gördüğünün %10 unu gören bir göz var
olabilir. %10 gören bir göz hiç olmayan bir gözden daha
yararlıdır ve hayatta kalmayı daha fazla sağlar Dawkins'in
deyimiyle:
Olaya
farklı bir yönden bakmak gerekirse bizler de tam bir göze sahip
değiliz. Hiç bir yapı mükemmel değildir. Örneğin türümüz
oldukça ilerlerse bir kartal gözüne sahip olabilecek seviyeye
gelebilir. Ve ya günümüzde en keskin görebilen kartal bireyinin
gözü, gelecek nesillerde en kötü göz olarak adlandırılabilir.
Dolayısıyla sistem tümden evrim geçirebilir. Peki keskin bir
kartal gözü daha da keskin olursa ve çok daha kompleksleşirse ne
olur? Yine bu göz asla evrim geçirmiş olamaz denilir. Fakat
sistemin topluca evrim geçirmesini geriye doğru alırsak daha basit
bir karmaşıklığa ulaşırız ve o daha basit karmaşıklık
indirgenebilecek kadar basit olabilir.
İndirgenemez
mi?
Ayrıca
indirgenemez olduğu iddia edilen yapıların bir çoğunun aslında
indirgenebilir olduğu gösterilmiştir. Örneğin şu an
indirgenemeyecek(!) kadar karmaşık olan gözün evrimi aşama aşama
gösterilmiştir.(10) Tek hücreli canlılarda gözden söz edilmez
ama kimi tek hücrelilerde ışığa duyarlı bir stigma ve göz
beneği vardır. Eklembacaklılarda nokta gözler bulunur. Bir nokta
göz altıgen, dikdörtgen ve ya çember kesitli bir borucuk olup
merceği ve duyarlı ögesiyle birlikte başlı başına bir gözdür.
Nokta gözlerin bir araya gelmesiyle bileşik gözler doğar. Bunlar
görüntü oluşturan gözlerdir. Eklembacaklıların bir çoğunda
bileşik gözlerin yanında basit gözler de bulunur. Bu hayvanlarda
gözler olağanüstü çeşitlenme ve aşamalanma gösterir(tıpkı
evrimin öngördüğü gibi...)
Omurgasızların
çoğunda yalnız ışığa duyarlı (görüntü oluşturmayan) basit
gözler bulunur.Kimi yumuşakçalarda, omurgasızlarda bulunan göze
bir mercek ve ağ tabaka eklenir. Böylece görüntü oluşturan göze
varılır. Görülüyor ki doğal seçme o keskin kanatlı kartal
gözüne varıncaya dek sayısız değişiklik bulmakta güçlük
çekmemiştir. (11) Aynı şekilde indirgenemez olduğu iddia edilen
bir çok yapının indirgenebileceği gösterilmiştir(bağışıklık
sistemi,kan pıhtılaşma sistemi vs).
Farklı
İşlevler
İndirgenemez
olduğu iddia edilen organlar indirgendiğinde aynı işlevi yapacak
diye bir kaide de bulunmuyor. Örneğin yazının başında
belirtilen fare kapanı örneğini düşünün. Bu fare kapanından
mandalı çıkardığınız zaman bu artık bir fare kapanı
değildir. Fakat bunu bir kapı tutucu görevinde kullanabilirsiniz.
Aynı şekilde indirgenemez olduğu iddia edilen bakteri kamçısı
indirgenemez karmaşıklıkta değildir. Pek çok parçasını
kaybetse de işlevini daha basit bir kamçı ya da salgı sistemi
olarak sürdürmeye devam edebilir. Ökaryot kamçılarındaki pek
çok proteinin vazgeçilebilir olduğu biliniyor, çünkü bu
proteinlere sahip olmayan işlevsel kamçılar da
vardır.(12,13,14,15)
Mantık
Hatası
Argüman
başlı başına Argumentum
ad Ignorantiam mantık
hatasının ürünüdür. Bu mantık hatası bilgi eksikliğindenn
doğan safsatadır. Buna
boşlukların tanrısı da denebilir. Varsayalım ki şu an
ökaryotların prokaryotlardan evrimine dair hiç bilgimiz olmasın.
İlkel bakteri DNAsı ile mitokondri,kloroplast DNAsının
benzerliği, bakteri zarının da mitokondri zarının da çift zarlı
olduğu ve endosimbiyotik hipoteze(prokaryotlardan ökaryotlara
geçişin açıklandığı hipotez) dair bunun gibi hiç bir bulgu
olmadığını varsayalım. Bu durumda ökaryot hücre indirgenemez
karmaşıklıktadır diyen kişi yarışı kazanmış gibi görünür.
Peki ya daha sonra keşfedilecek bulguları biliyor muyuz?
"Hiçbir
şeyin indirgenemez karmaşıklıkta olduğunu beyan etmeyin; bununla
ilgili olasılıklar şu yöndedir ki, ya ayrıntıları yeterince
özenle incelememişsinizdir ya da yeterince özen gösterdiğinizi
zannetmişsinizdir."(16)
Sonuç
-Evrim
sadece parça ekleyerek ilerlemez. Yapılardan kimi zaman varolan
parçalar silinebilir, parçalara ikinci bir görev gelebilir,
yapılar farklı bir göreve adapte olacak şekilde evrimleşebilir.
-Basit,
yarım yamalak işlev gören, işlevini tam olarak yerine getiremeyen
yapılardan karmaşık yapılar oluşabilir. Yapılar işlevini tam
yapmasa da canlılarda bulunabilir, sonuçta görüntüye
odaklanamayan bir göz olmayan gözden daha yararlıdır ve canlıyı
kurtarıp döl vermesini sağlayabilir.
-Gen
ikilenmesi gibi bir çok evrimsel kuvvet karmaşık yapıların
oluşmasına sebep açmış olabilir.
-Bir
yapı indirgendiğinde aynı işleve sahip olmak zorunda değildir.
Bunu bakteri kamçısında çok iyi bir şekilde görebiliriz.
-İndirgenemez
sanılan bir çok yapı indirgenebilmiştir.
-Argümanın
sunuluşunda bilgi eksikliğinden doğan safsataya düşülür.
İndirgenemez olduğu iddia edilen bir çok yapı aslında yapıyı
yeterince incelemememizden kaynaklanır.
EVRİMCİLERİN
İTİRAFLARI
Bir
çok yaratılışçı sitede ve tartışmada bahsi geçen
"evrimcilerin itirafı" adı altında sunulan
'çarpıtmaların' temellerini anlatmayı düşünüyorum bu yazıda.
Maalesef tüm çarpıtmaları göz önüne getirmeye vaktim ve sabrım
olmadığı için sadece "temellerden" bahsedip, geçmeyi
düşünüyorum bu konuyu...
Çarpıtma
Genel
olarak en çok yapılan şey çarpıtmadır. İlk önce bunun nasıl
kulandıldığını göstereyim. Örneğin ben ;
"Bir
kitabın bile yaratıcısı varken bu evrenin yaratıcısı nasıl
olmasın? İşte çok kişinin kafasındaki soru budur ve şimdiki
yazımızda buna cevap vermeyi düşünüyoruz..."
dersem
ve karşıdaki kişi sadece ilk cümleyi alıp, 2. cümleyi hiç
söylememişim gibi gösterirse bu kişi benim dediğimi çarpıtmış
olur. Sanki bir tanrıya inanıyormuşum gibi gösterilmesi çarpıtma
mantık hatasıdır ve bu, sözüm ona itiraflarda en çok girilen
mantık hatasıdır. Bir kaç örnek vereyim.
William
Schopf:
“ Kambriyen-öncesi ve Kambriyen arasındaki
sınıra hep keskin bir süreksizlik olarak
bakılmıştır. Kambriyen katmanlarında deniz bitkileri
ve hayvanlarına ait bolca fosil bulunur: Deniz otları, solucanlar,
süngerler, yumuşakçalar, ampul kabuklular ve dönemin belki de en
ilginç özelliği olarak trilobit adı verilen ilk eklem
bacaklılar... Kambriyen hayvan
örtüsü sanki bir anda var olmuştu ve bilinen hiçbir atası
yoktu…
Yaşam,
trilobitler kadar karmaşık canlılarla başlamış olamaz. Türlerin
Kökeninde Darwin şöyle der: "Kambriyen sistemi
öncesindeki dönemlere ilişkin fosil birikimlerinin neden
bulunamadığı sorusuna gelince, tatmin edici bir yanıtım yok…
Şu anda bu soru yanıtsız kalmak zorunda ve bu durumda kitapta öne
sürdüğüm görüşlere karşı gerçekten de geçerli bir argüman
olarak ele alınabilir." “
Bir
çok kişi bunu bir itiraf olarak öne sürebiliyor. William Schopf
kesinlikle bunu 1978 yılında yayımladığı makalesinde yazmıştır.
Buraya kadar yaratılışçıların lehine konuştuğu sanılır
fakat tam tersi. Yaratılışçılar bu örneği sık kullanır fakat
devamını yazmazlar. Makalenin devamında bakalım ne demiş Schopf:
“Bu
argüman artık geçerli değil; bu sorunun yanıtı bundan yirmi yıl
önce bulundu “
Yukarda
bahsedilen alıntının devamında, arada hiçbir şey yazılmadan bu
söz söylenmiştir. Ve bahsedilen makalenin devamında bu iddia
bulunan fosiller tanıtılarak çürütülmüştür.
Richard
Dawkins:
"Şu
ya da bu aşamalı olarak evrimleşmiş olamaz, çünkü şunun ya da
bunun işe yaraması için "açıkça" mükemmel ve tam
olması gerekir."
River
Out of Eden (Tr: Cennetten Akan Irmak) kitabında bunu yazmıştır
Dawkins ama cümlenin tamamı şöyledir örneğin:
"Ben,
şu iddiada bulunan tezlere saldırıyorum: Şu ya da bu aşamalı
olarak evrimleşmiş olamaz, çünkü şunun ya da bunun işe
yaraması için "açıkça" mükemmel ve tam olması
gerekir."
Ve
kitabın devamında da bu iddia genişçe irdelenmiştir.
Dediğim
gibi bu mantık hatasına en fazla düşülür. Bir başka örnek de
Celal Yıldırım'ın kitabından yapılır örneğin. Kitapta
"Doğrudur evrim kuramı ispat edilmemiştir" demiştir
Yıldırım. Fakat bahsettiği konu bilimde hiçbir teorinin
ispatlanmadığı ama bunun onları bilimdışı yapmadığıdır.
Yani bahsedilen, bilimin dinamik oluşuyken insanlar evrimin hiç
doğrulayan gözlemi olmadığını kanıtlamak için bu sözü
kullanıyorlar.
Argumentum
ad İgnorientam
Kimi
zaman da alıntıyı tamamen doğru yaparlar fakat bu iddia tamamen
"Boşlukların Tanrısı" iddiasına girebilecek bir
alıntıdır. Örneğin ben, henüz levha hareketlerinin bilinmediği
bir dönemde "Evet doğrudur depremleri açıklayamıyorum"
dersem burda bir sorun görmem açıkçası. Bilim neredeyse her
zaman ileriye giden bir süreçtir Evrimin şu an bile açıklayamadığı
olgular var ama bu onun tanrı tarafından yapıldığını
göstermez(ortada bir itiraf olduğunu da göstermez). Böyle bir
durumda da "Evrim X'i açıklayamıyor" demek bir bilim
adamının yapabileceği en doğal açıklamadır. Darwin de
kitabında bunu yapmıştır. "Teorinin Güçlükleri"
bölümünde bir bilim insanının yapacağı en doğal şekilde
teorinin nasıl gelişebileceğini, teorinin o anki zayıf
noktalarını sunmuştur.
Ne
var ki bazı bilim dışı kesimlerin, 19. yüzyılda açıklanamayan
konuları "itiraf" adı altında 21. yüzyılda sunmaları
aciziyetten başka bir şey değildir. Belki bir zamanlar gözün ve
kompleks yapıların evrimi açıklanamıyordu ve Darwin de bunu
belirtmişti, fakat 21. yüzyıla kadar çok büyük gelişmeler
yaşandı ve artık bu tür konuları açıklayabiliyoruz. Şu an
bizim bilmediğimiz konuları da bizden sonra gelecek nesiller
bilecektir. Bu evrimin çürüdüğünü değil bilimsel yöntemin
nasıl işlediğini ve bilimin nasıl geliştiğini gösterir sadece.
Burdan
da bir örnek verelim. Charles Darwin:
“ Gözün odağını farklı uzaklıklara uydurması, içeri girecek ışık miktarını ayarlaması, küresel ve renksel sapmayı düzeltmesi gibi eşsiz düzenlenişlerinin tümünün; doğal seçmeyle oluşabildiğini düşünmenin pek abes göründüğünü açık yüreklilikle itiraf ederim.”
Peki
devamında ne yazmaktadır Darwin:
“ Ancak
mantığım diyor ki, mükemmel ve karmaşık bir gözden oldukça
kusurlu ve basit bir göze çok sayıda aşamayla geçişin mümkün
olduğu ve bu aşamaların hepsinin de sahibine fayda sağlamış
olduğu gösterilebilirse; dahası, göz gerçekten de ufak
değişimler geçiriyorsa ve de bu değişimler kalıtılıyorsa (ki
durum gerçekten de böyledir); ve eğer bir organdaki her çeşitlilik
ve değişim, ortam şartları değiştiğinde canlıya fayda
sağlıyorsa; o zaman hayal gücümüz tarafından kavranması ne
kadar güç olursa olsun, mükemmel ve karmaşık bir gözün doğal
seçilimle oluşmadığına inanmak gerçekten zordur. Bir
sinirin nasıl olup da ışığa duyarlı hale geldiği sorusu; bizi,
ilk yaşamın nasıl ortaya çıktığı sorusundan daha fazla
ilgilendirmez. Fakat birçok veriye göre, duyarlı olan her sinir
hücresinin ışığa ve sesi oluşturan havadaki titreşimlere de
duyarlı hale gelmesi, hiç de olanaksız görünmemektedir.”
Burda
hem çarpıtmaya hem de cehaletten savunma mantık hatasına
giriliyor anlayacağınız. Darwin'in zamanında bilemediğimiz gözün
evrimini artık yavaş yavaş çözmüş bulunuyoruz örneğin.
Bir
Bilen Safsatası
Ve
girilen son safsata bir bilen safsatası.
1-A
kişisi X konusunda uzmandır.
2-A
kişsi X konusunda Y demiştir.
3-O
halde Y doğrudur.
Bir
bilen safasatasını bu şekilde özetleyebiliriz. Ve tüm bu
itiraflarda da bir bilen safsatasına girilmektedir. Bilimde önemli
olan kimin ne dediği değil bulgulardır. Ki şu ana kadar evrimi
yanlışlayan her hangi bir bulguya rastlanılmadı(evrimcilerin öne
sürdüğü bazı iddiaların yanlışlanması evrimin
yanlışlandığını göstermez). Aksine doğrulayan sayısız bulgu
var! Tüm körelmiş organlar, fosiller, biyocoğrafya bulguları,
canlılıktaki değişiklikler, ortak atadan kaynaklanan benzerlikler
evrimi doğrulayan bulgulardandır örneğin. Yüzyıllardır evrim
girdiği her sınavdan başarıyla çıkmışken kaç itiraf sunulsa
bile boş olur anlayacağınız.
Sonuç
Bir
yaratılışçı size sözüm ona itiraf öne sürüyorsa yapmanız
gereken şey:
1:
İtiraf olduğu iddia edilen cümlenin geçtiği makaleyi okuyun.
Büyük ihtimalle başından, sonundan, cümleler kesilerek öne
sürülmüş bir itiraftır(!).
2:
Bahsedilen itirafın geçtiği makalenin yayımlanma tarihine bakın.
Eğer çarpıtma yoksa, henüz o konuda bilgimizin olmadığı
zamanlarda yayımlanan bir makale olduğunu söylemekte zorlanmam. Ki
bu da yukarda bahsedilen mantık hatasına giren argümandır.
EVRİMİN
KANITLARI
ORTAK
ATADAN KAYNAKLANAN BENZERLİKLER(17)
Gerçekten
de evrimin bahsettiği gibi canlılar ortak bir atadan gelmişse (ki
gelmiştir), bunun canlı vücudu üzerinde kanıtlarını görmemiz
gerekir. Peki ya evrimin öngördüğü gibi benzerlikler mevcut
mudur? Ortak atadan kaynaklanan benzerlikler canlılarda bulunur mu?
Kesinlikle…
Örneğin
orkide familyasındaki bütün türler ortak bir atadan türemiştir.
Dolayısıyla bu türler arasında benzerlik görmeyi dilersiniz.
Fotoğrafta (http://i.imgur.com/bQWKhT9.png)
gördüğünüz 3 çiçek de ortak bir çiçek teması üzerindeki
değişikliklerin bir sonucudur. Mesela bu çiçeklerin her biri
tozlaştırıcı böcekleri cezbeden ve tozlaştırıcıların
konması için bir platform oluşturan dudak benzeri bir petale
sahiptir. Bu benzerliğin sebebini açıklayabilecek tek bilimsel
kuram evrim kuramıdır ve bu bilgi bile bir kez daha evrimin
gerçekliğini gözler önüne sermeye yeter.
Bir
başka örnek vermek gerekirse yarasalara ve memeli canlıların
anatomisine başvurmak iyi olacaktır. Yarasa, uçabilen memeli bir
canlıdır. Evrime göre, bugünkü tüm memeli hayvanların kökeni
kara havanlarıdır ve tüm memeliler o ortak atanın değişimi,
çeşitlenmesi ile oluşmuştur. Şimdi de bunun yarasanın anatomisi
ile diğer canlıların anatomisi arasında nasıl benzerlikler
oluşturduğuna göz atalım.
Yarasalardaki
önayaklar uçmaya uyum sağlamıştır. Yarasaların önayaklarındaki
kemiklerin, bağların, sinirlerin ve kan damarlarının hepsi insan
kollarından atların önayaklarına ve balinaların yüzgeçlerine
kadar diğer uzuvlarda da bulunur. Memelilerdeki bütün önayaklar
ortak bir yapının değişik versiyonlarıdır. [Kemiklerin
dizilişinde biraz ayrıntıya inecek olursak; insanda kedide
balinada yarasada ve diğer memeli türlerinde bir büyük kemik iki
küçük kemiğe bağlanmıştır, onlar birkaç küçük kemiğe
bağlanmıştır, bunlar da Metacarpal kemiklere bağlanmıştır.
Metacarpal kemikler ise yaklaşık olarak beş parmağa bağlanmıştır.
Bazı türlerde parmaklar körelmeye başlasa da temel olarak
memelilerin hepsinin ön üyeleri ortak temel iskelet elemanlarından
oluşmuştur]
Peki
ya bunun sebebi nedir? Neden memeli canlılardaki tüm türlerde
anatomik yapı evrimi doğrular niteliktedir? Neden balina yüzgeci,
insan kolu, yarasa kanadı aynı temel yapı üzerine kurulmuştur?
Evrimsel ve bilimsel düşünen için cevap bellidir: Tüm memeliler
ortak bir atadan türemiştir, doğal seçilime bağlı değişimler
ortak atanın çeşitlenmesine yol açmıştır. Bu çeşitlenme
sürecinde ön üyeler farklı işlevlere uyum sağlamıştır. Bu
sebeple balinanın yüzgeci yüzmeye uyum sağlamış olsa da aynı
temele sahiptir. Ya da yarasa kanatları uçmaya yarasa da kemik
dizilim sistemi aynıdır.
Anlayacağınız
tüm bu ortaklıkları ve benzerlikleri açıklayabilecek kuram evrim
kuramıdır ve yaratılış hipotezinin (ve ya masalının) bunları
açıklayabilecek yeteneği ve gücü yoktur. Yaratılışçılara
göre tüm bu benzerlikler tesadüfidir. Yapılabilecek tek açıklama
‘yaratıcı bu şekilde olmasını istedi’ demektir ki bunun
bilimle uzaktan yakından alakası yoktur.
Canlılığı
açıklayabilecek tek kuram evrimdir.
KÖRELMİŞ
ORGANLAR
Evrimin
en önemli kanıtlarından biri olan körelmiş organlara ve bunun
genel olarak yanlış anlaşılışına değinmek istiyorum.
Öncelikle evrimin sunuluşuyla beraber şu soru sorulabilir: madem
canlılar türlerin farklılaşmasıyla gelişip değişiyor, neden
şu anki canlılar o eski atalarının izlerini taşımıyorlar?
Körelmiş
organlar/yapılar, evrimsel süreçte çeşitlenme ve seçilim
mekanizmaları sonucunda giderek değişen ve ortama ayak sağlayan
bireylerin kalması sonucunda evrimsel ekonomi ilkesine bağlı
olarak işlevini yitirmeye başlayan organlardır. Genel olarak bir
canlı türünün atasında bu organın işlevi ya modern türde
atasının gerçekleştirdiği işlevi hiç gerçekleştirmez ya da
farklı bir göreve sahip olmuştur. Yani tabiri caizse körelmiş
organlar türlerin eski atalarından kalma izlerdir.
Kısaca
bu olayı bir örnekle anlatayım: Bir türden iki birey düşünelim.
Bu iki birey sürüngen olsun. Bu iki sürüngenden genetik farklılık
olarak birinin bacakları diğerinden daha kısa olsun ve diğerine
oranla daha iyi sürünebilsin. Doğa şartlarının sürekli
farklılaşıp değiştiğini ve her yerde bu şartların aynı
olmadığını biliyoruz. Ve bu iki bireyin bulunduğu(tüm
populasyonu düşünmek daha sağlıklı bir canlandırma olur fakat
şimdi örnek verdiğim için es geçiyorum) ortam da daha iyi
sürünen bireylerin yaşamasına sebebiyet versin, mesela bu
sürüngenin avcılarından kaçmak için esnek olmak ve sürünmek
daha yararlı olsun.
Bu
olay sonunda en iyi sürünen bireyler gelecek nesle döl
bırakabilecektir. Ve nesiller sonra bu sürüngenlerin ayak
kemikleri büyük ölçüde kısalacak ve kullanılmaz hala
gelecektir. Evrimsel ekonomiye göre de mesela farklı iki birey
arasında hangisi daha kısa ayak kemiklerine sahipse o birey
embriyolojik dönemde, yaşamda ve diğer koşullarda ayak
kemiklerine harcayacağı enerjiyi farklı koşullarda hayatta kalmak
için kullanacaktır. Bu da ayak kemiklerinin hangi bireyde daha
kısaysa onun döl vereceği anlamına gelir. Bu da ayak kemiklerinin
giderek küçüleceği anlamına gelecektir.[Verdiğim örnekte
evrimin bir amacı varmış gibi görülebilir fakat böyle değildir,
bu örnek sadece daha iyi anlaşılmak için verildi.]
O
halde bu sürüngenlerin soyundan gelen yılanlarda körelmiş ayak
kemiği bulmamız gerekir. Bu ayak kemiğinin kalıntılarının
bulunduğu takdirde evrim doğrulanmış olur. Fakat bu kalıntı
ayak kemiklerinin bir işleve sahip olması evrimi çürütmez ya da
yaratılışı desteklemez. Çünkü asıl sorun bu ayak
kemiği kalıntısının yürümeye yardımcı olmamasıdır.
Peki
canlılar incelendiğinde bunlara rastlanabilir mi? Elbette ve çok
fazla rastlanır. Örneğin
-Boa
yılanında (Boa Constrictor) körelmiş leğen kemiği
vardır, az önce bahsedilen hayali benzetmenin öngördüğü
kalıntılardır bunlar.(18)
-Birçok
semender türü ve meksika tetrası normalde aydınlık ortamda
yaşamalarına rağmen daha sonraki nesillerde mağarada yaşamaya
başlamışlardır. Bu sebeple bu canlıların gözleri giderek
küçülmeye ve körelmeye başlamıştır.
-Evrimin
öngördüğü görüşte balinalar bir kara memelisinden evrimleşmiş
ve su yaşamına adapte olmuştur. O halde ayak kemikleri kalıtısı
bulmak istersiniz ve şansa bakın ki bu kemikler mevcut.
-Evrimin
öngördüğü üzere tavuklar tetrapodlardan evrimleşmiştir ve
tetrapodların tamamında normalde beş parmak bulunur. O halde bu
parmakların kalıntısını bulmamız gerekir. Ve şansa bakın
ki 1997 yılında Burke ve Feduccia'nın tavuk embriyolojisinde
yaptıkları araştırmada histoyolojik boyama yöntemleriyle
parmakalrını incelediklerinde fazladan parmak kalıntılarına
rastladılar.(19)
-İnsanların
atalarından kalma kuyruk sokumu kemikleri,20lik yaş dişleri ve
apandis organı körelmiş organdır.
Bir
çok yaratılışçı "Bak sen bu organa körelmiş dedin ama
şunun şöyle bir işlevi var" der. Mesela apandise de
balinaların arka ayak kemiklerine de bir çok körelmiş organa da
işlev bulurlar. Fakat daha önce de dediğim gibi bu evrimi çürütüp
yaratılışı desteklemez. Zaten "Körelmiş organların hiçbir
yararı yoktur vücutta işlevleri olamaz" gibi bir iddiada da
bulunulmuyor. Ve bu organlara işlev bulmak da evrimi hala destekler
nitelikte bırakıyor. Şöyle ki: bir tavuğun kanatları
körelmiştir. Bu kanatlar uçmaya yaramaz. Fakat bu durumda da
kanatlar ısı ve ya dengeyi sağlamakta görev yapabilir. Asıl
sorun bu görevi neden kanatların üstlendiğidir. Tasarımcı çok
daha akıllıca bir yöntem geliştirip başka şekilde bunu
sağlayabilirdi (nitekim bir çok canlı kanatsız bir şekilde ısıyı
ve dengeyi sağlayabiliyor). Fakat tavuklardaki ısı ve denge
düzenlemesi kanatlara aittir çünkü önceki atalarından bu
kalmıştır ve zamanla farklı bir görevde yoğunlaşmıştır. Ve
ya penguen bir kuş türüdür ama onun da kanatları uçmaya yaramaz
onun yerine atalarından farklı olarak yüzmeye yoğunlaşmıştır
bu kanatlar ve önceki atalarındaki görevini yitirmiştir.
Ve
ya kuyruk sokumuna yepyeni işlevler bulunabilir ama asıl sorun
neden bunun kuyruk sokumu şeklinde olduğudur, mesela tanrı çok
farklı bir organ yaratıp o işlevi yeni bir organa devredebilirdi.
Fakat aksine tamamen evrimin öngördüğü şekilde kuyruksokumu
şeklindedir. Yani asıl sorun bunun işlevinin olup olmaması değil
neden bu şekilde oluşudur.Ya da balinaların arka kemiklerinin
işlevi ar ya da yoktur (her ikisi de evrimle uyuşur) fakat bunun
bizzat ayak kemiği şeklinde oluşu evrimi doğrular.
GENETİK
BENZERLİK
Genetiğin
Evrimle İlişkisi
Daha
önce evrimin kanıtları olarak ortak atadan kalan benzerlikleri
kısa bir şekilde anlatıp örneklendirmiştik. Bu benzerlikler bir
çok kategoride incelenebilir; embriyolojik benzerlik, morfolojik(
vücut şekilleri,biçimbilim) benzerlik, genetik benzerlik gibi bir
çok alt dala ayırabiliriz evrimi doğrulayan bulguları. Bunlardan
bir tanesi ve en önemlisi genetik benzerliktir.
Genetik
benzerlik oranları, genom
haritası çıkarılan canlıların bütün genetik özelliklerinin
karşılaştırılması sonucu elde edilir. İnsan
ile bir çok hayvan türünün dış görünüş benzerliklerine
bakıldığında küçük ve yavaş bir değişim dikkatimizi çeker.
Peki ya bu, genetik olarak nasıldır? Genetik değişimler (daha
doğrusu benzerlikler) oranları nedir? Evrimi doğrular nitelikte
midir yoksa elde ettiğimiz veriler evrimi yanlışlar mı? Eğer
genetik benzerlik belli bir oranda artıp azalıyorsa, fosillerle
uyum içindeyse, yaşam ağacı ile uyum gösteriyorsa bu evrimi
doğrular nitelikte olacaktır.
Genetik
Benzerlik Ve Fosiller
Öncelikle
bir önbilgi vermekle başlamak iyi olacaktır. Bir protein 20 kadar
farklı aminoasidi barındıran organik moleküldür. Bir proteinde
ortalama 1500 nükleotide karşılık 500 aminoasit bulunur. 1500
nükleotid, mutasyonlara gerçekten ve oldukça elverişli, bunun
sonucunda çeşitlenme yapacak kadar fazla nükleotiddir. Genetik
değişiklik belirlenirken, herhangi iki türden bir proteindeki
aminoasit farklarının sayısı ölçek olarak kullanılabilir.
Örneğin herhangi bir X memeli canlısı ile önce Y sürüngeni
daha sonra Z balığı ile karşılaştırdığımızda X in Y
canlısına Z den daha fazla benzediğini görebiliyoruz, şansa
bakın ki evrimin bulguları da -örneğin fosiller- memelilerin
sürüngenlerden geldiğini savunuyor[20]. Fosillerle genetiğin
birbiriyle böyle tutarlı oluşu, yaratılışçılar tarafından
nasıl karşılanıyor merak ederim doğrusu. Evrimi savunanlara
tesadüfçü(ne demekse artık) diyenler bunları derin bir tesadüf
olarak görmekten ileri gidemez. Fakat evrimsel düşünen biri için
cevap açıktır: balıkların zamanla evrimi sürüngenleri,
sürüngenlerin evrimi memelileri oluşturmuştur. Bu sebeple
fosiller balıklardan sürüngenlere, sürüngenlerden memelilere
olacak şekilde dizilmiş olmalıdır. Aynı şekilde sürüngenler
ile memelilerin ataları daha yakın zamanda yaşamış olduğu için,
memeliler ile sürüngenlerin genetiği memeliler ile balıklardan
daha benzer olacaktır.
İnsanın
Üstünlüğü
İnsanın
evrimi konusu gerçekten çok mühim bir konudur. İnsanların büyük
oranda evrime karşı çıkışlarının sebebi de budur zaten;
insanın nerden geldiğini rasyonel bir şekilde açıklıyor oluşu.
Sosyal çevremde girdiğim tartışmalarda çoğu kez "insanın
evrimini araya katmadığımız sürece Kur'an'ın evrimle
çelişmediğini ve insanın evrimini açıklamamızın aşağlık
bir hareket olduğunu" duymuşumdur. 'Diğer canlılar hakkında
ne dersen de, ama insan ahsen-i takvimde en güzel şekilde biranda
yaratılmıştır' görüşünde olan çok insan var. Bunun olacağını
tahmin eden Darwin de Türlerin Kökeni kitabında özellikle
"insan"dan bahsetmekten kaçınmıştır. İnsan konusuna
en yaklaştığı an çıkış cümlelerinde "çok daha önemli
araştırmalarla ... insanın kökeni ve tarihine ışık
tutabileceğini"[21] yazmış olduğu birkaç kelimeden
ibarettir.
Az
önce bahsettiğim zihniyetteki insanlardan biri de Darwin'in çağdaşı
piskopos Samuel Wilberforce'dur. Wilberforce şöyle diyordu:
"İnsanın yeryüzündeki üstünlüğü, anlamlı konuşma
yeteneği, insana ihsan edilmiş akıl, onun özgür iradesi ve
sorumluluğu, günah işlemesi ve nedamet getirmesi, Ebedi Oğulun
yeniden vücut bulması, Ebedi Ruhun içten varoluşu; bütün
bunlar, Tanrının suretinde yaratılmış olan insanın hayvani bir
kökenden geldiğine ilişkin alçaltıcı düşünceyle kesinlikle
bağdaştırılamaz."[22] Hal Hellman, Wilberforce'un bu
tutumunu şu şekildE yorumlamıştır: "Başka bir deyişle
hayvanlar aleminin geri kalan kısmı hakkında ne derseniz deyin,
insanlar özel olarak -ve son birkaç bin yıl içinde- yaratılmıştır
nokta."[23]
Gerçekten
laf kalabalığı olarak görebilirsiniz fakat bunları yazmak
zorundaydım. Gerçekten bu şekilde düşünen kişi oldukça fazla
ve bu beni rahatsız ediyor. Bu sebeple, az sonra yazacaklarımın
anlaşılmasını istediğim için çoğu yaratılışçıda gördüğüm
bu durumu aktarmalıydım. Bu konuda insanın evrimine ilişkin fosil
bulgularının dışında bir çok genetik kanıtın da mevcut
olduğunu belirtmek ve insanın doğada üstün bir konumda
olmadığını üstüne basarak vurgulamak istiyorum. Bunu
genetik bilginin karşılaştırılması sonucunda da görüyoruz.
İnsan,
Şempanze ve Genetik Benzerlik
İnsan
evrimini doğrulayan en önemli bulgulardan bir tanesi şempanzelerle
olan genetik benzerliğimizdir. Anatomide (farklı türler olduğumuz
için) farklı görünsek de bu farklılık genetik açıdan öyle
değildir. Genetik açıdan şempanzelerle insanların benzerliğini
Cemal Yıldırım'ın makalesinden alıntılayarak yapmak istiyorum:
"Maymun(şempanzeler
kastedilmekte) ve insan proteinlerinin yakın benzerliği hayret
verici ölçüdedir. Örneğin, «hemoglobin» dediğimiz kanda
oksijen taşıyan protein, hem insan hem maymunlarda aynı düzende
287 amino-asit içermektedir. Oysa iki ayrı kurbağa türünde bile
hemoglobin tam 29 amino-asit fark göstermektedir. Buna karşılık,
bir kas proteini olan mioglobindeki 153 amino-asitten yalnızca bir
tanesinde insanla şempanze farklıdır. Biyo-kimyagerlerin 12 çeşit
protein üzerinde yaptıkları bir araştırmada insanla şempanzenin
her 1.000 amino-asitten ortalama 7 tanesinde farklı olduğu
saptanmıştır. Protein ve DNA'dan sağlanan veriler insanla
maymunların genetik olarak birbirine benzerliğinin,
dışgörünümlerinde özdeş olan bazı meyve sinek türlerinin ya
da farelerin kendi aralarındaki benzerlikten daha büyük olduğunu
göstermektedir. Bu benzerlik o denli büyüktür ki, insanla
maymunun ortak kökten ayrılışlarının beş milyon yıldan daha
gerilere uzanmadığı hesaplanmıştır. [...] Görülüyor ki
fosillerin sağladığı kanıtları bir yana bıraksak bile,
maymunlarla kalıtsal yakınlığımızı doğrulayan pek çok kanıt
vardır."[24]
Bir konuda küçük bir not yazmam gerekir ki bazı yaratılış savunucuları genetik karşılaştırmaların tümünü değil sadece proteogenomik karşılaştırmaları dikkate alarak '' insan ile şempanze arasında bu kadar benzerlik yok'' diyorlar. Oysa genetik karşılaştırmalarda gen haritasının tümüne bakılır ve nükleotid-nükleotide karşılaştırmalar yapılır. Kısaca genetik karşılaştırmalarda tüm genom haritasına bakıldığında bahsedilen iddianın geçersiz olduğu da görülebilir.
Kısaca
görüleceği gibi, diğer her canlıda görülen genetik benzerlik,
insanın şempanze ile ortak atadan geldiğini doğrular
niteliktedir. İnsanı ahsen-i takvimde yaratmış bir tanrı
isteseydi genetiği öyle düzenlerdi ki evrimi yanlışlaycak
nitelikte kılardı, o halde ne kaldı insanın en güzel biçimde
yaratılmışlığı?
Yanlışlamada
Dikkat Edilesi Hususlar
Genetik
benzerliğin uyumundan bahsederken çok önemli bir kaç noktanın
altını çizmeliyim. Çok çok az da olsa bazen uyuşma
olmayabilir, bu evrimi yanlışlamaz. Çünkü bazen bazı farklı
türler, farklı zamanlarda aynı özelliği evrimleştirmiş
olabilir. Buna yakınsak evrim denir. Örneğin yarasalarda ve
yunuslarda, iletişim için benzer değişimler yaşanmış, bir
yakınsak evrim gerçekleşmiştir. Her iki soyda da biyolojik radar
kapasitesi olan türler mevcut. Bazı yunus türleri ile yarasa
türleri objelerin yerlerini tespit etmek için ses dalgalarını
kullanıyorlar(ekolasyon). Fakat yarasalar ile yunuslar çok uzak
akrabalar, dolayısıyla bu özellik iki türde, farklı zamanlarda,
birbirlerinden bağımsız evrimleşmiş olmalıdır.
Yarasa
ve yunuslardaki bu özellik üzerine Nature dergisinde bir makale
yayımlandı. Makalenin yazarları, dört yeni yarasa genomunu
diziledi. Bu verileri, daha önce dizilenmiş olan iki yarasa ve bir
yunus genomu da dahil olmak üzere, 18 başka memeli genomuyla
birleştirdi. Bu türler arasındaki 2300 ortak genin amino asit
dizilerini karşılaştırdı.Ekip bu veriler içinde, yalnızca
ekolokasyon özelliğine sahip yarasalarda ve yunuslarda görülen,
ama örneğin ekolokasyon yapamayan yarasalarda ve diğer memelilerde
görülmeyen değşinimler aradı.Toplam 2300 gen arasında 60'ında,
ekolokasyon yapan türlere has değşinimler buldular. Bu genlerin
bir kısmı işitme ve kulak gelişimiyle ilgili olduğu bilinen
genlerdi. Örneğin bu genlerin bazılarının işlevlerini bozan
değşinimler, insanda sağırlığa yol açıyor.Dolayısıyla söz
konusunda genlerdeki değşinimlerin, ekolokasyon özelliğinin bu
iki soyda evrilmesine yardımcı olduğu tahmin ediliyor[25]. Benzer
değişimlerin gerçekleşmiş oluşu (kaynakta da belirtildiği
gibi) evrimi yanlışlamayacağını burdan anlayabiliriz.
Başka
bir nokta ise paralel evrimlerin gerçekleşebilecek oluşu. Örneğin
Guo-dong Wang ve ekibinin yaptığı bir araştırmadan söz etmek
istiyorum. Bahsi geçen ekip bir Alman çoban köpeği, üç Çin'e
özgü köpek, bir Tibet çoban köpeği, dört bozkurt ve Belçika
Malinois türünün DNA’sını inceledi. Aynı ekip elde
ettikleri bulgular sonucu, insan ve köpek genlerini karşılaştırdı.
Bu karşılaştırma sonucunda insan ve köpekte sindirim organları
ve metabolizmada benzer genetik değişimler gösterdiğine işaret
etildi. Örneğin, köpek ve insanlarda kolestrol taşıyıcı genin
benzer olduğu çıkan sonuçlardandı. İlk görüşte bu benzerlik
evrimi yanlışlıyormuş gibi görünse de bu benzerliğin sebebi
paralel evrimdir. Aynı zamanda bahsedilen bulgunun, insan ve
köpeklerin bir arada yaşadığı ortamlarda hayvan sayısına
kıyasla bitki oranının azalmasından kaynaklanmış olabileceği
belirtilmiştir[26].
Burada
dikkat çekmek istediğim hususlar, eğer belli başlı yerlerde
benzerliğin gerekli şekilde olmadığı gösterilirse hemen atlayıp
"Evrim çürütüldü" dememeniz, aksine olayın hiç bir
şekilde evrimle ilişkilendirilemeyecek kadar kesin bir sonuç elde
edilip edilmediğini araştırmanız gerektiğidir. Çünkü bazı
durumlarda X canlısı Y canlısından türemese bile belli başlı
benzerliklere sahip olabiliyor.
Sonuç
Canlıardaki
genetik benzerlik dikkate alındığında elde ettiğimiz sonuçlar
fosillerle ve morfoloji ile uyumluluk içinde. Tüm canlıları
biranda, özel bir şekilde yaratan tasarımcı görüşünü kabul
edersek; tüm bu bulgulardaki uyum, tüm genetik değişimlerin
evrimi doğrular nitelikte oluşu, elde edilen her sonucun
tahminlerle neredeyse benzer oluşu açıklanamaz olacaktır. Bu
durumda bilimsel yöntem kabul edildiğinde akıllı tasarım görüşü
tamamen boş bir görüş olduğu anlaşılır. Ve büyük sürpriz:
evrim genetik benzerlik testinden de başarıyla geçmiştir...
COĞRAFİ
DAĞILIM
Yeryüzünün Şarkısı
Milyarlarca
galaksinin içinden rastgele bir galaksi... Milyarlarca yıldız
içinden rastgele bir yıldız... Bu yıldızın çevresinde dolanan
gezegenlerden rastgele bir gezegen: Dünya... Şimdi tüm bu
galaksileri, yıldızları, gezegenleri unutup, sanki yoklarmış
gibi yerküremize bakalım. Milyarlarca yıl içinde, canlılık bir
şekilde oluştu ve şekillenmeye başladı, evrenin onlardan haberi
bile olmadan... Bir tür bunu keşfetmeye başladı ve aynı tür
içindeki farklı "bölgelerden" farklı bireyler bu
çeşitlenmeyi reddetme yoluna gitti. Peki ya yerküre ne diyor bu
reddedenlere? Kulağınızı iyi açıp dinleyin yeryüzünün
şarkısını, adete "Yanılıyorsunuz!" diye haykırıyor.
"Baksana bu bulgulara, her şey değişimi gösteriyor!"
diye haykırıyor.
Bu
haykırmayı duyduğum için kendi adıma minnettarım. Bunu bana
gösteren Darwin, Dawkins, Ünalan gibi sayısız biyologa, doğa
bilimcisine ve bilimadamına da... Gerçekten incelendiğinde, iyice
baktığınızda yeryüzünün şarkısını duyabilirsiniz,
kulaklarınızla değil, aklınızla... 7 kıtadan oluşan, her
kıtada sayısız adet ayrılmış ada ve buradaki canlılar
çeşitliliği, işte yeryüzünün bize sunduğu şarkı bu: Coğrafi
Dağılım ve Evrimle İlişkisi...
Evrimle İlişkisi Nedir?
Coğrafi
dağılım, evrimi doğrulamak için birebir yöntemlerdendir. Peki
ya bu yöntem nasıl işler, bunun üzerinde duralım. Defalarca
söylediğimiz gibi, evrim, canlılık içerisinde, çevre
şartlarının değişimi ile canlılar arasında en uygun olanın
yaşama olayıdır. Bir takım olaylar evrim sürecini
hızlandırabilir. Örneğin iklim şartlarının uzun süreli
değişmesi, farklı türler arasındaki mücadele, aynı tür
içindeki bireyler arasındaki mücadele, göçler gibi... Bu ve buna
benzer olaylar sonucunda, canlı topluluklarında belli başlı
değişimler oluşmaya başlar. Fakat en önemlilerin birinden
bahsetmedim: canlı topluluğunun birbirlerinden izole olması...
Aynı
tür içinde bir canlı topluluğu düşünün. Bu türlerin yarısı
göç eder yarısı kalırsa ve yeni oluşan farklı iki topluluk hiç
görüşemezse(çiftleşemezse) ne olur? Bu iki canlı topluluğu
farklı yönde evrimleşmeye başlar. Örneğin sadece Türkiye'de
görülen bir canlı türü alınıp Amerika kıtasının en ücra
köşelerinden bir yere yerleştirilirse ve bu canlıların doğal
yaşamdan kopmadığı düşünülürse, bu iki farklı populasyon
milyonlarca yıl sonunda çok farklı değişimler geçirmiş
olacaktır.
Daha
iyi anlamanız için şöyle bir örnek vereyim. Herhangi bir sınıfta
20 öğrenci bulunsun. Bu 20 öğrenci, rastgele iki gruba ayrılsın
ve burada bir grup matematik üzerine eğitim görürken diğer grup
coğrafya eğitimi görsün. 10 yıl sonra gelip bakıldığında
ayrılan her grup farklı şekilde gelişmiş olacaktır. 1.
gruptakiler matematik üzerinde deha olmuşken diğer gruptakiler
coğrafya manyağı haline gelmiş olacaktır. Oysa bu iki grup bir
zamanlar aynı sınıfta(aynı bölgede) idi. Belli şartlar onları
farklı sınıflara (bölgelere) ayırdı ve iki grup birbirinden
izole oldular. Bu durumda gelişimleri tamamen farklı yönlere
çekilmiş oldu. Şunu belirtmek istiyorum ki bu oldukça sorunlu bir
benzetme olsa da varolan temeli anlamak açısından iyi bir
benzetme. Aynı değildir çünkü;
- Öğrenci örneğinde gruplar belli bir eğitim alıyorlar, doğada ise olayların ne olduğu kestirilemez.
- Öğrenci örneğinde "zararlı" ve "yararlı" çeşitlenme örneği kurulamaz ve doğal seçilim gibi bir mekanizmadan bahsedilemez fakat doğadaki değişim farklı iyi ve kötü bireyler arasında gerçekleşen değişimlerdir ve bu değişimlerin seçilimidir
- Öğrenci örneğinde değişim birey üzerinde olur oysa doğal evrimde değişim bireyde değil topluluktadır.
- Öğrenci örneğinde öğrenciler özel olarak seçilimiş gibi gözükmektedir fakat doğada zeka yoktur ve bu izole olma durumu belli fiziksel şartların zorlamasıdır
Her
ne olursa olsun bu örneği kullanmayı yararlı buldum. Hiç değilse
kafanızda belli bir şekil canlandırma ihtimaliniz artacaktır.
Konumuza
geri dönelim, eğer evrim doğruysa bir türü alıp, farklı bir
bölgeye koyup milyonlarca yıl içinde iki populasyon arasındaki
farkları gözlemlersek evrimi doğrulayabiliriz. Fakat bu yol
imkansız gözüküyor, sonuçta hiç birimiz milyonlarca yıl
yaşamıyoruz. Aslına bakarsanız milyonlarca yıl yaşamamıza
imkan olmasa da buna benzer deneyler yapılabilir ve yapılmıştır.
Lenski Deneyleri tam da bu bahsettiğim olay üzerine kurulu olsa da
ve evrimi doğrulamış olsa da şimdilik dolaylı kanıtları göz
önünde bulundurmayı yeğliyorum. O halde farklı yollardan
doğrulama yöntemlerine bakıp evrimi anlayalım; Yeryüzünün
şarkısını dinleyelim...
İzole Olan Sistemler: Adalar
Bahsettiğim
gibi milyonlarca yıl süren deneyler yapamayız fakat bu tür bir
deneye de ihtiyacımız yok. Halihazırda bize coğrafi dağılımla
evrimi doğrulayabilecek bir çok sistem mevcut. Az önce bahsettiğim
izole olma durumunu en iyi gösterebilecek coğrafi bölgeler,
adalardır. Düşünün ki bir kıtadan bir kara parçası ayrılıyor.
Bu durumda ne gözlemlemeyi beklersiniz? Çok basit: bu durumda
adadaki hayvanlar, anakaradaki hayvanlardan izole olmuş olacaktır.
Bunun sonucunda ise ortama farklı şekilde uyum sağlayacak, farklı
değişimler gösterecektir. Eğer adalar ve anakara arasında veya
adalar arasında yaşayan canlılarda belli başlı küçük
değişimler görürsek bu evrimi doğrulayan güzel bir bulgu olur?
Peki ya görüyor muyuz? Kesinlikle, her baktığımızda...
Darwin'in
bu konu üzerinde topladığı bulgular ve elde ettiği veriler
oldukça ilgi çekicidir, bu sebeple onun çalışmalarından birkç
veri sunmak istiyorum. Darwin 5 yıllık HMS Beagle seyahetinde
dünyayı dolaştı ve farklı adalardan farklı canlı türleri
toplayıp inceledi. Tam da görmemiz gereken şeyi gördü ama şunu
belirteyim ki, o bunu aradığı için evrim teorisini doğru kabul
etti görüşü yanlış olur. Darwin bu bulgulardan yola çıkarak
evrim teorisini ortaya attı. Anlayacağınız evrimin temelinde bu
bulgular yatar. Fakat ben yazıda, "evrimi doğuran bulgular"
yerine "evrimi doğrulayan bulgular" demeyi tercih
ediyorum.
Bu
bulgulardan biraz bahsedecek olursak; Darwin Galapagos adalarında
çok veri topladı ve bunları inceledi. İncelendiğinde pek farklı
değillerdi fakat bizi asıl ilgilendiren küçük farklılıklar...
Adaların hepsinde dev kaplumbağalar yaşıyordu ama her adadaki
kaplumbağa biraz farklıydı. Aynı şey, yine Darwin'in gözlemlemiş
olduğu kuşlardaki küçük farklılıklarda da geçerliydi. Darwin
ispinozların adadan adaya belli başlı küçük farklılıklar
gösterdiğini gördü. Adalar birbirlerinden izole olduktan sonra,
bu kuş çeşitleri farklı yönlerde evrimleşmeye başlamıştı.
Beslenme biçimlerindeki farklılığa bağlı olarak, bu kuşların
gagaları da değişiyordu. Tıpkı evrimin öngördüğü gibi...
Sonuç
Elde
edilen tüm veriler evrimi doğrular niteliktedir. İzole sistemlerin
adım adım değişiminden, canlılardaki küçük farklılıklara
kadar... Bunu akıllı tasarım savı ile nasıl açıklayabiliriz?
Tanrı her adaya ayrı bir çeşit kaplumbağa türü çıkarmakla
neyi amaçlamaktadır? Yoksa adım adım şekillenme mi söz
konusudur? Bu savlardan hangisi bilimsel hangisi ise masal okuyucunun
"aklına" bırakıyorum. Dediğim gibi sadece aklı
kullanarak dinleyebilirsiniz şarkıyı.
Yazının
başında yeryüzünün olağan dışı şarkısından bahsettim.
İşte bu, o şarkı... Canlıların dağılımı ve buna bağlı
olarak değişimi... Yeryüzü bize bunu haykırıyor işte. Adeta
"Bak işte görmüyor musun?" diyor. Görmüyor musunuz ki
tüm olaylar evrimi doğruluyor, görmüyor musunuz ki "her şey
evrim doğru olduğu takdirde nasıl olacaksa o şekildedir",
duymuyor musunuz yeryüzünün şarkısını? Yeryüzünün şiirsel
verileri, dünyanın sunduğu sanatsal tablo gerçekten karşı
konulmaz derecede ilgi çekici. Doğa bir gerçeği haykırıyor,
duymaya hazır mısınız?
FOSİLLER
aşlanmış
ve bu yaşlılık boyunca sürekli değişim içinde olmuş yuvamız:
Dünya. Sürekli bir değişimden bahsettim; sadece canlılıktaki
değişimden bahsetmiyorum. Genel anlamda jeolojik şekillerin
değiştiği, kayaların aşındığı, dağların oluştuğu, farklı
çağların yaşandığı bir değişim... Eğer bir insana
benzeteceksek dünyayı, yetişkinliğini yaşayan bir genç olarak
nitelendirebiliriz. Hala dinamik, hala değişiyor...
Bu
değişimin, milyarlarca yıl içinde kalıntısı kalıyor. Bu
kalıntılar, bize bu gencin geçmişini anlatmakta yardımcı
oluyor. Şöyle düşünebilirsiniz: büyükannenizin gençliğinden
kalan kıyafetler, size büyükannnenizin gençliğinde ne giydiği
hakkında ipucu verir. Aynı şekilde yeryüzünün kalıntı
kıyafetleri, fosiller, bize yeryüzünün geçmişi hakkında ipucu
verir. Ve bu kıyafetleri bulmak, tıpkı büyükannenizin
kıyafetlerini bulmak kadar zor ve enderdir. Bulmak için yorucu bir
araştırma içine girmeniz gerekir; ama sonuca ulaştığınızda,
geçmişi çözmeye başladınız demektir.
Evrimle İlişkisi
Peki
ya fosillerden ne öğreniyoruz, bunun evrimle ilişkisi de ne?
Fosiller bize evrimi gösterir mi yoksa evrimi yanlışlar mı?
Öncelikle fosiller bize dünyanın uzun tarihi hakkında çok sayıda
bilgi verir. Fosiller sayesinde milyonlarca yıl önceki coğrafi
şartları, canlılık tarihi boyunca basitten karmaşığa doğru
ortaya çıkan canlıları, nesli tükenen canlıları, belirli
dönemlerde yaşamını surduren canlıları, bunların arasındaki
geciş formlarını anlatır.Fosiller bir çok yönden evrimi
doğrular;
1-
Ara formların gösterdikleri
2-
Fosillerin kronolojik sıralaması
Fosil
bilimi olarak bilinen paleontoloji, evrimle iç içe olan bir
bilimdalıdır. Fosilbiliminin elde ettiği veriler; gerek basitten
karmaşığa kronolojik sıralama olsun, gerek geçiş formlarını
sunduğundan olsun evrimi doğrular. Peki ya bu veriler nelerdir?
Geçiş Formlarının Sundukları
Geçiş
formlarıyla ilgili "Ara
Formlar Üzerine"
başlıklı yazımda detaylı açıklama sunmuştum. Burda da kısaca
bir değinmek isterim. Bununla ilgili atın evrimi ve bu evrimin
fosillerle doğrulanışı çok iyi bir örnek olabilir. Geçmişten
günümüze atın nasıl evrim geçirdiği fosillerle
belgelenmiştir. Öner Ünalan, atın evrimini şöyle
anlatmıştır:
"Bugünkü
atın (Equus Caballus) bilinen ilk taşıl atası, yaklaşık
54-38 milyon yıl önce yaşamış Echippus, öbür
adıylaHyracotherium'dur. Orta boy bir köpek iriliğideki bu
otçul hayvan, ön ayaklarının dörder, art ayaklarının üçer
toynağının tümüne basarak yürür. At ise her ayağının yalnız
bir toynağına basar, orta parmakları ucuna kalkmış durumdadır.
Atın evrimi sırasında toynak sayısı azalır, ayak tabanı
ortadan kalkar, bacaklar uzar, alt bacaktaki ayrı (bağımsız)
kemikler birleşir, vücut ve beyin irileşir, dişlerde birtakım
değişiklikler olur ve sonunda, koşmaya olağanüstü uyarlanmış
bugünkü biçim ortaya çıkar.Echippus ile at arasında
taşıl biçimler şöyle sıralanır: Orohippus, Epihippus,
Mesohippus, Merychippus, Hipparion, Neohipparion, Nanipus,
Pliochippus. Bunların sonuncusu tek toynaklıdır. Geçişsel
biçimler bu sırayla incelenirse, ayak yapısında tek toynağa,
vücut ve beyinde iriliğe vb. geçiş, bütün aşamalarıyla
görülür.[27] "
Atın
evriminde bulunan geçiş fosilleri sadece "bir" örnektir.
Evrim daha sayısız geçiş formu ile doğrulanmıştır. Çok küçük
bir aramayla bile Vikipedide listelenmiş yüzlerce ara fosil
bulabilirsiniz [28].
Kronolojik Sıralama
Evrimi
doğrulayan en önemli bulgulardan biri ise fosillerin sıralanması...
Eğer evrimi kabul edeceksek şöyle bir şey görmeyi isteriz
sanırım: fosillere baktığımızda, fosiller aşama aşama değişim
halinde olmalıdır. Eğer böyle bir şey görmezsek, o zaman evrimi
yanlışlamış oluruz demesek de
(Bkz. Yaşayan
Fosiller başlıklı
yazı) önemli bir bulguyu göremediğimizden şüpheli
davranabiliriz. Eğer ki fosilleri incelediğimizde aşama aşama
değişim yoksa, hepsi aynı duruyorsa, işte o zaman evrime karşı
şüphe etmeliyiz demektir. Peki ya bu konuda ne diyor fosiller?
Şu
ana kadar fosillerden öğrendiğimiz en önemli şey; evrimin
olduğu... Bundan 500 milyon yıl önceki, en eski fosiller
bitkilerle basit omurgasızlara ait. Yapısı daha karmaşık olan
fosillerse onlardan sonra ortaya çıkıyor. Örneğin -şansa bakın
ki- henüz omurgalıların evrimleşmediği bir dönemde omurgalı
fosili bulamıyoruz. Ne zaman ki yavaş yavaş omurgalılar
evrimleşmeye başlıyor, o dönemden sonra omurgalı fosili
görüyoruz. Ve ya 420 milyon yıl önce ilk omurgalı balıklar
evrimleşmeye başlıyor ve bu dönemden milyonlarca sonra tam da
sudan karaya geçiş olmuşçasına kara fosilleri ortaya çıkıyor.
Ama sakın kara hayvanlarının deniz hayvanlarından evrimleştiğini
düşünmeyin, tanrı yavaş yavaş yaratmayı seçiyor ve bunu tam
da evrime uygun olarak yapıyor her nedense... Unutmayın hepsi bir
anda yaratıldı(!).
Eğer
henüz deniz canlıları oluşmadan kara canlılarını görseydik,
eğer henüz omurgalılar olmadan memeli canlıların fosilleri
bulunmuş olsaydı bu evrimi yanlışlayacak bir bulgu olurdu. Fakat
şu tesadüfe bakın , tüm fosiller aşama aşama değişimi,
türleşmeyi doğrulayacak şekilde dizilmiş.
500
milyon yıl önce ilk balıklar ortaya çıkıyor, 360 milyon yıl
önceki fosillerde amfibilere rastlamaya başlıyoruz, 300 milyon yıl
önceki fosillerde ilk sürüngenleri görüyoruz, 200 milyon yıl
önceden itibaren memelilerin fosillerini görmeye başlıyoruz. Ve
sıkı durun, çünkü bir tesadüfe daha tanık oluyor: genetik
benzerlikten elde ettiğimiz bulgular da, vücut planlarındaki
benzerliklerden yola çıkılarak düşünülen türleşme de, diğer
elde ettiğimiz tüm bulgular da evrimin bu şekilde olması
gerektiğini söylüyor. Fosiller de bunu doğruluyor. Fakat ne
münasebet? Tabiki de evrim palavra...
Sonuç
Lafı
fazla uzatmak istemiyorum. Sonuç o kadar belirgin ki... Fosiller
bize evrimi bir kez daha gözler önüne sermekte yardımcı oluyor.
Geçiş fosilleri bizlere evrimi zaten yeteri kadar gösteriyor fakat
bunun yanı sıra fosillerin kronolojik o larak sıralanışı asıl
evrimi anlayabilmemizi sağlıyor.
İncelemeler,
hem hayvanlarda hem de bitkilerde fosillerin giderek daha ileri ya da
daha doğru söylemek gerekirse daha karmaşık canlılara doğru bir
evrimi gözler önüne seriyor. Fosillerin sunduğu bu tablo genetik
benzerlikten tutun, yapısal değişikliğin gerektirdiği evrime
kadar birebir uyuşma içerisinde. Kısacası, elde ettiğimiz tüm
bulgular, evrim gerçekleştiğinde neler görmemiz gerekiyorsa o
şekildedir. Bilimde yöntem bu şekilde işler, eğer her şey tek
bir sonuca götürüyorsa onu reddetmenin bir anlamı kalmıyor
sanırım...
EMBRİYONİK
GELİŞİMDEKİ BENZERLİKLER
Tüm
canlılar, birey olarak gelişir. Bebek olarak hayata gözlerini açar
insan. Gelişir, büyür, değişir... Davranışları bir yana,
fiziksel olarak gelişir. Çocuk olur, ergenlik döneminden geçer,
yetişkinlikten tadar biraz, sonra yaşlılık... Neredeyse her çok
hücreli canlıda vardır bu gelişim. Farklılıklarıyla beraber
tabi: kimisi larva olur, kimisi tırtıl gibi başkalaşım geçirir
vs... Peki ya öncesi? Peki ya embriyolojik gelişimde ne olur? Daha
doğru ifadeyle: Evrimin embriyoloji ile alakası nedir?
Evrimle
İlişkisi
Darwinizm,
tüm canlıların ortak bir atadan geldiğini savunur. Tek bir ata
çeşitlenip, doğal yolla seçilerek bugüne kadar gelmiştir.
Defalarca söyledik bunu. Peki ya eğer evrim doğruysa embriyolojide
ne görmek istersiniz? Çok basit: belli başlı benzer gelişimler,
değişimler... Eğer tüm çok hücreliler tek bir ortak atadan
türemişse, doğal olarak, embriyolojide de benzerlikler kalmış
olmalıdır.
Düşünün
ki bir A türü içindeki populasyon, kendi türünden izole oluyor.
Türleriyle olan ilşkisi tamamen kesiliyor... Bu A türü içindeki
canlılar nesilden nesile yavaşça değişiyorlar. Bir zaman sonra o
kadar değişiyorlar ki artık farklı bir tür oluyorlar. Peki ya
şunu farkettiniz mi: bu canlı ne kadar değişirse değişsin hala
embriyonik gelişimi var. O halde A türünden kalan birşeyleri
gözlemleyebiliriz. Peki ya şu an canlıları incelediğimizde
gözlemleyebiliyor muyuz? Elbette...
Embriyoloji
Bir
yarasadan, su aygırına; balinadan, güvercine kadar tüm canlılar
tek bir hücre (zigot) ile yaşama başlayıp bu hücrenin kendini
kopyalamasıyla hayata devam eder. Bu gelişim süreci boyunca bir
çok noktada değişimler meydana gelir. Zigot ikiye bölünür.
Sonra bu iki yeni hücre de bölünür. Bölünmeler birbirini takip
eder; hücreler yavaş yavaş şekillenmeye başlar. İşte bu
şekillenmeye başlayan hücre topluluklarıdır embriyo...
Bahsettiğimiz
gibi; embriyoloji ile evrim uyum içerisindedir. Tıpkı evrimin
öngördüğü gibi canlılarda bir takım benzerlikler mevcuttur.
Omurgalı embriyolarının birbirine nasıl benzediğinden
bahsedelim. Timsah ayakları, insan ve primatların el ve ayakları,
kuşların kanatları ve ayakları, emriyoda aynı ortak şekilde
belirir. Gelişim ilerledikçe değişirler(1). Embriyolojik
gelişimlerin bazı evrelerinde omurgalıların hepsi, anüsün
gerisinde konumlanmış bir kuyruğa sahiptir. Post-anal kuyruk adı
verilen bu bölge, embriyonun gelişim evresinde bir tavukta da
görülür, insanda da görülür, maymunda da görülür... Ve ya
farinjeal cepler de embriyolardaki gelişimin ortak bir yanıdır.
Aynı post-anal kuyruk gibi, farinjeal cepler de memeli
embriyolarında ortak olarak gelişir. Tüm bu embriyolojik
gelişimdeki benzerlikleri açıklayan tek bilimsel kuram elbette
evrimdir, türleşmedir (2)
Bunlara
ek olarak balıklardaki hava keseleri de evrime yegane kanıttır.
Hava keseleri balıklarda sonradan evrimleşmiştir örneğin. Tüm
balıklarda hava kesesi bulunmaz. Öncelikle hava kesesi, balıklarda
batmamayı sağlamak yönünden yararlıdır. Hava kesesi, sindirim
sistemindeki bir kısmın farklı bir görevde özelleşmeye
başlamasıyla evrimleşmiştir. Bu özelleşme sırasında,
kese tamamen ayrılana kadar keseyi sindirim kanalına bağlayan
kanal yavaş yavaş kısalarak yok olmuştur. Peki ya bunun
embriyodaki karşılığını görebilir miyiz, bu evrimin embriyoda
kalıntısı var mıdır? Elbette... Şansa bakın ki modern
balıkların embriyoları incelendiğinde; bu hava kesesini sindirim
sistemine bağlayan kanal oluşur; daha sonra yavaş yavaş ortadan
kalkar. Tıpkı evrimin öngördüğü gibi...
Embriyoda
görülen benzerliklere daha bir çok örnek verilebilir: kuyruk
oluşumu, ilk 6-7 haftada oluşan parmakların arasındaki perdeler,
kuşlarda parmaklar, memelilerde solungaç yarıkları... Tüm bunlar
evrimin geçerliliğini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Sonuç
Embriyodaki
benzerlikler dikkate alındığında türleşmenin kaçınılmaz bir
şekilde doğruluğu görülür. Tıpkı fosillerde gözlemlediğimiz
ilkelden karçaşığa gelişim veya genetik benzerlikten elde
ettiğimiz bulgular, morfolojik benzerlikten elde edilen
sınıflandırma gibi embriyonik gelişimdeki benzerlikler dikkate
alndığında da evrim doğrulanır. Tüm bu verilerin birbiriyle
uyuşması tesadüf müdür, yoksa evrim doğru mudur? Karar siz
okuyucuların...
BUNLAR
DA MI TESADÜF?
Şu
ana kadar her şey tamam. Evrimi doğrulayan bir çok bulgu gördük.
Oldukça iyi...Peki ya isteyen kişi hala yaratılış kabul edemez
mi? Tüm bu kanıtlarla beraber yine de yaratılışı seçemez mi
isteyen kişi? Elbette seçebilir. Elbette tüm bulgular her ne kadar
evrimi gösteriyor olursa olsun, kişi isterse, anlık yaratılışı
doğru kabul edebilir. Fakat bu tüm kanıtlar tersini göstermesine
rağmen, Noel babanın olduğuna inanmak isteyen bir çocuğun
durumuna benzer. Acınacak durumdadır ve çare yok gibidir..."La
la la... Evrim yanlış, tüm bulgular tesadüf... la la la"
dercesine davranır yaratılışçı, tüm bulguları reddederken...
Şimdi
rolleri değiştirip, yeni bir masal üzerinde yaratılışçıların
görüşlerini inceleyelim ki bu görüşlerin ne kadar tutarsız
olduğunu görsünler... Tüm verilerin; fosillerin, embriyonun,
kalıntı organların, ortak atadan kalan benzerliklerin, coğrafi
dağılımın ve bir sürü küçük ayrıntının evrimi doğrulayışı
sonucuna rağmen türlerin "bir anda" ve "ilk günkü
gibi" yaratıldıklarını savunan kişilerin biraz empati
kurmalarını sağlayalım. Ne dersiniz?
Nasıl
yapmayı düşünüyoruz bunu? Nasıl bir metafor kullanırız da
bizi anlayabilmelerini sağlarız? Bunun üzerine çok düşündüm
ve bir ara Darwin ile Wegener'in yaşamları arasındaki benzerliğe
gözüm çarptı. Wegener bugünkü kıtaların hareket halinde
olduğunu (levha tektoniği) savunan kişidir. Darwin ise artık
herkesin aşina olduğu, evrim kuramının mekanizmalarını ortaya
atmıştır. İkisinin yaşam hikayesini okuyan kişiler belirgin
benzerlikler görecektir. Bu benzerlikler aklıma, yaratılışçıların
nasıl empati yapacağı ile ilgili güzel bir fikir getirdi. Fakat
gelin önce bu iki büyük bilim insanının yaşamlarında ne gibi
benzerlikler var, onlara bakalım
Darwin
- Wegener
Biraz
sonra asıl konumuza dönecek olsak da, az önce de belirttiğim gibi
Darwin ile Wegener'in yaşamlarından gözlemlediğim benzerlikler
sonucunda aklıma gelen bir yazı olduğu için kısaca bir
biyografiden söz edeyim istiyorum. Bu benzerlikler yaklaşık olarak
böyle sıralanabilir:
- Her ikisi de rahat koşullarda doğmuş ve büyümüştür
- Her ikisi de gençliklerinde uzun ve yorucu arazi araştırmalarına çıkmış, çok sayıda veri toplamıştı. Darwin bu araştırmaları Beagle gemisiyle beş yıl süren bir yolculukta yapmış, Wegener ise Grönlanddaki uzun gezilerde gerçekleştirmiştir.
- Her ikisi de kuramını oluşturduğu konunun dışında eğitim görmüştü. (Darwinin kuramı biyoloji üzerinedir ama o tıp, ilahiyat eğitimi almış ve jeoloji dalında önbilimsel çalışmalar yapmıştı; Wegenerin kuramı ise jeoloji üzerinedir ama o gökbilim dalında doktora yapıp meterolog olarak çalışıyordu.)
- Wegener "Kıtaların ve Okyanusların Kökeni" kitabı ile yeryüzünün evrimini; Darwin "Türlerin Kökeni" ile canlıların evrimini incelemişti.
- Ortaya atılan her iki kuramda da, temeldeki konu, bir çok yan konuyu ilgilendiriyordu.
- Her ikisi de değişik alanlardan veri topladı.
- Her ikisi de kuramlarının ortaya atıcısı değil geliştiricisiydi.
- Her ikisi de kuramı açıklayabilecek doyurucu bir mekanizma ileri süremiyordu (İkisi için de bilimin geri kalmışlığı söz konusuydu. Darwin'in bunu yapamamasının sebebi genetiğin tam olarak çözülememiş oluşu; Wegener'in bunu yapamamasının sebebi jeolojinin yeterince kavranmamış oluşuydu) [31]
Elbette
bu tür benzerlikler doğal bir şekilde karşılanmalıdır ve
karşılanır. Fakat bu benzerlikleri her dile getirdiğimde karşı
konulmaz bir hayranlık duyuyorum iki bilimadamına da... İkisi de
devrin savaşını vermiş olsalar da konuyu daha fazla saptırmak
istemiyorum. Buraya kadar anlattığım kısmı, elbette sizlere
biyografi dersi verme amacıyla yazmış değilim. Yaşamları
benzeyen bu kişilerin kuramları da birbirine benziyor. İkisi de
evrenin değişim sürecinden ibaret olduğunu gösteriyorlar. İşte
gelmek istediğim yer de tam burası.
Levha
Tektoniği
Eğer
amacımız yaratılışçılara empati kurmayı öğretmekse , ki
benim amacım budur, yerin evrimi ile canlıların evrimini
karşılaştırmak birebir çözüm oluşturur. Yukardaki o
yaşantılardaki benzerlikler işte tam da bu sebeple ufuk açıcı
oldu benim için. Düşünün, canlıların değişmezliği ve
türleşmenin yanlışlığı görüşüne sahip kişiler ya durağan
dünya/değişmeyen dünya fikrine de sahip olsaydı? Ya bu kişiler
aynı şekilde kıtaların değişmezliğini savunup bağnazca
hareket etselerdi? Kim bilir, bunu yapanlar da çıkacaktır...
Wegener fikrini ortaya attığında herkes karşı çıkmıştır ona
fakat şu an kıtaların (daha doğrusu kıtaları oluşturan
levhaların) hareket ettiği su götürmez bir gerçek...
Bu
konuya birazdan değinmeyi düşünüyorum fakat levha tektoniği
kuramını bilmeyen okurlar olacağından önce levha tektoniğinden
bahsedelim... Levha Tektoniği Kuramına göre, Dünya'nın yüzeyi
her biri farklı yönlere hareket eden, "kıtasal levha"
denilen büyük kara parçalarına bölünmüştür. Bunlar yaklaşık
70 km. Kalınlığında büyük yerkabuğu katmanlarıdır. Bu
katmanlar Dünya'nın derinliklerindeki sıcak, akışkan, yarı
erimiş magmanın etkisiyle hareket ederler. [32]
Bu
hareket, levhaların, birbirlerinden kopmasına, birbirleriyle
çarpışmalarına, birinin diğerinin altına girmesine vs. yol
açabilir. Bu, levhaların hareketi sonucunda arada boşluk kalabilir
ki bu durumda arada kalan boşluk denizaltı yanardağlarından gelen
maddeyle dolar ve yeni bir kabuk oluşur. Anlayamayan okuyucular için
bir örnek vereyim;
Bir
tencerede suyu ateşe verdiğinizi düşünün. Suyun üzerine iki
katı cisim (yaprak gibi) koyun ve suda yüzsün... Bu iki yaprak
başta birbirine yakın olsalar da suyun hareketi, onları
birbirinden uzaklaştıracak ya da birbirlerine yakınlaşmalarını
sağlayacaktır. Su ısınır, ısındıkça hareket eder, hareket
ettiğinde yaprakları birbirinden uzaklaştırır. İşte biz; bu
yapraklara levha, suya magma, yaprağın hareketine levha hareketi ve
olayın tamamına "Levha Tektoniği" diyoruz. Sakin sakin
bekleyediğini sandığımız dünya derin bir dans içindedir.
Dansını milyarlarca yıldır sürdürür ve sürdürecektir.
Durduğunu sandığımız yerkabuğu kendi çağında kıpır kıpır
oynamaktadır.
Kanıtları
Birazdan
kurulmasını istediğimiz empatinin kurulması için es geçilmemesi
gereken bir konu bulunuyor, levha tektoniği kuramını doğrulayan
bulgular nelerdir? Eğer yerin evrimi ile canlıların evrimini
benzeteceksek (ki öyle yapıcaz), tıpkı canlıların evrimini
doğrulayan sayısız bulgu olduğu gibi, yerin evrimini de
doğrulayacak bulgulardan bahsetmezsek olmaz. Peki bu kuramı
doğrulayan bulgular nelerdir?
1-Güney
Amerika, Afrika, Hindistan ve Antarktikadan,aynı dönemlerin
fosillerinde birbirinin eşi eğrelti otu ve sürüngen fosilleri
bulunmuştur. Tıpkı bir zamanlar bu kıtalar berabermiş gibi..
2-Bir
jeolojik dünya haritasını incelediğinizde kıtaların birbirini
bütünlediği gözler önündedir. Tıpkı bir zamanlar biraradaymış
gibi bölünmüşlerdir (tabi tanrı yapboz oynamıyorsa)
3-Kayalarda
hafif bir manyetizma vardır. Yeryüzü bilimcileri manyetizma türüne
bakarak bir kayacın nerede olduğunu anlayabilir. Manyetik kaya
parçaları, denizaltında levhaların birbirinden kopup ayrılmasıyla
nerelerde yeni kabuk oluştuğunu anlamamızı sağlar. [33]
Daha
birçok bulgu ortaya koyulabilir fakaat derine inip sıkılmanızı
istemem. Nu kadarı yeter de artar bile... Hey bekle biraz, biyografi
dersinden jeoloji dersine geçtiğimi düşünme. Düşüncemi
aktarmak için bunları anlatmak zorundaydım.
Empatiyi
Kurmak
Bu
kadar jeoloji ve biyografi yeter sanırım. Şu ana kadar
anlattıklarımı anladığınızı umuyorum. Bunları anlattım
çünkü bilimsel yöntemin nasıl işlediğini görmenizi istedim.
Kısaca bilimsel yöntemden ziyade aklı ve mantığı kullanarak
evrimin nasıl doğru oluğu anlaşılır onu göstermeyi istiyorum.
Düşünün; yukarıda sayılan bulguları; farklı kıtalarda aynı
zaman dilimlerinde aynı tür fosillere rastlanmasını, tüm
kıtaların bir bütün oluşturacak şekilde ayrılmış olduğunu
kocaman bir "tesadüf" olarak görüp tüm kıtaların ve
yer kabuğunun geçmişten beri aynı şekilde kaldığını ve ilk
günkü hallerini şu an gördüğümüzü savunan biri çıkmış
olsun. Tüm bulgulara rağmen buna inanabilir. Yazının başında
bir kişinin yaratılışı seçmesinden farksızdır bu seçim...
1-
Dünya yüzeyi geçmişten beri aynıdır, değişim yoktur.
2-
Dünya yüzeyindeki levhalar değişim halindedir ve hareket ederler.
Bu
iki düşünceden dangisi daha mantıklıdır? 1. madde artık
etkisini yitirmiştir ve aklını, mantığını kullanan kişi 2.
maddeyi kabul eder, çünkü tüm bulgular 2. maddeye işaret
ediyordur. "Tüm bu bahsedilen bulgular tesadüftür" diyen
kişi 1. maddeyi seçebilir elbette. Fakat bu seçim mantıksızdır,
bilim dışıdır, akıl dışıdır. Yazının başında bahsi geçen
"Evet yaratılışçılığı inanılabilir" sözü de
bundan farksızdır işte...
Neden
kıtaların değiştiğini, değişmediğine karşın kabul
edebildik? Çünkü tüm bulgularımız bunu gösteriyordu. Bir şey
ördeğe benziyorsa, ördek gibi vaklıyorsa, ördek gibi yürüyorsa,
ördeklerle çiftleşebiliyorsa; o şeyin ördek olma ihtimali mi
kabul edilebilirdir, yoksa ördek olmama ihtimali mi? Elbette tüm
kanıtların gösterdiği şeyi doğru kabul etmek en akıllıcasıdır.
Örneğin aynı şekilde "Ördeğe benzeyen o hayvanın tavuk
olduğuna inanmakta serbestsin" derken, o hayvanın tavuk
olduğuna inanmanın mantıklı olduğunu söylemem. "Örneğe
benzeyen, ördek gibi ses çıkaran, ördek gibi yürüyen,
ördeklerle çiftleşebilen o canlı aslında tavuktur" iddiası
ne kadar gülüçse "Her şey evrimi gösterse de yaratılış
doğrudur" iddiası o kadar gülünçtür.
Yani
her ne kadar evrimi doğrulayan bulgular arasında, ortak atadan
kaynaklanan benzerlikler, körelmiş organlar, coğrafi dağılımın
evrimi doğrulaması, fosillerin evrimi doğrulaması, enzimatik
benzerlikler, embriyonik gelişimdeki benzerlikler olsa da ve her ne
kadar fosiller, embriyonik gelişim, genetik benzerlik basitten
karmaşığa doğru aynı sıralamayla evrimi gösteriyor olsa da
evrim kuramını reddedip, yaratılışı savunabilirsiniz. Aklınız
bunu kabul ediyorsa...
Sonuç
Evrimi
savunanlara "tesadüfçü" diyen zihniyet, elbette evrimi
doğrulayan bulguları tesadüf olarak görebilir. Peki az önce
yaptığımız yöntemle, bulguları ve mantığı birleştirince
hangi sonuç çıkacaktır? Elbette bu kadar bulgunun tesadüf eseri
olmayıp, evrimin gerçek olduğu fikri kabul edilmelidir. "Tüm
bulgular ördeği gösterirken tavuk demek yanlıştır"; "Tüm
bulgular evrimi gösterirken yaratılışı savunmak yanlıştır"...
Gariptir
ki türlerin geçmişte beri değişmediğini savunan kişilere değil
tüm bulguları sistematik bir şekilde toparlayan ve evrimi doğru
kabul eden kişilere karşı çıkılıyor. Türlerin değişmezliğini
savunan kişi normal gözüküyor. Aynı kişiye tüm bu levha
hareketlerinin doğrulanmasına dair bulguların tesadüf olduğu
söylendiğinde kişi, eğer biraz bilgiliyse size bilim düşmanı
gözüyle bakıyor. Tezatlığın farkında mısınız? Ördeğe
tavuk diyenler el üstünde tutuluyor. Fakat unutulmaması gereken
bir şey var; isterse milyarlarca kişi bir ördeğin tavuk olduğunu
iddia etsin; tüm bulgular bunu gösterdikçe, ördek yine ördektir.
Her
neyse, bahsetmeye çalıştığım şey, levha tektoniği şu an ne
kadar kuşkuluysa evrim de o kadar kuşkulu bir kuramdır. Hatta
bulgular çok çok daha fazla olduğundan dolayı evrime duyulan
şüphe çok daha azdır. Canlıların evrimi çok daha fazla sınavı
başarıyla geçmiştir. Özetle bilimsel bulguları mantığıyla
kullanan kişi levhatektoniğinin doğruluğunu nasıl anlıyorsa,
aynı yöntemle evrimin doğruluğunu da anlamalıdır. Her şey
ördeği gösteriyorsa, konu kapanmıştır !
NOTLAR
VE EK OKUMALAR
1-
Darwin Ne Yaptı Öner Ünalan Evrensel Basım Yayın s.17-18
2-
Charles
Darwin Türlerin Kökeni Onur Yayınları Şubat 1996 s.53-54
Öner Ünalan Darwin Ne Yaptı Evrensel Basım Yayın Ekim 2012 s.43-44
C. Darwin Türlerin Kökeni Gün Yayıncılık
Öner Ünalan Darwin Ne Yaptı Evrensel Basım Yayın Ekim 2012 s.43-44
C. Darwin Türlerin Kökeni Gün Yayıncılık
3-
James
L. Gould-Carol Grant Gould, Olağandışı Yaşamlar (Life at the
Edge), TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Ankara 1996, s.12-13,
38-39
9:
Kör Saatçi, Richard Dawkins, Tübitak Yayınları s.53
10:
Konuyla ilgili bir çok makale bulabilirsiniz:
11:
Gözün evrimi konusunda alıntı yaptığım kaynak: Darwine Ne
Yaptı, Öner Ünalan, Evrensel Basım Yayın s.62
12: Matzke,
N. J. 2003.
13: Kuwajima,
G. 1988. Construction of a minimum-size functional flagellin of
Escherichia coli. Journal of Bacteriology 170: 3305-3309.
14:
Miller, K. 2003. Answering the biochemical argument from design. in:
Manson, N. (Ed.), God
and design: the teleological argument and modern science,
Routledge, London, pp. 292-307.
15: Miller,
K. 2004.The
flagellum unspun. In Debating Design: from Darwin to DNA,
81-97, eds. Dembski, W., and M. Ruse, New York: Cambridge University
Press.
16:
Tanrı Yanılgısı, Richard Dawkins, Kuzey Yayınlarıs.122
17-
Jane
B. Reece, Lisa A. Urry, Michael L. Cain, Steven A. Wasserman, Peter
V. Minorksy, Robert B. Jackson, Biyoloji: Campbell, Palme Yayıncılık,
s.15-16, 463
18-Öner
Ünalan, Darwin Ne Yaptı, Evrensel Baım Yayın, s.74
19-Evolutionary
Analysis, Scott Freeman ve Jon Herron
21-Darwin
(1859), s.373
22-
Clark, 1984 içinde, s. 145
23-
Hal Hellman, Büyük Çekişmeler, Tübitak Yayınları, s.97
24-
Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, Bilgi Yayınevi s.87
25-
Perşembe, 5 Eylül 2013 tarihli soL Haber Portalı'nın hazırlamış
olduğu "Yarasalar ve yunuslarda ortak genetik değişimler"
başlıklı yazısından alıntılar yapıldı.Makalenin geçtiği
asıl kaynak ise: Parker v.d., 2013, Nature, doi:10.1038/nature12511
27-
Öner Ünalan, Darwin Ne Yaprı, Evrensel Basın Yayım, s.60-61
29- Öner
Ünalan, Darwin Ne Yaprı, Evrensel Basın Yayım, s.75-77
30-Jane
B. Reece, Lisa A. Urry, Michael L. Cain, Steven A. Wasserman, Peter
V. Minorksy, Robert B. Jackson, Biyoloji: Campbell, Palme Yayıncılık,
s. 463
31-
Hal Hellman, Büyük Çekişmeler, TÜBİTAK Popüler Bilim
Kitapları, s.161-165
32-
Arkın Oxford Genlik Ansiklopedisi, Cilt2, s323
33-
a.g.e. s.1090
Alfa ne oluyor???
YanıtlaSilDerken?
Silbir yıldız.
SilSorun sadece mobil sitede herhalde, sadece bu yazı görünüyor.
SilYorucu:)kabul
YanıtlaSilalfa <3
YanıtlaSilFreud kadınları çözemedi sen evrimin anlamı diye başlık atmışın. Çözdün yani hadi bahalımm okuyayım.
YanıtlaSilOkudum ama sacma. Inanan bir insana neden erkek bulbul guzel oter de dizi bulbul sadece cik cik der diye sorarsaniz cevabi Tanri bilir olmaz, cevapi Tanri eseysel secilim istemistir olur. :)
YanıtlaSilEvet iste asil yanildiginiz nokta bu. Tanri kusursuz diye her seyi kusursuz yaratacak degil. Kusurlu da yaratabilir. Ve zaten Tanri bu dunyayi ve icerisindeki tum canlilari kusurlu yaratmistir. Cunku yaratilan bu dunya bir egitimi amaclar. Insan icin bir ahlaki seviyede bir egitim. Kusursuz bir ortamda egitime ihtiyac yoktur. Her sey mukemmel calisir. Kisileri yapilari varliklari zorlayan durumlar ortaya cikmadigi surece kisiler canlilar ve cansiz varliklar stress altinda kalmadigi surece siz onun dayaniklilik seviyesini ve canlilar icin kendisini ne derecede iyilestirdigini goremezsiniz.
Yazidaki iki nokta cok sacma. Birincisi Tanru kusursuz diye onun yarattigi her seyin kusursuz olmasi gerekliligi gibi bir kabullenme. Ikincisi de inananlarin her soruya "cunku Tanri boyle istedi" "Onu Tanri bilir" gibi bir yaklasim sergileyecegi kabullenmesi.
Onyargilisiniz. Once onyargilarinizdan kurtulunuz lutfen. Biz de gayet guclu aciklamalar yapabiliriz. Bir seye mantik suzgecinden gecirerek inanan sadece sizler degilsiniz arkadaslar.
Ayrica bir sorum olacak. Hic bir canlinin bulunmadigi bir ortamda en basit canli kabul edilen bir canlinin ortaya cikmasi olasiligi hakkinda bilginiz var ise paylasabilirseniz sevinirim. Cunku olasilik hesaplarina gore dunya 100 milyar yasinda da olsa 1 milyon yasinda da olsa, eger ki cansiz bir ortamda tamamen cansiz varliklarda, fiziksel mudahaleler sonucunda bir canlinin ortaya cikma olasiligi 1 trilyonda bir ise ya da 1 kattrilyonda bir ise, o halde ilk canlinin kendilinden olusmasi olasiligini kabul edemem. Cunku bu durum, araba hurdaligindan esen ruzgarin bir F-16 ucak yapmasi gibi bir olasiliga denk gelir.
YanıtlaSilTesekkurler.