29 Ekim 2013 Salı

Evrimi Anlamak


EVRİMİ ANLAMAK


Konu Başlıkları

1- Evrim Nedir?

2- Evrimin Mekanizmaları

a) Yapay Seçilim
b) Doğal Seçilim
c) Cinsel Seçilim

3- Çok Sorulan Sorular


a) Evrim Durdu Mu?
b) Neden Maymunlar İnsan Olmuyor
c) Organlar Arası Uyum

4- Yaratılışçı İddialar

a) Sadece Bir Teori
b) Yararlı Mutasyon Yok Mudur?
c) Kambriyen Patlaması
d) Ara Formlar Üzerine
e) Yaşayan Fosiller
f) Piltdown ve Nebraska Adamları
g) İndirgenemez Karmaşıklık
ı) Evrimcilerin itirafları

5- Evrimin Kanıtları

a) Ortak Atadan Kaynaklanan Benzerlikler
b) Körelmiş Organlar
c) Genetik Benzerlik
d) Coğrafi Dağılım
e) Fosiller
f) Embriyonik Gelişimdeki Benzerlikler
g) Bunlar da mı Tesadüf?
Evrim nedir?

Evrim kelime anlamıyla gelişim/değişim demektir. Organik evrim ise canlı hayatının değişimiyle ilgilenir.  Canlılığın oluşmasından bugüne canlılık ne gibi süreçlerden geçmiştir nasıl değişmiştir… Evrim bu tür sorulara cevap verir. Hatta bu sorulara cevap veren tek kuramdır.

Yaşam nasıl başlamıştır, nasıl süregelmiştir?”  Yüzyıllardan beri insanın kafasını bu soru kurcalamıştır. Bilimden yoksun bir devirde yaşadığınızı düşünün. Elinizde herhangi bir bulgu olmayacaktır. Hiçbir şekilde gözlemle bu sorunun cevabını veremiyorsunuzdur. O halde artık yepyeni bir hikâye üretme zamanınız gelmiştir: Tanrı…

Zaten tanrı genel anlamıyla bu nedenle oluşmuştur denebilir. Bilinmeyen olgulara tanrı deyin gitsin. Herhangi bir sorun teşkil etmeyecektir. Dünya nasıl oluştu bilmiyor muşuz? Tanrı yaratmıştır tabi ki. Peki ya bu canlılık bu çeşitlenme nasıl olmuştur. Çok kolay: Tanrının seçimi… Biraz daha gerilere giderseniz her türlü doğal olay için farklı bir hikâyeye rastlayabilirsiniz. Örneğin depremin nasıl oluştuğunu bilmeyen biri için depremin oluşumunun açıklanmasının tek yolu boğanın kafasını sallayarak dünyayı sarsmasıydı, tıpkı tanrının çamuru alarak insanı oluşturmuş olması gibi ilkel bir çözüm.

Bir ara bir yazı yazmıştım ve o yazıda şu sorunun cevabı bilinmiyordu: ”Yağmur nasıl oluşuyor?” Bu sorunun üzerine ben de aklımdan doğaüstü bir varlık olan ‘isalyeh’i üretmiştim. İsalyehler gökyüzünde yaşayan görünmez varlıklardı ve onlar işeyince yağmur oluşuyordu. Eğer ki yüzyıllar önce atalarımız yağmurun oluşumunu bu varlıklara bağlamış olsaydı kim bilir belki hala isalyehleri savunanlar olacaktı. Tıpkı şimdi tanrıyı savundukları gibi…

Bahsetmek istediğim şey şu: Yaratılışçılık…

Evrimi algılayacak gözlemleyecek yeteri kadar bulgunun olmadığı dönemlerde dediğim gibi tanrı varsayımı ortaya atılmıştır… Fakat bunun bilimsel hiçbir yanı yoktur. Evrim tanrının “Hayat nasıl süregelmiştir?” rolünü üstlenmiştir(levha tektoniğinin boğanın rolünü üstlenmesi gibi). Hayat nasıl başlamıştır sorusuna da sonraki yazılarımda cevap vermeyi planlıyorum.

Devam etmek gerekirse şu an en çok kabul edilen yaratılışçılık senaryosu: Çamurdan yaratılış… Bu tamamen mittir ve mitolojiden alınmıştır. Bu mitsel ilkel inanış üzerinde de uzunca bir yazı yazılabilir ama konumuz şu anda din tarihi olmadığından rafa kaldıralım.  Çamurdan yaratılış elbette ki tek senaryo değildir bunun gibi sayısız inanış gelmiştir. Örneğin Türk mitolojisinde “Hayat ağacı efsanesi” vardır. Bu efsaneye göre ilk insan düşünür: “Eğer gökten düşseydim buzdan bir adam olurdum, güney-kuzey-doğu-batı yönlerinden gelseydim bende ağaç ve çayırların izleri olurdu, eğer yerin derinliklerinden gelseydim çamur ve toz içinde kalırdım. O halde beni Büyük Ana Kübey Hatun doğurmuştur. Çünkü onun içinde bulunduğu ağacın göğsünden sütler akar.”  Sonunda ilk insan onu doğuranın hayat ağacı olduğunu anlamıştır…

Başka bir efsaneye göre de Tanrı Bumbanın kusmasıyla oluşmuştur canlılar ve evren. Tüm bu efsaneler ne kadar gerçekçi ise çamurdan yaratılış da o kadar gerçekçidir. Maalesef bu kadar savunulan bu mitolojisel hikâye de bir gün son bulacaktır.

En çok kabul edilen yaratılış dogmasına göre:
*Bütün türler 3 günde yaratılmıştır.
*Her tür öbürlerinden ayrı bugün nasılsa öyle yaratılmıştır
*İnsan bütün canlılardan ayrı Tanrının suretinde yaratılmıştır
*Bugünkü türler Nuh’la kurtulmuş belirli sayıdaki bireylerin dölleridir…

Darwin’le gelen evrim ise yeni 4 madde getirmiştir:
*Türler pek uzun bir evrim sürecinde oluşmuştur
*Türlerin hepsi ortak ve ya birkaç kökenden gelmiştir
*İnsanlar hiçbir canlıdan üstün değildir. Bütün canlılarla birlikte düşünülmelidir
*Yaşayan canlı biçimlerinin hepsi Kambriyum Döneminden önce yaşamış olanların doğrudan doğruya dölü olduğu için kuşakların o bilinen ardışımı asla kesilmemiştir. Dünyayı tümüyle ıssız bırakan bir tufan hiç yaşanmamıştır.”(1)

EVRİMİN MEKANİZMALARI

YAPAY SEÇİLİM(2)

Yapay seçilim, her hangi bir canlıdaki özelliğin etkisini azaltmak ve ya arttırmak için tür içi çiftleşmeye insanın müdahale etmesi üzerine kurulu bir keşiftir (yapay seçilime keşif dememde umarım bir sorun yaratmam çünkü bahsettiğim canlılardaki bu değişimin keşfidir). Neredeyse her evcil hayvan türü ve tarım yapılan bitki yapay seçilimden geçmiştir.
Varsayımsal bir örnek vermek istiyorum. Elimizde iki çeşit çilek olsun (canlılarda çeşitlenme sürekli olarak gerçekleşir).Bu iki çeşitten biri ötekinden daha güzel ve tatlı olacaktır. Tarım yapacak kişi bu iki çeşitten güzel olanı ekip çoğaltacak tadı güzel olmayan, beğenilmeyen çeşitlerse ekilmeye ekilmeye yok olacaktır. Yeni oluşan çileklerden sürekli tadı daha güzel olanı seçilecek ekilecek ve genler sürekli olarak nesillere aktarılacaktır. Binlerce yıl bunun sürekli devam edilip, seçilip ekildiğini düşünürsek elimizdeki ilk örnek ile son örnek arasındaki fark son derece belirgin olacaktır.
İnsan tarım yaptığı her bitkide gün geçtikçe yapay seçilim devam ediyor. Buğday gibi en eski bitkiler dâhil yeni çeşitler üretiyor. Eğer bu tarım ürünleri yaratılışçıların bahsettiği gibi ilk günkü gibi kusursuz ve ilk günkü gibi ‘yaratılmış’ olsalardı ve gerçekten mükemmel bir tanrı tarafından mükemmel şekilde bir anda yaratılmış olsalardı, her ne olursa olsun hiç değişmemeleri gerekmez miydi? Kusursuz bir tanrı en iyisini yaratacaktır. En iyisinden daha iyisi olmadığına göre ve bu canlılar yapay seçilim ile çeşitlenip seçilebiliyorsa bahsedildiği gibi en iyi ve en mükemmel şekilde yaratılmamışlar bu canlılar. Yapay seçilimden geçirilerek daha iyi çeşitler üretilebiliyor çünkü.
Tabi sadece bitkiler için de geçerli değil. Örneğin evcil ördekte tüm kemik yapısına oranlayınca kanat kemiklerinin, ayak kemiklerinden daha hafif olduğu görülür. Bunun sebebi evcil ördeğin ebeveynlerine göre daha az uçup daha çok yürümesidir. Fakat yaratılışçı düşünce buna doyurucu bir cevap vermez ve lafları demagojiden ileri gitmez.
Çoğu evcil hayvanların köken türleri tükenmiştir. Örneğin sığırın köken türü olan Avrupa yaban öküzü (aurochs) neden yok? Evet, yaratılışçılar bu sorunun cevabını sizden bekliyorum… Büyük ihtimalle yine doyurucu bir cevap gelmeyecek. Büyük ihtimalle verilecek cevap ‘Tanrı öyle istedi’ olacaktır ki bu cevap değildir. Bunun sebebi bilinçli evrimdir. İnsanoğlu evrimi kendini yönünde biriktirebilir. Bahsettiğim bu örnek de buna bir kanıttır. Atalarımız Avrupa yaban öküzünü evcilleştirerek bu türün evrimini kendilerine yararlı olacak şekilde değiştirmiştir.
Bir de bilinçsiz seçilim var. Örneğin klasik çağda armut Plinius’a göre kötü nitelikli bir meyveydi. Yine klasik çağda bağ-bahçe altına alınan armutlar arasında hep en iyilerini yetiştirip onların tohumlarını ekerek ve biraz daha iyi değişik bir çeşit ortaya çıkınca onu ayırmaktan ve bu işlemi sürdürmekten başka bir şey yapmayan atalarımız bize güzel meyve türlerini bırakmayı düşünmemiştir. Yani şu anki yediğimiz güzel meyveleri atalarımızın seçip korumasına ve yetiştirmesine borçluyuz. Bu da bilinçsiz seçilimdir…
Anlayacağınız Yapay Seçilim sadece bir teori değil kanıtlanmış,gözlemlere dayanmış bir gerçektir


DOĞAL SEÇİLİM

İnsanların canlıları, seçerek, eleyerek bir yapay seçilim mekanizmasından geçirerek değiştirdiğinden bahsetmiştik. Bu evrim süreci milyonlarca yıl sürmediğinden eski kaynaklardaki bilgilerle ve yahut deneylerle, gözlemlerle kesinleşmesinden insanların buna karşı çıkacağını sanmıyorum. Peki, insanlar yeni bitki ve hayvan türleri üretebiliyorsa bunu doğa sağlayabilir mi? Doğal yollarla değişim sağlanabilir mi? Fosillerden yola çıkarak bu değişimin sağlandığı gözlemlense de fosil konusunu daha sonra ele almak istiyorum
Doğal seçilim adından da anlaşılacağı gibi doğal yollarla en uygun bireylerin seçilmesidir. Buradaki uygun özellikten kasıt şudur; hangi özellik ki hayatta kalmaya ya da üremeye yarar sağlarsa bu özellik doğaya uygun, iyi özellik olacaktır. İyi özelliğe sahip canlılar hayatta kalıp genlerini yavruya aktarır, kötü özelliğe sahip canlılar hayatta kalamadığı için genleri bir sonraki nesle aktarılmaz.
Doğa sürekli değişim içindedir. Doğa değiştikçe ya da popülasyon farklı bir bölgeye göç ettikçe, popülasyon doğaya ayak uydurmak zorundadır. Basite indirgenmiş, ayrıntıların es geçildiği bir örnek vermek istiyorum ki amacım neyin ne olduğunu daha iyi anlamanız… X1 türünün olduğu bir popülasyonun farklı bir bölgeye göç edip kendi türündeki diğer canlılarla etkileşimini kestiğini varsayalım. X1 türü 25-30 derecede yaşamını sürdürüyor olsun. Göç ettikleri yerin sıcaklığı da atıyorum 40 olsun. Çok zor şartlar altında olsa da canlı yaşamını sürdürecektir. Şimdi, yeni bölgeye göç etmiş X1 türünden iki farklı birey düşünelim. Türler kendi arasında çeşitlilik gösterdiğinden (örneğin insanlarda ten rengi farklılığı) bu iki bireyden biri diğerine göre daha sıcakta döl verebiliyor olursa, ki çeşitlilik olduğundan muhakkak olacaktır, daha sıcakta yaşayabilen birey döl verirken diğeri veremeyecektir/daha az verecektir. Daha sıcakta yaşayabilen genlerini yavrulara aktaracaktır, bunun sonucunda da sıcağa uyumlu daha çok birey meydana gelecek; soğuğa alışmış bireyler azalacaktır.
Yukardaki örnekte uyum sağlayıp döl verme olayının ve genleri yavrulara aktarmanın sürekli olarak nesiller boyu gerçekleştiğini düşünürsek gün gelecek X1 türü 40 derecede yaşamaya uyumlu döller verecektir. Bu değişim milyonlarca yıl boyunca gerçekleştiğinden kendi türünden soyutlanan X1 popülasyonu o kadar değişecektir ki artık X1 türünün göç etmeyen yerde kalan bireyleriyle üreme yapamayacak hale gelecektir. Artık bu X1 değil X2 türü olmuştur. Bu da doğal seçilimin türleşmeyi nasıl sağladığını en basit haliyle anlatacaktır(detaylar çok daha karışıktır).
Bu olayı daha iyi anlayabilmeniz açısından Mahlon Hoagland’ın Hayatın Kökleri kitabından bir alıntı yapmak istiyorum:

“Çok eskiden ıssız bir kumsalda babamla yaptığım bir yürüyüşü hatırlarım... Gelgit sınırında yığılmış, çürüyen yosunlar arasında her boy ve biçimde şişeler yatıyordu. ilerledikçe yavaş yavaş bütün şişelerin kapaklı olduğunu gördük, kapaksız bir tek şişe bile yoktu. Şişeler arasındaki bu şaşırtıcı benzerliğe sonunda babam bir açıklama getirdi ve keyifle beni bu olguda daha büyük bir anlam aramaya zorladı. Sonuç, bilincime yaşam boyu sıkıca yerleşen "evrim üzerine bir ders" oldu: Açıkça görülüyordu ki, bunlar okyanus yolculuğuna dayanabilmiş birkaç şişeydi, en uygun birkaç şişe. İnsan eliyle denize atılan bir sürü boş şişeden, kapağı tesadüfen kapatılmış birkaç tane; Rastlantı, bunlara batmazlık özelliğini sağlamıştı. Çok daha büyük sayıdaki kapaksız kurbanlar, okyanusun hırçınlığına dayanamayıp, çoktan derinleri boylamışlardı.”
Büyük Endüstriyel Devrim sonrasında is ve kurum yüzünden çevre kirlenmiştir. Yani gece kelebeklerinin kondukları yuvalar artık renk değiştirmiştir. Yıllar boyu ortama adapte olan gece kelebekleri artık ortamda yaşayamaz olmuştur.
Buradan da anlayacağımız üzere doğal ortam canlılar için özel olarak yaratılmamıştır. Canlılar bu doğal ortama göre çeşitlenmiş, elenmiştir. Yani çölde kaktüsün, suda balığın, karada kara hayvanlarının yaşaması ne tesadüftür ne de ilahi bir tercih. Olan şey sadece doğal seçilimdir.
Peki doğada gözlemlenmiş midir doğal seçilim? Gece kelebekleri gece uçar gündüz bir yere konup dinlenirler. Yani gece kelebekleri gündüz açık ve korunmasızdır. Dolayısıyla doğal seçilim çevre açık bir renkte olduğu için açık ve soluk renkli olanlar hayatta kalmıştır. Yani kondukları yüzeyin renginde olan gece kuşları hayatta kalmışken, diğerleri canlılar tarafından elenmiştir. Çünkü yeterince korunamayıp öldürülmüştür…

Çevre kirlenmeden önce gece kelebekleri açık ve soluk renklidir çünkü açık ve soluk renkli alanda dinlenen gece kelebekleri bu şekilde canlılardan korunmuştur. Bugün ise kirlenmiş bölgelerde var olan gece kelebeklerinin çoğu koyu renklidir… Asıl sorun şudur ki kirlenmeyen bölgelerdeki gece kelebeklerinin renginde değişme olmamıştır.
Sizce bunun sebebi nedir? Evrimsel düşünen herkes aynı cevabı verecektir: Doğal seçilim… 
Kirlenmiş bölgelerde gece kelebeklerinden hayatta kalanlar koyu renkli olanlardı çünkü ancak o şekilde hayvanlardan korunabilmişlerdir. Bir süre sonra da artık o ortamda açık renkli gece kelebeğine rastlanamaz oldu çünkü doğal yollarla ayıkandı.
Gördüğünüz gibi doğal seçilim artık teori değildir. Gözlemle doğruluğu kanıtlanmıştır


CİNSEL SEÇİLİM

Geyiklerde erkeklerin boynuzlarının iriliği ve biçimi, koşma ve kaçma becerilerinde dezavantaj sağlamaz mı? Ya da tavus kuşlarının tüyleri yırtıcıların ilgisini çekeceğinden evrimsel süreçte hayatta kalma koşullarını zora sokacağından neden evrimleşmiştir ve ya neden yok olmamıştır?

Bu soru doğal seçilim ile açıklanamaz ve ilk düşünüldüğünde “Evet evrim saçmalıktır” düşüncesini oluşturabilir aklınızda fakat bu tamamen evrimi kanıtlar nitelikte bir özelliktir. Sebebi ise şudur: Eşeysel seçilim

Doğada sadece hayatta kalmak bir işe yaramaz, aynı zamanda genleri yeni nesle de aktarmak, üremek gerekir. Üreyemeyen bir canlı ne kadar hayatta kalırsa kalsın genleri yeni nesle aktarılamayacağından doğadan ayıklanır. Üreme konusundaki bu seçme ve eleme mekanizmasına eşeysel/cinsel seçilim denir.

Tavus kuşlarının kuyruğu onlara hayatta kalma konusunda dezavantaj sağlıyordu. Belki hayatta kalma konusunda biraz ödün veriyorlardı ama sahip oldukları büyük ve parlak kuyruklar dişiyi daha fazla cezbetmelerini sağlıyordu. Evrimsel süreçte cinsel ipuçları alacak sinirler, cinsel niteliklerle beraber evrimleşmiştir. Dolayısıyla parlak renk ve büyük kuyruk dişilerin içgüdüsel olarak tepki vermesine ve daha parlak ve etkileyici kuyruklara sahip erkeklerle çiftleşmesine yol açmıştır.

Erkekler neredeyse her zaman, her türde âşıktır ve dişi için diğer erkek bireylerle mücadele içindedir. Erkeklerin organları (ses organları, koku bezleri vs.) genellikle dişilerinkinden daha gelişmiştir. Hayatta kalabilen erkekler arasında dişiyi cezbedip, ele geçiren birey genlerini yeni nesle aktarır. Bunun sonucunda örneğin ses konusunda dişi etkilenmişse(bülbüllerdeki gibi), üreme sonunda bir sürü güzel sesli birey oluşur. Kötü sese sahip olanlarsa (cinsel ipuçlarına göre güzel, çirkin anlayışı nesneldir) üreyemeyip genlerini aktaramayacağından genleriyle beraber doğadan yok olur. Bu olay binlerce yıl içinde sürekli gerçekleşeceğinden belirgin bir değişim sağlanmış olacaktır.

Bir dişi geyiğe göre iri ve dallanmış boynuz hoş gelecektir. Bu sebeple ne kadar iri ve dallanmış boynuza sahip bir birey görürse onunla üreyecektir. Bunun sonucunda nesiller boyunca erkek geyiklerin boynuzları bu şekli almıştır.

Yine yaratılışçılara sorularımız var: Neden Yaratıcı erkek bülbüle şakırdama yeteneğini vermiş de dişi bülbüle sadece cikleme yeteneği vermiş? Neden erkek tavus kuşlarının tüyleri daha cezbedici sesleri daha hoştur? Neden dişi geyiklerde görkemli boynuzlar yok da erkek geyikte var? Büyük ihtimalle cevap : “En iyi tanrı bilir” olacaktır fakat bu hiç de bilimsel bir açıklamaya benzemiyor. Evrimsel açıdan cevabı eşeysel seçilimdir… Ve tek cevabı budur.

Endler’in lepistes deneyini incelerseniz eşeysel seçilim de deneysel olarak gözlemlenmiştir. Ve artık sadece bir teori değildir.

ÇOK SORULAN SORULAR

EVRİM DURDU MU?

Bu yazımda insanların evrim hakkında düşündükleri en büyük yanılgılarından birini ele alacağım. Bu yanılgıyı çoğumuz biliyoruzdur: Neden hala evrim gerçekleşmiyor?
Kim demiş hala gerçekleşmediğini? Evrim süreklidir…
İnsanların bu şekilde düşünmelerinin en büyük sebebi evrimi gözle göremiyor oluşumuzdur. Uyanalım kalkalım yeni bir organ oluşsun yada hop diye bir canlı başkasına dönüşsün isteniyor;
Korkmayın evrim yanınızda.
Abra kadabra…
İşte yeni türleriniz.”
* Laktoz toleransı, süt ürünlerinin tüketimini etkileyen kültürel değişikliklerle bağlantılı olarak evrilmiştir.
* Bazı insanlar, AIDS ve kalp hastalıklarına direnç sağlayan mutasyonlar kazanmıştır.
Sonuç

-Evrim milyonlarca yıllık süreçte aşama aşama oluştuğundan onu gözlemleyemeyiz ama bu evrimin durduğunu göstermez

Sonuç
-Evrim milyonlarca yıllık süreçte aşama aşama oluştuğundan onu gözlemleyemeyiz ama bu evrimin durduğunu göstermez

-Evrim milyonlarca yıllık süreçte aşama aşama oluştuğundan onu gözlemleyemeyiz ama bu evrimin durduğunu göstermez
-Evrim sadece zeka yönünde ilerlemez, bir şempanzenin giderek zekileşmemesi onun evrim geçirmediği, değişmediği anlamına gelmez
-İnsanlarda evrim etkisini azaltmıştır çünkü doğal yaşamdan soyutlanıyoruz. Fakat evrim yine durmamıştır...
Bu canlıdan sıkıldınız mı?
Sanırım böyle bir şey bekliyor yaratılışçılar. Fakat bunun evrimle uzaktan yakından alakası yok. Bahsettiğimiz evrim olgusundan kastımız değişimse evrimi şu şekilde de düşünebilirsiniz: Bir bebek doğar, boyu uzar, yürümeye başlar, sakalları çıkar, sesi kalınlaşır vs. vs. ölür… Bu da evrimdir. Fakat canlılar üzerindeki uzun süreli evrimden, türleşmeden bahsediyorsak işler değişir. Örneğin evrimin bir yönü yokken bir bebeğin gelişiminin yönü vardır. Ve ya evrim birey üzerinde değil populasyon üzerinde olur fakat bu bebek gelişimi bireyseldir. Ne kadar farklılık bulunsa da anlamanız açısından bu örnekten devam etmek istiyorum.
Bu bahsettiğim bir insanın doğmasından ölmesine kadar olan evrim süreci normal şartlar altında 70 yıldır. Yani insan gözüyle rahatça fark edilebilir. Bu 70 yıllık sürecin 70 milyon yıl olduğunu düşünelim. İnsanlardaki fiziksel değişimi 70 milyon yıla yaydığımızı varsayarsak bu değişim o kadar yavaş ve aşama aşama gerçekleşecektir ki bunu asla fark edemeyecek konuma geliriz.Örneğin canlının yürümeye başlaması yaklaşık bir buçuk milyon yılda olursa, bu yürüme sürecine kadarki değişimi asla fark edemeyiz… Ve ya 15 milyon yıl ile 20 milyon yıl arasında sakal çıkmaya başlayacaktır. Bu sakalın oluşmaya başlaması uzaması bizler tarafından fark edilmeyecektir. Bunu dışarıdan gören biri sakalın uzadığından bile haberi olmayacaktır ve ona göre sakal yerinde sayıyordur değişmiyordur. Fakat 5 milyon yıl arayla kişinin fotoğraflarına bakılırsa değişim gözler önüne serilir.
Aynı şekilde evrim milyonlarca yıllık bir süreç olduğu için bizim gözümüzle algılanması mantıksızdır. Yine aynı bakımdan bize hiçbir tür değişmiyormuş gibi gelir. Fakat fosil kayıtlarına baktığımız zaman canlılardaki değişim bariz gözükecektir. Ve ya canlıların genomu incelendiğinde evrimin durmadığı görülecektir. Örneğin 37.000-5800 yıl içinde insanların dış görünüşünde aşırı bir değişim olmamıştır fakat evrim devam etmiştir. Bilim adamları, dünyanın dört bir yanından insanların genlerini karşılaştırarak, onların ne kadar farklı olduklarını, ne kadar farklı şekilde evrim geçirdigimizi görebiliyor. İnsanların evriminin devam ettiğini insan genomunu incelediğimizde anlayabiliyoruz. Örneğin:
* Orak hücre direnci, sıtma hastalığının daha yaygın olduğu bölgelerde artış gösterecek şekilde evrilmiştir.
Burdan çıkarılması gereken sonuç şudur: sadece dış görünüş değişmediği için evrim durmuştur anlamı çıkmaz. Genetik değişse de kimi zaman morfoloji(dış görünüş) değişmeyebilir. Bu evrimin durduğu anlamına gelmez. Dış görünüş değişmedi diye evrim durdu gibi bir düşünceye kapılmak yanılgıdır.
İnsan doğal yaşam ile irtibatını azalttığı için evrim yavaşlamıştır. Fakat durmamıştır. Bunu da açıklamak gerekirse; mesela doğal seçilimi kendi üzerimizde yavaşlatıyoruz biz. Apandis bizden sonraki nesillerde olmayacaktı mesela. Çünkü: apandisi olan kişilerin bazılarında hastalıklar gözlemlenebiliyor. Hasta ölüyor. Geriye apandisi daha küçük olanlar kalıyor böylece yavaş yavaş daha küçük apandisli olanlar hayatta kalmış oluyor. Bunun sonucunda milyonlarca yılda, belki de on milyarlarca yılda, apandis diye bir organ kalmıyor(bkz. Doğal seçilim).
Fakat artık apandis yüzünden hasta olanlar apandisini alıyor ve doğal seçilim engelleniyor. Apandisi büyük olanlar da küçük olanlar da üreyebiliyor, genlerini yeni nesle aktarıyor. Bu da evrimin etkisini azaltmış oluyor Fakat dediğim gibi doğal seçilmin etkisini azaltsak da evrim durmadı.

Kimi kişiler de evrimin sadece zeka yönünden geliştiğini sandığı için evrim durdu sanıyorlar. Örneğin bugünkü şempanzeler zeki varlıklara dönüşmediği için evrim durmuştur gibi bir yanılgıya düşüyorlar: evrimin belli bir yönü yoktur. Evrim özel olarak zeka üretmeye çalışmaz. Diğer canlılar da bizim gibi beynini geliştirecek diye bir şey yok. Örneğin doğada şempanzeler arasında daha iyi tırmanan hayatta kalıyor olabilir ve evrim farklı bir yönde dallanarak gidiyor olabilir, büyük ihtimalle öyledir de. Onların da evrimi durmamıştır.
-Dış görünüşte değişme olmasa da genetikte değişim olabilir. Sadece dış görünüşe bakarak evrim durmuştur denmemelidir
Umarım yazı açıklayıcı olmuştur.

NEDEN MAYMUNLAR İNSAN OLMUYOR?

Evrim hakkındaki evrimi bilmeyen kişiler tarafından çok sorulan bir sorudur bu: Madem insanlar maymunlardan geldi neden şimdiki maymunlar insan olmuyor?

Burada birden fazla yanlış yargı var.  Temel yanılgı ve yanlış anlayış bence bu: Bu tür bir soru soran kişi insanın zaten bir maymun türü olduğunu aklına getirmez. Bizler homo sapiens olarak hayvanlar âlemindeki insansı maymunlarız. Yani zaten bizler de birer maymunuz; siz kabul etseniz de etmeseniz de… İnsan hayvanlar âleminde, memeliler sınıfında, primatlar takımında, insansılar familyasında bulunan bir maymun türüdür. Yani argüman şu olmalıdır: neden şempanzeler, orangutanlar vs. insan olmuyor

Büyük ihtimalle bu soruyu kafasında oluşturan kişi o meşhur maymunun aşama aşama insana dönüştüğü çizimden yola çıkarak bu soruyu sormuştur. Nitekim evrim düz bir çizgide ilerlemez, dallanarak gelişim mevcuttur(herkesin evrim için kullanılan o çizim yanlıştır). Bizler bugünkü maymunlardan yani şempanzelerden ya da bonobolardan gelmiyoruz. Bizlerin o hayvanlarla atamız ortak… Onlar bizim evrimsel kuzenlerimiz. Yaklaşık 7-7,5 milyon yıl önce bizlerin ve şu anki şempanzelerin ortak atası olan hominidlerin evriminin sonucuyuz.

Size küçük bir örnek vermek istiyorum. Yaklaşık 2000 kişilik bir kabiledesiniz. Bunlardan 750si kabileden ayrıldı ve farklı bir kabile oluşturdular. Bu giden kabileye B kabilesi kalan kabileye A kabilesi dersek; B kabilesi neden A kabilesine dönüşmüyor diye sormak mantıksız olacaktır çünkü artık B kabilesi A kabilesinden bağımsız ayrı bir kabiledir. Ekonomileri, sağlık yapıları, nüfus artış hızı, nüfus yoğunluğu vs. iki kabilede farklılık gösterecektir.

Aynı şekilde 7 milyon önceki şempanzelerle olan ortak atalarımız doğal yollarla farklı şekilde evrim geçirmeye başlamıştır ve bugünkü şempanzelerin insan olmasını bekleyemezsiniz. Ya da bugünkü Amerikalıların ve Avusturalyalıların çoğu Avrupalı insanların torunlarıdır, o halde neden şu anki Avrupalılar Amerikalı olmuyor sorusuna benzeyecektir ilk sunulan soru.

Bir başka konuysa şu anki şempanzelerin insana dönüşmesi evrimi kanıtlamaz aksine evrimi çok zora sokar [tabi öyle bir şey olsaydı]. Evrim dallanarak gelişim üzerine kuruludur. Evrime göre hiçbir tür öbürüne dönüşemez: eğer dönüşürse evrimin bir amacı, ya da çeşitlenmenin kesin bir kuralı olduğu düşünülecektir. Şempanzelerin 7 milyon yıllık evrim sürecinden sonra, insanı oluşturacak aynı mutasyonların gerçekleşmesi, aynı seçilimlerin yaşanması, aynı çeşitlenmeden geçmesi evrime aykırıdır. Evrimsel Biyoloji ‘de, aynı çağda yaşayan çağdaş türler birbirlerine evrimleşemezler! Ve nitekim insana evrimleşmek evrimin amacı değildir, evrimin amacı yoktur.  Dolayısıyla argümanın sunulması bile hatalıdır.

Sonuç

*İnsan, günümüzdeki maymunların hiçbir türünden gelmemektedirZira insanın kendisi de bir maymun türüdür
*Bu soru neden bugünkü Avrupalılar Amerikalı doğmuyor sorusuna benzer.
*Bugünkü insan harici maymun türlerinin insana dönüşmesi evrimi kanıtlamaz aksine zora sokar belki de çökmesine yol açar.
*Evrimin insana dönüşmek gibi bir amacı yoktur
*Evrimsel Biyoloji’ de hiçbir çağdaş tür bir diğerine evrimleşmez.

ORGANLAR ARASI UYUM

Evrimi anlamak açısından canlılardaki organizasyonun uyum içinde nasıl gelişim gösterdiğini anlamak önemli bir konu bana göre: canlılardaki dokular ve organlar kesinlikle bir uyum içerisindedir. Örneğin bu yazıyı okurken yaptığınız göz hareketi, kas ve sinirlerin aktivitelerine dayanır. Ayrıca organizmaların bütün aktiviteleri hücrelerdeki aktivitelerin ve canlılık içindeki uyumun bir sonucudur. Sindirim sistemindeki bir organ olmasa vücut doğru çalışmaz. Kalp ve damarlarda da uyum ve karşılıklı ilişki söz konusudur. Bu böyle uzar gider…

Yaratılışçılar bu uyuma bakıp: tüm bu uyum, canlılık tesadüfen oluşamaz, bunlar muhakkak bir akıllı tasarımcının elinden çıkmış olmalıdır der. Tüm bu uyumun sadece tesadüflerle açıklanamayacağı konusunda yaratılışçılarla hemfikiriz fakat asıl çeliştiğimiz yer akıllı tasarımın değil doğal seçilim ve evrimin canlılardaki bu uyumu açıklayacak biyoloji konusu olduğudur. Canlılardaki bu tasarım sanrısı evrimin ilgi alanıdır.

En basit haliyle evrim canlılığın çeşitlenip şekillenmesini, canlılığın nesiller boyu gelişimini açıklar. İlkel canlı gelişerek prokaryotu, prokaryot ökaryotu, ökaryot koloniyi, koloni çok hücreliyi oluşturmuştur. Çok hücreli canlılar da milyonlarca yıldır evrimin mekanizmalarından geçerek çeşitlenmeye devam eder. Bu da doğal seçilimle ve diğer evrim mekanizmalarıyla açıklanır ki önceki yazılarda bundan bahsetmiştik. İyi olan özellikler tutulur ve kötü olanlar gelecek nesle aktarılamaz. Nesiller boyu canlılık değişip gelişerek bugüne kadar ulaşmıştır.

Canlılardaki az önce saydığım tüm o sistemlerin gelişimini anlamak için bu organları, sistemleri daha basite indirgemek gerekir. Bunun için de kolonilere bakmamız uygundur. Birçok koloni tipi vardır; volvoks kolonisi, pandorina kolonisi, eudorina kolonisi vs...

Koloniler ile birlikte tek hücrelilerden çok hücreliye geçiş sağlanmıştır. Koloniler dokular kadar organize olamamış, dokular kadar karmaşık olmayan ama gelişimi ile dokuları ve organları oluşturacak hücre gruplarıdır.

Pandorina kolonisinde hücreler arası işbirliği bulunmaz. Bütün hücrelerin yapı ve fonksiyonu aynıdır ve genelde 16 hücrenin bir araya gelmesi ile oluşurlar.  Volvoks kolonisi pandorinadan daha gelişmiştir ayrıca hücreler arası işbirliği ve uyum daha fazla sağlanmıştır(evrimsel süreçte pandorina kolonisinin gelişimi ve değişimi volvoksu oluşturmuş denebilir), bunun yanında hücre sayısı 500 ila 50.000 arasında değişir. Belli hücrelerin bazı özellikleri, işlevini kaybetmiş bazı özellikleri kalmıştır, yani hücre grupları belli biçimde bir görev için farklılaşmaya başlamıştır. Örneğin bir hücre grubu hareketi sağlamak için özelleşirken diğer hücre grubu yönetimi sağlamak üzere özelleşmeye başlamıştır.

Zamanla bu hücre gruplaşmalarının giderek gelişmesi ve dokulaşmayı başlatmış olması en olası ve bilimsel çözüm olarak görülüyor. Atıyorum hareket için başta 100 hücre özelleşmişse canlılığın gelişimi ile 1000 hücre özelleşmiş daha sonra da bunun sonucunda dokular ve organlar gelişmiş olabilir(şu an kabul edilebilir yanıt da budur).  Uyum içerisinde birbirine bağımlı hücre grupları uzun bir süreçte gelişerek bu organları ve uyumu sağlayacaktır. Yaratılışçılar gibi kişiler zaten evrimden anlamadığını bu şekilde gösteriyor, tutup "Hadi yarı karaciğere sahip canlı göster" demek evrimi anlamamaktan geçer.

Kısaca canlılık içerisindeki bu uyum bu mükemmel tasarım sanrısına kapılmayı sağlayan organizmalar evrimsel süreçte bazı hücrelerin bir görev üzerinde özelleşmeye başlamasıyla ve organlardaki bu karmaşıklığın tek hücrelilerden çok hücreliye geçiş aşaması olan kolonilere bakılmasıyla açıklanabilecektir. Tek hücreden çok hücreye geçiş aşamasında uyumun temelleri atılmış daha sonra da canlılık ile beraber gelişmiştir.

YARATILIŞÇI İDDİALAR

SADECE BİR TEORİ

Evrim hala teoridir” diye sunulan argümanlara geldi sıra… Bu serideki yazılarda değinmiştim: Cinsel Seçilim, Yapay Seçilim, Doğal Seçilim artık sadece düşüncelere dayanmaz, deneylerle, gözlemlere dayanır. Örneğin Endler'in Lepistes Deneyi cinsel seçilimi gözlemlemeye yaramıştır. Büyük endüstriyel devrimden sonra gece kelebeklerinin sadece kirli ortamlarda renk değiştirmiş olması doğal seçilimi sadece bir düşünce olarak bırakmaktan kurtarmıştır ve yapay seçilim de birçok deneyle gözlemlenmiştir. Anlayacağınız Evrim Teorisini oluşturan her bir evrim mekanizması bir bilimsel gerçektir.

Teori’ sözcüğü, halk dilinde bir belirsizlik ifade eder. Bu sebeple sadece bir teori görüşünde olanlar teorinin anlamını bilmezler; çünkü konu bilim olduğunda teori sözcüğü belirsizlik ifade etmez. ‘Bilimde kuram veya teori; bir olgunun, sürekli olarak doğrulanmış gözlem ve deneyler baz alınarak yapılan bir açıklamasıdır. Çok geniş bir kullanım alanı olan teori kavramı gündelik konuşmada "bir durumu veya davranışı açıklamak için ileri sürülen fikir" anlamında[ kullanıldığı için, bilimsel bağlamdaki kullanımı yanlış anlaşılmıştır.’

Bilimde bir gözlem yapılır, bu gözleme uygun hipotezler ortaya atılır. Hipotezler deney ve gözlemlerden geçer ve eğer yanlışlar varsa geliştirilir, gözlemlerle uyumlu hale gelen diğer hipotezler ile bir araya getirilerek teori ortaya konulur. Yani teorilerin temelinde gözlem ve deney vardır. Teoriler, gerçekleri açıklamak ve onları bir araya getirmek üzere yapılan girişimlerdir. Doğal seçme Darwin'in, fosillerle, biyocoğrafya ile ve diğer bulgularla belgelediği, evrimin tarihsel olaylarını açıklamak için kullandığı mekanizmadır. Anlatmak istediğim şudur: Evrimin bir teori oluşu onu küçültmez aksine onun şu an kullanılması gerekilen bir düşünce olduğunu gösterir. Yaratılış ise bulgulardan yoksun olduğu için gözlemlerle uyuşmadığı için terkedilmiş, yanlış çıkmış, rafa kaldırılan bir tezdir.

Ayrıca evrim yalnızca teoridir diyenler bir yanılgı içindedir: Evrim hem teori hem olgudur. Yani evrim bir doğa gerçeğidir, bu gözlemlere dayanır(yukarıda ve diğer yazılarda bahsetmiştim). Fakat evrim adlı olguyu açıklamaya çalışan evrim teorisi hala teoridir. Yani sadece şu anda yapılan açıklamalar değişebilir. Fakat evrim hala bir doğa gerçeği kalacaktır. Sizin anlayacağınız evrim sadece teori değildir. Evrim kuramı ile evrim birbirine karıştırılmamalıdır. Evrim kuramı değişip geliştirilir fakat evrim bir gerçektir, olgudur.

Evrim ile yer çekimini karşılaştıracak olursanız:

*Yerçekimi düşme eylemi ile maddelerin birbirini çekmesinin gözlemidir
*Maddelerin birbirini çekmesine yer çekimi denir.
*Yerçekimi bir olgudur

*Sirke sineklerinin nesilden nesile değişmesi nesiller arası organizma değişiminin bir gözlemidir
*Organizmaların nesilden nesile değişmesine evrim denir.
*Evrim bir olgudur.
Tıpkı evrim gibi yerçekimi de bir olgu ve bir teoridir…

Yerçekimi teorisi ile evrim teorisinin benzerlikleri bunlarla sınırlı değildir. İkisi de geliştirilmeye açık teorilerdir. Örneğin yerçekimi kuramını ortaya atan Newton'un hatalar yaptığını, kuramının eksik olduğunu şu an biliyoruz. Aynı şekilde kuramını ortaya atan Darwin de yanılıyordu, hataar yapmıştı ve kuramı eksikti. Bu iki kuram da gözlemlerle uyuşacak şekilde genişletilmiş, daha doğru bulgulara ulaşılmıştır. Şu an "Newton'un yerçekimi"ni değil "Einstein'ın izafiyeti"ni kullanıyoruz. Ve şu an Darwin'in ortaya attığı kuramı olduğu gibi değil, daha gelişmiş ve daha fazla soruya cevap veren evrim kuramını elimizde bulunduruyoruz. Fakat iki kuramın da ortak özelliği, belli bir doğa yasasını incelemektir. İkisinin de kuramı geliştirilmiştir, bu bilimsel yöntemin nasıl işlediğini çok iyi gösterir. 

Evrim teorisi konusundaki bazı kavramlar aşağıdaki gibidir ve hepsi de birer gerçektir:

-Dünya’da yaşam 2 milyar yıldan fazla bir zaman önce ortaya çıkmıştır.
-Hayatın başlangıcından bu yana yaşam formları değişmiş ve çeşitlenmiştir.
-Türler, birbirlerine, bir ya da birkaç ortak atadan gelen ortak kökenlerle bağlıdır.
-Doğal seçilim, türlerin değişimlerini etkileyen, önemli bir etkendir.
Tüm bu maddeler ve çok daha fazla gerçeğin birleştiği nokta evrimdir. Evrim gerçeklerle donatılmış bir teoridir. Bilimseldir ve bu onu kabul edilir yapar.

Bir başka noktaya parmak basmak gerekirse: bilimsel bir teori temelden değişemez, temelden bir teoriyi değiştirmeniz mümkün değildir çünkü az önce de bahsettiğim gibi teoriler gerçeklerle bezenmiştir. Teoriler kökünden değişemez, sadece geliştirilir. Şu an sineklerin nesilden nesile değişmiş olduğu gerçeğini değiştiremezsiniz, gözlemlenen birçok yararlı mutasyonu değiştiremezsiniz, doğal seçilimin gözlemlenmiş olduğu gerçeğini değiştiremezsiniz. Ortaya yeni atılacak teori de bu gerçekleri içermek zorundadır. Sadece bir teori deyip küçümsemeye çalışsanız bile yaratılış gerçek olamaz çünkü bu gerçekler değişemez. Yani bir gün Evrim Teorisi yerini başka bir teoriye bıraksa bile(ki bu pek mümkün değildir çünkü az önce de bahsettiğim gibi evrim aynı zamanda bir doğa gerçeğidir) yeni ortaya atılacak teori bu gerçekleri, gözlemleri içermelidir. Ki bu gözlemler birebir gelişimi doğruladığından evrim çürütülemez. Canlıların değiştiği bir doğa yasasıdır.

Es geçmemiz gereken bir konu da şudur: bir hipotez kanıtlanamaz, gözlemlerle uyuşur. Bir şeyi kanıtladığınızı söylediğinizde, onun değişmeyeceğini de söylemiş olursunuz. Fakat bilim dinamiktir ve bahsettiğim gibi Evrim Teorisi de zamanla gelişecek bir kuramdır. Eğer bir hipotezi çürütebilecek tek bir bulgu bulunabilirse, o zaman hipotezin yanlış olduğundan emin olabiliriz. Ancak hipotezimizi destekleyecek bulguların bulunması, hipotezin "kesin doğru" olduğu anlamına gelmez. Bilim doğrulanabilir değil yanlışlanabilirdir. Bir hipotez ortaya atıldığında yapılan şey o hipotezi çürütmeye çalışmak olur, ispatlamak değil. Yaratılış da yanlışlanmıştır. Evrim ise yaklaşık 150 yıldır birçok sınavdan başarıyla geçmiştir. Ve bu süreçte geliştirilmiştir de.

O halde neden evrim çürütülemez dedim diye düşünecek olursak Evrim Kuramı, "tamamen çürütülebilme" evrelerini zaten aşmıştır. Artık o kadar büyük bulgularla desteklenen ve o kadar farklı bilim dallarıyla ilişkili bir bilim dalıdır ki, toptan çökmesi olanaksızdır. Her zaman dediğim gibi sadece geliştirilecektir.

Sonuç

-Evrim Teorisini oluşturan her mekanizma bilimsel bir gerçek olup deneylere gözlemlere dayanır
-Teori sözcüğü bilimde; günlük hayatta kullandığımız anlamda belirsizlik nitelemez. Aksine teori; bir olgunun, sürekli olarak doğrulanmış gözlem ve deneyler temel alınarak yapılan bir açıklamasıdır
-Teori ile hipotez birbirine karıştırılmamalıdır. Evrim bilimsel bir teori iken yaratılış terkedilmiş bir hipotezdir.
-Evrim sadece teori değil aynı zamanda olgudur da.
-Evrim ile Evrim Kuramı birbirine karıştırılmamalıdır. Evrim kuramı evrim olgusunu, doğa gerçeğini açıklamaya çalışır ve değiştirilip geliştirilir ama çürütülemez.
-Bilimsel bir teorinin temeli bırakılamayacağından evrim teorisi yerini başka bir teoriye bıraksa bile evrim olgusu değişmez.
-Canlıların değiştiği bir doğa yasasıdır.
Bilimsel bilginin tepesinde, kanunlar değil, teoriler bulunmaktadır. Bu sebeple evrim yalnızca teoridir demek akla yapılan bir hakarettir.

YARARLI MUTASYON YOK MUDUR?

En çok kullanılan yaratılışçı argümanlarından biri de yararlı mutasyonların olmayışıdır. Hiç yararlı mutasyon olmamasını söylemelerine karşın sürekli bu cümle kullanılır: ‘mutasyonların %99’u zararlı %1’i etkisizdir.’ Bu oranları tamamen uydurmaları bir yana 1960lı yıllarda mutasyonların %70-90lık büyük bir kısmının etkisiz olduğu, geriye kalan kısmın çoğunluğu zararlı ve azınlığı da yararlı etki yaptığı istatistiki olarak ispatlanmıştır. Yani bahsedildiği gibi %99 zararlı gibi bir durum söz konusu değil.

Mutasyon konusu hakkında anlatacaklarımı maddelemek isterim ki anlaşılır olabilsin:

1.Mutasyonlar genetik materyallerde beklenmedik gerçekleşen değişimlerdir. Az önce %70-90lık mutasyonun etkisiz olduğunu söylemiştim. Fakat söz konusu etkisiz mutasyonlar da evrimsel süreçte etkilidir. Şöyle ki bu mutasyonların meydana geldiği birey üzerinde bir etkisi yoktur fakat bu nötr mutasyonlar birden fazla olacak şekilde bir araya gelirse değişim sağlar. Yani etkisiz mutasyonlar da evrimin çeşitlenme mekanizmasında katkı sağlar.
Yararsız mutasyonlar birikerek değişim sağlayabilir.

2.Mutasyonlar yaratılışçılar tarafından oldukça abartılmaktadır. Her zaman kullanılan bir örnek olup, evrimin sadece mutasyonlardan ibaret olduğu havası verilir. Oysaki mutasyonlar evrim süreci içerisinde abartılacak derecede bir öneme sahip değildir; mutasyonlar yararlı ya da zararlı çeşitlenmeyi sağlar ve asıl olay bundan sonra başlar. Asıl bahsedilmesi gereken bu yararlı ve zararlı değişimlerin doğada seçilmesidir ki bundan daha önce doğal seçilim yazımızda bahsetmiştik. Mutasyon evrimdeki çeşitlenme mekanizmalarından biridir fakat tek çeşitlenme mekanizması değildir. Örneğin mutasyondan başka crossing-over, endosimbiyotik gen transferi, gen akışı, transpozonlar gibi bir sürü çeşitlenme mekanizması mevcuttur.
Mutasyonlar evrim mekanizmalarının merkezinde değildir.

3.Yaratılışçılar tarafından en çok girilen yanılgı büyük çaplı mutasyon ile küçük çaplı mutasyonun karıştırılmasıdır. Büyük çaplı mutasyonların çoğunlukta zarar getirdiği doğrudur fakat zaten bu zararlı çeşitlenme doğal seçilim mekanizmasında eleneceğinden önemli olan kısım küçük çaplı mutasyonlardır.
Richard Dawkins’in Kör Saatçi kitabından bir alıntı yapmak istiyorum:
Genetik uzamda yapılacak küçük, gelişigüzel bir sıçramanın bile ölüme götürme olasılığı yüksek. Bununla birlikte sıçrama ne kadar küçükse, ölüm de o kadar uzak ve sıçramanın başarısı o kadar yakın.
Yaratılışçılar tarafından her zaman büyük çaplı değişimler ele alınmaktadır ve mutasyonlar baştan sona zararlı imajı verilmektedir fakat evrimin çeşitlenme mekanizmalarında bir değişim ne kadar küçük çaplı olursa o kadar yararlı olma ihtimali yükselir.
Yapılacak büyük bir değişimin yararlı olma ihtimali küçüktür. Buna yine Kör Saatçi kitabından bir örnek vermek gerekirse(sayıları değiştirip örneği kısalttığımı söylemem gerekir):
Tam olarak iyi ayarlanmamış bir mikroskop düşünelim. Mikroskobun durumunda yapılacak rastlantısal bir değişim(mutasyona karşılık gelecek bir değişim) ile görüntüyü daha kaliteli hale getirme şansımız var mıdır? Varsayıyorum ki mercek gerekenden 5 mm daha yakın olsun. Şimdi de yapılacak değişimi düşünelim: merceği gelişigüzel bir yönde 3 mm oynattığımızı varsayıyoruz. Eğer merceği 3 mm yukarı oynatırsak değişim zararlı olacaktır, eğer 3 mm aşağı oynatırsak değişim yararlı olacaktır. Şimdi bir de merceği 15 mm oynattığımızı düşünelim: bu durumda yukarıya da aşağıya da oynatırsak değişim zararlı olur.
Küçük çaplı bir değişimin büyük çaplı bir değişime oranla yararlı olma ihtimali büyüktür. Çeşitlenmede de küçük çaplı mutasyonlar es geçilerek tüm mutasyonlar zararlıdır imajı verilir.

Bu örnek için küçük bir not şeklinde paragraf geçmeliyim: bu yalnızca bir benzetme, ve her benzetme gibi olaylar arasında farklılıklar olacaktır, eğer farklılık olmasaydı bunun adı benzerlik değil özdeşlik olurdu. Bu örnekte dikkatin çekilmesi gereken nokta: değişimin küçüldükçe yararlı olma ihtimalinin arttığıdır.

4.Şimdi de asıl olayımıza dönelim: şu ana kadar hiç yararlı mutasyon gözlemlenmiş midir? Tüm mutasyonlar zararlı mıdır? Yaratılışçıların bahsettiği gibi bu çeşitlenme mekanizması baştan sona evrime zarar mı sağlar yoksa doğal seçilim için iyi özellikler geliştirebilir mi?

-Canlıların vücut boylarını küçültmeleri: Günümüzde yaşayan hayvanların çoğu atalarına oranla çok daha küçük vücut ölçülerine sahipler. Bunun onlara sağladığı yararsa daha kolay barınak bulabilme, daha az besine ve daha az suya ihtiyaç duyma, su kaybının azalması, rahat hareket edebilme ve buna bağlı olarak düşmandan daha rahat kaçma ve saklanma…

-Mongoloid ırkın gözlerinin çekik olması: Eskimolarda buzdan veya kardan yansıyan ışıktan korunmada ve dolayısıyla kar körlüğünün engellenmesinde çekik gözün önemi çok büyük. Moğollarda da çekik gözler hem çöl kumlarından, hem de çölün yansıttığı ışıktan korunabilmeyi sağlıyor.

-Çöl bitkilerinde görülen bütün uyumlar mutasyonlar sonucu ortaya çıkmıştır. Örneğin yaprakların küçülmesi ve dikensi yapılar halini alması çöl bitkilerinde su kaybını en aza indirger.

-Bilindiği üzere, sürekli ve düzensiz antibiyotik kullanımı, bakterilerde, bir süre sonra o antibiyotiğe karşı direnç gelişmesine sebep olur. Çoğu zaman, mutasyon sonucu gelişen bu direnç, bakterinin antibiyotiksiz ortamda yaşamasını zorlaştırıcı bir durum da yaratır. Dirençli bakteriler, antibiyotiksiz ortamda, mutasyona uğramamış olanlara göre daha yavaş ve zor ürer. Yani direnç gelişimi, antibiyotiksiz ortamda, bakterinin üremesi ve çoğalması adına zararlı bir mutasyon olsa da, insan vücuduna, yani antibiyotikli ortama giren aynı bakteri için faydalı bir durumdur.

-CCRS genindeki mutasyon HIV’den AIDS’e geçişi yavaşlatır ve aynı gende gerçekleşen iki mutasyon bir kimsenin HIV enfeksiyonuna karşı direncini arttırır. 

-Klamidyalar, ışıkta fotosentez yapabilen ama karanlıkta da karbon kaynağı olarak asetatı kullanarak az da olsa bir süreliğine büyüyebilen bir tür tek hücreli yeşil alg türüdür.Graham Bell, klamidyaları karanlık ortamda yüzlerce nesil üretmeyi başardı ve şöyle bi sonuç elde etti: Deneyin ilk başında bazı klamidyalar karanlıkta gayet iyi büyürken, bazıları hiç büyüme göstermemişti. 600 jenerasyon sonra ise, klamidyaların büyük çoğunluğu karanlıkta gayet iyi büyüyebilir hale gelmişti. Hemen hepsi karanlığa adapte olmuştu.Bu deney, faydalı mutasyonların, hayatta kalmak için ışığa nerdeyse bağımlı olan bir canlıda ne kadar hızlı geliştiğini ve sonunda canlının ışıksız ortamda sorunsuzca yaşayabilir hale geldiğini göstermesi açısından önemlidir.

Oldukça uzatılabilecek olan bu maddeleri burada kesmek istiyorum. Asıl belirtmek istediğim yararlı mutasyonların da gerçekleştiğidir.

Sonuç

-Bahsedildiği gibi mutasyonların %99’u zararlı değildir. %70-90 lık büyük bir kısmı nötrdür
-Nötr mutasyonlar da birikerek değişim sağlayabileceğinden evrime katkı sağlar
-Mutasyonlar evrim mekanizmalarının merkezinde değildir
- Küçük çaplı bir değişimin büyük çaplı bir değişime oranla yararlı olma ihtimali büyüktür. Çeşitlenmede de küçük çaplı mutasyonlar es geçilerek tüm mutasyonlar zararlıdır imajı verilir.
-Doğada yararlı mutasyonlara sıkça rastlanmıştır.

KAMBİYEN PATLAMASI (3)

Kambriyen patlaması yaratılışçılar tarafından sürekli olarak sunulan bir argümandır. Bu argümana göre kambriyen patlaması ile canlılar karmaşık bir şekilde bir anda oluşmuştur ve bilinen hiçbir atası yoktur. Bu argümanı münazaralarda, katıldıkları TV programlarında, yayımladıkları kitaplarda sürekli olarak tekrarlarlar. Bir de bununla ilgili ‘evrimcilerin kambriyen itirafı’ adı altında canlıların bir anda oluştuklarını söyledikleri kaynaklar alıntılarlar. Onlara göre evrimciler kambriyen patlamasıyla canlıların atasız bir şekilde oluştuklarını itiraf etmiştir. Bununla ilgili birkaç alıntı yapayım.

William Schopf:

“ Kambriyen-öncesi ve Kambriyen arasındaki sınıra hep keskin bir süreksizlik olarak bakılmıştır. Kambriyen katmanlarında deniz bitkileri ve hayvanlarına ait bolca fosil bulunur: Deniz otları, solucanlar, süngerler, yumuşakçalar, ampul kabuklular ve dönemin belki de en ilginç özelliği olarak trilobit adı verilen ilk eklem bacaklılar... Kambriyen hayvan örtüsü sanki bir anda var olmuştu ve bilinen hiçbir atası yoktu…

Yaşam, trilobitler kadar karmaşık canlılarla başlamış olamaz. Türlerin Kökeninde Darwin şöyle der: "Kambriyen sistemi öncesindeki dönemlere ilişkin fosil birikimlerinin neden bulunamadığı sorusuna gelince, tatmin edici bir yanıtım yok… Şu anda bu soru yanıtsız kalmak zorunda ve bu durumda kitapta öne sürdüğüm görüşlere karşı gerçekten de geçerli bir argüman olarak ele alınabilir."  “

William Schopf bunu kesinlikle 1978 yılında yayımladığı makalesinde yazmıştır. Buraya kadar yaratılışçıların lehine konuştuğu sanılır fakat tam tersi. Yaratılışçılar bu örneği sık kullanır fakat devamını yazmazlar. Makalenin devamında bakalım ne demiş Schopf:

Bu argüman artık geçerli değil; bu sorunun yanıtı bundan yirmi yıl önce bulundu “

Yukarda bahsedilen alıntının tamamen devamında, arada hiçbir şey yazılmadan bu söz söylenmiştir. Ve bahsedilen makalenin devamında bu iddia çürütülmüştür(bu denemenin devamında o makaleden alıntıladığım bilgileri sunacağım.)
Buraya kadar ki kısımda ‘evrimcilerin itirafı’ diye adlandırılan olayların yanlışlığında durdum. 1950 li yıllardan sonra bir biyoloğun yazdığı makale canlılığın birden bire ortaya çıktığından bahsediyorsa bu makalenin devamında bu iddiayı çürütüyordur. Bunula ilgili Richard Dawkins’ ten de örnek verebilirim Douglas Futuyma’ dan da örnek verebilirim daha birçok biyologdan da örnek verebilirim fakat şimdi asıl konumuza dönelim: Kambriyende ortaya çıkan canlıların atası var mıydı?

Bir başka kambriyen hakkında evrimci itirafını(!) ele alırsam:

Mark A. S. McMenamin: 

Kambriyen fosilleri, günümüz canlı hayvanlarınınkine benzer beden modelleri olan hayvanları da içeriyordu. Bu yüzden de fosil kayıtları şaşırtıcı bir soru ortaya çıkardı: Bu bol, çeşitli ve gelişmiş ilk deniz hayvanlarına yol açan eski biçimler nereye gitmişti?

1987 yılında yayımladığı makalesinde McMenamin bunu söylüyor fakat devamında bu iddiayı cevaplayıp kambriyen öncesi ile kambriyen arasındaki geçişi, kambriyen öncesi fosilleri açıklıyor. Zira bir sonraki paragrafta şu cümle geçmekte:

Son yıllarda, dünyada birkaç bölgede Kambriyenden daha önceye ait hayvan fosilleri bulundu.”


Uzun yıllar boyunca Kambriyenin gerçekten bir patlama niteliğinde olduğu sanıldı ve Kambriyenden öncesi için fosil bulunamadı. Fakat bu sorunun yanıtının bir parçası en erken kambriyen katmanlarının altındaki kayaçlarda bulunan fosillerden geldi. Bu fosiller arasında denizanalarının, çeşitli solucan cinslerinin ve büyük olasılıkla süngerlerin kalıntıları vardı.

 1950’lerden bu yana bilinen en eski tortul çökellerde bile Kambriyen öncesine ait fosiller bulundu. Bu kalıntılar stromatolit adı verilen kalıntılarda bulunuyordu.  Kambriyen öncesinden kambriyene geçiş dört ana evreye bölünebilir. Birinci evre ilk kabuklu fosillerin ve Ediakara faunasının ortaya çıkışı ile belirlenir. Bu evre yaklaşık 700 milyon ile 570 milyon yıl öncesi arasında meydana gelmiştir. 570 milyon yıl önce başlayan ikinci evrede (artı-eksi 40 milyon yıllık belirsizlikle) Ediakara faunasının yok olduğu ve az çeşitliliğe sahip kabuklu faunalara ilişkin ilk bileşimlerin oluştuğu gözlendi. Bu 5 ile 15 milyon yıl sürdü.

10 ila 20 milyon yıl süren üçüncü evre orta çeşitlilikteki kabuklu faunalarla archaeocyathan adı verilen, olağandışı vazo şeklindeki bir grup canlının ilk kez ortaya çıkışı ile belirlenir. 15 ila 30 milyon yıl süren dördüncü evre bol çeşitliliğe sahip kabuklu faunaları ve trilobitlerin doğuşunu gördü.

Kambriyen öncesi fosilleri sıralayacak olursak:

-Stramatolitler
-Ediakara Faunası
-Namibya’da bulunmuş tüp biçimli ve kalsiyum karbonattan yapılma bir kabuğu olan Cloudina
- Çin’ in kambriyen öncesi kayaçlarında bulunmuş yine tüp biçiminde bir kalsiyum karbonat fosili Sinotibutules
-Sabelliditid ve Vendotaenid olarak bilinen tüp biçimli fosiller
-İkinci evrenin karakteristik özelliklerini taşıyan Protohertzina
-Aynı evrenin bir başka fosili Anabarites
-Phycoides ve eklembacaklı izleri
-Üçüncü evrede Brochiopodlar(kolsu bacaklılar)
- Archaeocyathanlar
-Lapworthella
-Dördüncü evredeki trilobitler

Anlayacağınız Kambriyen döneminden önce fosiller bulunmuştur ve hiçbir canlı atasız değildir. Unutmamak gerekir ki henüz tüm kayaçları inceleyemedik ve büyük ihtimalle hepsini inceleyemeyeceğiz, bu sebeple tüm fosillerin ortaya çıkarılması çok zor. Ve az fosilin bulunması o dönemlerde az canlının yaşamış olduğunu göstermez. Değil o dönemdeki bütün canlıların fosillerini bulmak, birkaç tane fosil bulduğumuz için bile şanslıyız. Nitekim yumuşak gövdeli canlıların fosil olarak korunamaması bile fosilleşme ihtimalini azaltıp günümüze ulaşmasını engeller. Yani tek bir fosil bile bulmuş olsak(ki oldukça bulundu) bu kambriyen canlılarının atasız olmadığını gösterir.

Ama hala bir gerçek var ki kambriyen dönemindeki çeşitlenme oldukça fazladır. Peki ya bunun sebebi nedir? Kambriyen dönemindeki bu canlı artışının sebepleri büyük ihtimalle bu şekildedir:

-Oksijen düzeyindeki artış canlıların çeşitlenmesini hızlandırmıştır
-Kurulmaya başlayan av avcı ilişkileri karşılıklı gelişimi sağlamış ve bir silahlanma yarışını başlatmıştır. Bu da canlılığın çeşitlenmesinde rol oynamıştır
-Mayoz bölünme ve re kombinasyon(gen alışverişi) çeşitliliği arttırmıştır.
-Kambriyen öncesi ve Kambriyen dönemindeki canlılarda genetik bilgiyi saklayan bağlantılar günümüz faunasındaki kadar karmaşık değildi. Bu sebeple gerçekleşen mutasyonlar çok büyük değişiklikler sağladı. Böylece, Kambriyen o zamandan bu zamana eşi görülmemiş bir hızda yeni şubelerin ve sınıfların doğmasına tanık oldu.
-Daha önce hiçbir canlı tarafından işgal edilmemiş olan çok sayıda ekolojik niş vardı. Bu da canlıların farklı bölgelerde farklı şekilde değişim geçirmesine yol açtı

Es geçilmemesi gereken bir diğer konu da Kambriyen Patlamasının gerçek bir patlama olmadığıdır. 50 milyon yıllık bir süreç jeolojik olarak kısa olsa da biyolojik türlerin çeşitlenmesi için çok uzun bir süredir. Dolayısıyla bunu patlama olarak düşünmek hatalı bir görüştür.

Sonuç

- 1950’lerden bu yana bir biyolog makalesinde canlılığın bir anda oluştuğundan bahsediyorsa yazının devamında bu iddiayı çürütecektir. Bu sebeple yaratılışçıların itiraf oalrak sunduğu düşünceler hatalıdır. Bu yazıda da Schopf’ un ve McMenamin’ in makalesinden aldığım dipnotları sundum. Ve onlar da makalelerine sözüm ona itiraf ile başlıyorlardı.
- Kambriyen öncesine ait fosil bulunması bile büyük bir şanstır. Yumuşak gövdeli canlılar çabuk bozunurlar bu sebeple fosil verme ihtimalleri azalır. Az fosil bulmamız az canlı yaşadığı anlamına gelmez
- Kambriyen öncesine ait bir çok fosil bulunmuştur(yukarıda sıralandı)
- Kambriyen dönemine her ne kadar patlama denilse de bu jeolojik olarak kısa bir süredir biyolojik olarak değil. 50 milyon yıl canlılığın çeşitlenmesine yeter de artar bile.
- Kambriyen döneminde bu kadar fazla canlının çeşitlenmesinde bir çok neden rol oynar(yukarıda sıralandı)

Yazıma Hasan Aydın’ın bir televizyon programında kambriyen patlaması üzerine söylediği birkaç cümle ile son vermek istiyorum:

Ben köy çocuğuyum. Çeşitli tohumlar sağa sola sıçrar, hiç bir şey görmezsiniz. Üzerinden bir sürü zaman geçer. Bir sabah kalkarsınız bir anda her tarafta farklı farklı bitkiler filiz vermeye başlamış. Şimdi söylediğim şey bu kambriyen patlamasında analoji kullanacaksanız böyle bir analoji kullanmanız lazım. Yani tohum bir anda bitkiye dönüştü değil, zaten vardı, bir sürü süreç geçti (…) İşte kambriyen patlamasını da böyle algılamak, arkasındaki o 20 milyon yıllık süreci görmek gerekir.

ARA FORMLAR ÜZERİNE

Madem evrim var neden bir tane bile ara geçiş formu yok? Yaratılışçıların kafasında kurduğu ara geçiş formu düşüncesi yanlış olduğu için bir tane bile ara geçiş formu yok(!). Hiçbir zaman yarı denizanası yarı balık bulunmayacak. Ve ya asla yarı timsah yarı kuş bulunmayacak. Yarı boğa yarı balina gibi bir türün de bulunması imkânsızdır. Çünkü hiçbir zaman bir kuş timsahtan gelmez. Ve ya bir kara canlısı bir anda balinaya dönüşmemiştir. Bununla ilgili Richard Dawkins’in bir sözü aklıma geliyor: ‘Evrimin böcekten bitişik komşulardan birine sıçramasını bekleyebilirsiniz fakat böcekten doğrudan tilki ve ya akrebe dönüşmesini bekleyemezsiniz.’


Yarı insan yarı at şeklinde, Yunan Tanrılarının benzeri şekillere sahip bir canlı aramak evrimin öngördüğü formlar değildir ki bunların bulunmayışı evrimi çürütsün. Türleşmeyi Doğal Seçilim başlıklı yazımda daha önce basit haliyle anlatmıştım. Yaratılışçıların kafasındaki türleşme kavramı şudur:
A türü ->ara tür-> ara tür-> ara tür -> B türü
Bu sebepledir ki milyonlarca ara tür görmek isterler. Oysa türleşmede böyle bir durum söz konusu değildir. Türleşme söz konusu olduğunda bir kara canlısının birkaç nesil içerisinde bir yarasaya dönüşmesi fikri kabul edilemez.

Bir A türü düşünün. Bu A türünden iki popülasyon farklı bölgelere göç etmiş olsun. Bu popülasyonlar farklı bölgelerde ortama farklı şekilde adapte olacaktır. Bir yerden sonra artık bu iki popülasyondaki bireyler o kadar değişmişlerdir ki birbirleriyle çiftleşemez olmuşlardır. Artık tek bir A türü değil birçok tür oluşmuştur. A türünden B ve C türleri oluşmuş A türünün (büyük ihtimalle) nesli tükenmiştir. A türü, B ve C türüne dönüşürken(bu olay milyonlarca yılda olmuştur) asla bir ucube ortaya çıkmamıştır. A türündeki canlılar sürekli çeşitli döller oluşturmuştur(uzun/kısa, az tüylü/çok tüylü vs). Yeni oluşan bireyler arasından sürekli yaşayabilenler döl vermiş yaşayamayanlar elenmiştir. Bu şekilde canlılar değişerek zamanla farklı türleri oluşturmuştur. Burada anlatmaya çalıştığım şey evrimde her canlı ara türdür. A türü B ve C türlerine zamanla dönüşmüş olan bir ara türdür. Anlayacağınız ara tür istediğinizde karşınıza ucube, işlevleri yarım yamalak türler çıkmayacaktır.

Homo sapiens(insan) işlevini gayet güzel yapan(ama mükemmel olmayan) bir canlıdır. Milyonlarca yıl sonra Homo Sapiens diye bir tür olmayacak. Onun yerine Homo Novus ve ya farklı bir tür olacak. Yani insan da bir ara tür. Ve tüm diğer canlılar da. Ara tür demek ucube bulun anlamına gelmez.

Sadede gelirsek, ara geçiş formları kısaca bunlar:

Balıktan amfibiyene:
Paleoniscoids, Osteolepis, Acanthostega, Ichthyostega, Eusthenopteron, Tiktaalik, Sterropterygion, Panderichthys, Eryops, Elpistostege, Obruchevichthys, Hynerpeton , Tulerpeton, Labyrinthodonts ,Lungfish (ciğer balığı)

Amfibiyenden sürüngene:
Proterogyrinus, Limnoscelis, Tseajaia, Solenodonsaurus, Hylonomus, Paleothyris, Seymouria

Sürüngenden memeliye:
Paleothyris, Protoclepsydrops haplous, Clepsydrops, Archaeothyris, Varanops, Haptodus, Dimetrodon, Sphenacodon, Biarmosuchia, Procynosuchus, Dvinia, Thrinaxodon, Cynognathus, Diademodon, Probelesodon, Probainognathus, Exaeretodon, Oligokyphus, Kayentatherium, Pachygenelus, Diarthrognathus, Adelobasileus cromptoni, Sinoconodon, Kuehneotherium, Morganucodon, Eozostrodon, Morganucodon, Haldanodon, Peramus, Endotherium, Kielantherium, Aegialodon, Steropodon galmani, Vincelestes neuquenianus, Pariadens kirklandi, Kennalestes, Asioryctes, Cimolestes, Procerberus, Gypsonictops

Dinazordan kuşa:
Allosaurus, Coelophysis, Compsognathus, Eoraptor, Epidendrosaurus, Herrerasaurus, Ceratosaurus, Allosaurus, Compsognathus, Sinosauropteryx, Protarchaeopteryx, Caudipteryx, Velociraptor, Deinonychus, Oviraptor, Sinovenator, Beipiaosaurus, Lisboasaurus, Sinornithosaurus, Microraptor , Archaeopteryx , Rahonavis, Confuciusornis, Sinornis, Patagopteryx, Ambiortus, Hesperornis, Apsaravis, Ichthyornis, Columba


Ayrıca burada sayısız ara form listelenmiş: 

YAŞAYAN FOSİLLER

Bir teist, bir yaratılışçı ile tartışırsanız size göstereceği ve ya söyleyeceği şey büyük ihtimalle şu olacaktır "Bak bu canlılar şu kadar yıldır evrim geçirmemiş nasıl evrimi kabul ediyorsun ?". Yaratılışçıların değimi ile 'yaşayan fosiller' evrimi çürütüyordur. Evrim mahvolmuş bitmiş tükenmiş puf olmuştur. Bu yazıda yaşayan fosil iddialarını ele almayı düşünüyorum. [Sakın ola fosil sergilerini ciddiye almayın. Fosillerin künyesini sorduğunuz zaman 'künye ne ya?' diye cevap verecek zihniyetin gerçek fosil taşıdığını iddia etmek mantık dışıdır.]

Yaratılışçıların birinci yanılgısı şudur: dış görünüşe bakarak evrimi çürüttüğünü zannetmek. İzlediğim bir yaratılışçı programda yaşayan bir fosili şu şekilde tespit etmişlerdi: "Çeneleri birbirine benziyor, fosilde de yaşayan canlıda da gözler birbirine yakın. Bakın demek ki aynı canlılar(malesef cümleleri tam hatırlayamıyorum fakat yöntem bu şekildeydi.)." Bunu söyleyen kişiler paleontoloji bildiklerini iddia ediyorlar. Ne hazin bilim(!) ama...

Dış görünüş bir çok kez bizi yanıltır. Evrimsel değişimin olup olmadığını anlamak için dış görünüşe bakmak yetmez. Bir örnek vermek gerekirse http://i.imgur.com/sun3xta.jpg
Şekildeki fotoğrafta Anguilla Anguilla ile Anguilla Rostrata yı görebilirsiniz. Dış görünüşe bakarak yorum yapan biri ikisini aynı tür sanabilir fakat gerçek bunun tersidir. Aynı şekilde bir çok fosil şu an yaşayan canlılara oldukça benzeyebilir ama bu onların aynı canlı olduğunu göstermez. Evrim morfolojiden ibaret değildir.

Yaşayan fosil iddiasına bir başka yerden bakacak olursak evrimin gerçeklemesine rağmen tür değişimi gerçekleşmeyebilir. Örneğin insanlar arasında çeşitlenme oldukça görülmüştür(çekik gözlüler, siyah tenliler, beyaz tenliler vs.) buna rağmen henüz farklı bir tür oluşmamıştır. Siyah tenlisi de beyaz tenlisi de çekik gözlüsü de Homo Sapienstir. Hepsinin aynı tür oluşu hiç bir şekilde daha önce evrim geçirmemiş olduğunu ve ya hiç çeşitlenme yaşamadığını göstermez. Ve yine eklemek istiyorum canlılar evrimle son hallerine gelmiştir ama yine evrim teorisine göre bir yerden sonra değişim azalabilir. Ama canlı önceki evrelerde evrim geçirmiştir

Yaşayan fosil iddiasına verilebilecek bir başka yanıtsa ataya dönüş düşüncesi olacaktır. Bilindiği üzere canlılar silahlanma yarışı içerisindedir. Silahlanma yarışını çok kısa bir şekilde anlatmak gerekirse: av ve avcı olan farklı iki tür birbirleri ile rekabet halindedir. Avcı sürekli avını yakalama peşinde olacak, av ise ondan kurtulabildiği sürece yaşayıp döl verecektir. Düşünün: bir kartal türü ve bir yılan türü arasındaki rekabet sürecinde en kıvrak ve hızlı yılanlar kartallar tarafından tutulmayacak, yavaş ve tembel olanlar ise tutulup ölecektir. Nesiller içinde yılanlar büyük bir değişim gösterip en hızlı ve en kıvrak yılan türünü oluşturacaktır. Ve aynı şekilde yılanlar hızlandığı için kartal türündeki bireyler arasında da en yavaş ve gözü en az görecek olan kartallar yem bulamayıp döl veremeyecek, nesiller sonra en hızlı ve gözü daha iyi gören türler oluşacaktır. Bir olayın gerçekleşip bahsedilen kartal türünün yokolduğunu düşünelim. Bundan sonra yılan türü ataya dönüş yaşayacaktır.

Burda da evrimsel ekonomi ilkesinden bahsetmek gerekir. Bu yılan türü içinde artık en yavaş ve en tembel olanlar nesil vermeye başlayacaktır. Şöyle ki bu yılan türü içerisinden iki birey düşünelim. Biri daha yavaş ve tembel öbürü daha hızlı ve kıvrak olsun. Daha hızlı ve kıvrak olan hızına daha fazla enerji harcayacaktır. Yavaş ve tembel olan ise hızına harcayacağı enerjiyi (atalarının yaptığı gibi) başka yaşamsal faaliyetlerine harcayıp hayatta kalma şansını arttıracaktır. Bu durumda yavaş ve tembel olan birey döl verirken hızlı ve kıvrak olan elenecektir. Bu şekilde evrim geçirmiş olan yılan türü daha sonra tekrar atasının yaptığı faaliyetlere dönecektir. Bunun fosillerini bulan bizler bu canlının milyonlarca yıl içinde değişmediğini düşünürüz. Oysaki bu yılan türü önce evrim geçirmiş sonra rakibinin yokolması durumunda tersine evrim sürecine girmiştir. Yani değişmeyen fosiller(!) aslında değişmiş olabilir.

Bir başka değişimin azalması sebebi eşeysel seçilimden verilebilir. Eşeysel seçilim önceki yazılarımızda açıklanmıştı. Eşeysel seçilimde dişinin seçtiği en iyi birey döl verir ve gelecek nesil bu seçilen erkek bireye göre olur. Fakat bir yerden sonra eşeysel seçilim azalacaktır. Bunun sebebi büyük oranda az önce bahsettiğimiz evrimsel ekonomi ilkesi olacaktır. Doğal seçilim bir yerden sonra eşeysel seçilimi engelleyip evrimi durdurabilir. Örneğin geyiklerin boynuzu bir yerden sonra çok fazla büyürse rakip türlere karşı savunması azalıp yerinde sayabilir. Ya da bir bölgede avcı tür yoksa ve geyikler eşeysel seçilimle seçiliyorsa daha sonra avcı tür geldiğinde evrim tersine işler ve geyik türleri ataya dönüş yaşayabilir

Güney Amerika kurbağalarının (Gastrotheca guentheri) alt çenelerindeki dişlerin tam 200 milyon yıl sonra yeniden ortaya çıkmasıataya dönüşe iyi bir örnek olacaktır. Bu kurbağaların bu dişlere 200 milyon yıldan beri sahip olmadığını, ancak ondan önce sahip olduklarını biliyoruz. Doğal Seçilim sayesinde Kullanılmamaktan ötürü kaybedilen dişler, kurbağaların bugün gereksinim duymalarından ötürü yeniden evrimleşmiştir.

Bahsedilen iddiaya bir başka yerden verilmesi gereken cevap ise şudur: evrim geçirmeye ihtiyacı olmayan türler neden evrim geçirsin ki? Hiçbir silahlanma yarışı yoksa, mutasyonlar oldukça az geerçekleşmişse, ortam değişmemişse neden tür değişimi olsun? Yaşayan fosillere verilen bir çok örnek denizin dibinde yaşayan canlılar. Denizin dibinde kozmik ışınlardan kurtulan canlılarda çok büyük bir değişim görmeyi beklemezsiniz. Örneğin Latimeria türü evrimsel süreçte türleşmemiştir. Bununla ilgili Kör Saatçi kitabından alıntı yapmak isterim:

"Bazılarımız, Latimeriayı dek inen soy çizgisinin aynı kaldığını, çünkü doğal seçilimin bu çizgiyi hareket ettirmediğini söyleyeceklerdir. Bir anlamda, Latimerianın evrimleşmeye “gereksinimi” yoktu, çünkü bu hayvanlar koşulların fazla değişmediği bir yerde, denizin diplerinde başarılı bir yaşam sürdürüyorlardı. Belkide, hiç silahlanma yarışına girmediler. Karaya çıkan kuzenleriyse evrimleşti, çünkü doğal seçilim, içlerinde silahlanma yarışlarının da olduğu çeşitli düşmanca koşullarla onları zorladı."

Bir başka düşünceye geçmek istiyorum. Türleşme tek bir türün iki tür haline geldiği bir süreçtir. Ve bu iki türden biri ortak ata ile aynı tür olabilir. Örneğin X canlısı türleşme geçirecekse Y ve Z türlerini oluşturabileceği gibi Y ve X türlerini de oluşturabilir. Yani X türüne hala rastlıyor olmamız onun tüm populasyonlarının evrim geçirmediği anlamına gelmez. Farklı yere göç eden populasyonlar yeni tür oluştururken ortamın değişmediği yerde kalan X türü populasyonu aynı kalabilir. Böylece X türü hem değişerek hem değişmeden günümüze gelecektir.

Yine belirtmek isterim ki yaşayan fosilin bulunmuş olması onun evrim geçirmediği anlamına gelmez: Yaşayan fosiller de zorunlu olarak evrimsel değişiklikler geçirmişlerdir. Buna örnek olarak, bulunan Coelacanth balık fosilleri bir zamanlar kıyılarda ve sığ denizlerde yaşayan bir canlı türü iken, günümüzde bu balık sadece derin denizlerde yaşayan ve bu ortama uyum sağlamış bir canlı türüdür.

Yaşayan fosillerin yine evrim geçirdiğini bir başka yerden daha anlayabiliyoruz: canlının genomundan. 18 Nisan tarihli Nature dergisinde "yaşayan fosil" olarak popülerize olmuş Coelacanth'ın genomu yayımlandı. Her ne kadar dış görünüşü hiç evrim geirmemiş olduğunu söylese de genomu bize tersini söylüyor. Bununla ilgili Ergi Deniz Özsoy'dan alıntı yapacağım:

"Her şeyden önce, bu canlıdaki protein evrimleşme (değişim) hızı akrabası olduğu akciğerli balıklara ve kök verdiği tetrapodlara (dört ayaklı-üyeli canlılar) oranla oldukça düşük. Bu durum dışsal olarak neden hiç değişmemiş gibi gözüktüğünü açıklıyor. Ayrıca, vucut planlarının oluşumunda rol alan merkezi gen grubu (Homeobox) dahilindeki değişimler ise tetrapod yapısına giden yolu izah eder gözüküyor. Karasal yaşama geçişe ilişkin bir sürü adaptasyonun genetik izleri de genomunda mevcut. Diğer tetrapodlarla karşılaştırıldığında, tetrapodların Coelacanth genomuna oranla 50 kadar gen kaybettiği, bu kaybedilen genler nedeniyle karasal yaşam için gerekli olan işitme, koku alma ve bağışıklık sistemi değişimlerinin gerçekleştiği görülüyor. Ayrıca, karasal yaşamda metabolizma artığı olarak ortaya çıkan azotun uzaklaştırıldığı üre döngüsünün çok önemli bir enzimini kodlayan gende, Coelacanthhattından tetrapodlara geçişte önemli bir pozitif doğal seçilim etkisiyle değişim gerçekleştiği ve üre döngüsünün böylece mümkün kılındığına dair izler de mevcut. Uzun lafın kısası, kaba gözle bakıldığında hiç değişmemiş gözüken bir canlı, uygun değişim ölçeğinde ele alındığında aslında ortak köken ilişkilerini ve hayati adaptasyonları kolayca gözleyebileceğimiz bir dizi değişimi sergiliyor "

Buraya kadar evrimin canlıların tamamen değiştireceği düşüncesinin yanlış olduğunu ve yaşayan fosillerin de aslında evrimleşmiş olduğunu anlatmaya çalıştım. Sıra geldi bu işin mantığına.

Düşünün!

Evrimi destekleyen sayısız fosil var ama yaratılışçılar bu fosil değişmemiş o halde evrim yanlış iddiasında bulunuyorlar. Evrim geçirmiş sayısız canlı evrimi zaten doğrularken geçirmeyen canlıların bulunması hiç bir şeyi değiştirmez. Bunu da bir örnekle açıklıyım: Bir kabiledesiniz.Bir kişi ölüyor ve diyorsunuz ki "Bu adam öldü o halde ölüm var"..Karşıdan biri çıkıp size cevap veriyor "Bak bu adam yaşıyor o halde ölüm yalan.Ölüm gerçekleşmez,ölüm saçmalıktır".Doğru olanı siz seçin...

Bir yerde bilimsellikle desteklenen bir olgu var,
Öbüründe yanlışlarla dolu bir masalsı hikaye..Seçim sizin 

Sonuç

-Dış görünüşe bakarak bir türün yaşıyor olduğuna karar verilemez
-Çeşitlenme gerçekleşmesine rağmen türleşme gerçekleşmeyebilir
-Kimi zaman ataya dönüş gerçekleşebilir. Bir tür önce evrim geçirip sonra eski haline dönebilir.
-Evrim geçirmeye ihtiyacı olmayan türler türleşmeyebilir(değişim oranı azalır). Ortam değişmezse, deniz dipleri gibi mutasyonun azaldığı bölgelerde değişim azalabilir.
- Herhangi bir X türüne hala rastlıyor olmamız onun tüm populasyonlarının evrim geçirmediği anlamına gelmez. Farklı yere göç eden populasyonlar yeni tür oluştururken ortamın değişmediği yerde kalan X türü populasyonu aynı kalabilir.
-Yaşayan fosiller iddiasında bulunulan türler incelendiğinde genomlarında değişim olduğu gözlemlenmiştir.
-Yaşayan fosil bulunması evrimi çürütmezken evrimi destekleyen onlarca yüzlerce fosil yaratılış hipotezini çürütür.

PİLTDOWN VE NEBRESKA ADAMLARI

Yaratılışçılar tarafından sık kullanılan evrimin çürüdüğünü ve sahtekarlıklar üzerine kurulu olduğu düşüncesini aşılayan iki argüman: Piltdown ve Nebraska adamları

1.PiltDown Adamı

Sık kullanılan bir argüman olan Piltdown Adamının hikayesi kısaca şu şekildedir:
Evrim Teorisinin ortaya atılıp yaygınlaşmasıyla beraber neredeyse tüm arkeologlarda evrimin öngördüğü geçiş formlarını bulma hevesi ortaya çıktı çünkü biliyorlardı ki bunu bulan kişi büyük bir üne sahip olacaktı. Bunun üzerine Charles Dawson adında amatör arkeolog insan kafatası ile bir orangutan çenesini birleştirerek sahte bir fosil yarattı ve böylece derin bir sahtekârlık ile kendi ününü yüceltmiş oldu. Üstelik Dawson üniversiteyi bile bitirmemişti(4). Ayrıca incelendiği zaman sahte fosil yaparak kendini ünlü etmeye çalışan kişilerin amatör arkeolog olduğu da gözlerden kaçmaz.

Üstelik Dawson’ un tek sahte fosili de Piltdown adamı değildi. Keşiflerinden en az 38 tanesinin sahte olduğu da belirlendi(5). Anlayacağınız Dawson’ un amacı hiç bulunmayan(!) evrim fosillerini bularak evrimi sahtekârlıklarla kanıtlamaya çalışmak değil kendini ünlü edip bu işten prim kazanmaktı. Üstelik o tarihten önce Neandertallerin fosilleri bulunmuştu bile. Bizim evrimsel kuzenlerimizin fosilleri zaten bulunmuşken yaratılışçıların ‘Evrimi kanıtlayan fosil bulamadıkları için sahtekarlık yaptılar’ demesi ne hazin şey…

2.Nebraska Adamı(6)
-Yazı belirtilen kaynaktan derlenen bilgilerle yazılmıştır-

Yaratılışçıların iddiaları şu şekilde:

1922'de Batı Nebraska'da bir azı dişi fosili bulundu. Evrimciler bu dişin bir domuza ait olduğu anlaşılmadan önce tek dişe dayanılarak Nebraska Adamının kafatası ve vücudunun rekonstrüksiyon resimlerini ortaya koyup evrimi kanıtladıklarını iddia etti.

Fakat gerçek bu kadar basit değildir. Öncelikle Nebraska Adamı çizimleri bilim adamı Grafton E. Smith ile çalışmalar yapan bir çizerin eseridir ve bilimsel bir yayın için değil popüler bir İngiliz magazin dergisi için hazırlanmıştır. Nebraska adamı iddiasını da yaratılışçıların iddiaları gibi büyük bir bilim adamı topluluğu değil aksine çok az bilim adamı kabul etmiştir.

Ve yine yaratılışçıların iddia ettikleri gibi büyük bir hevesle savunulan bir keşif değildir:

Hesperopithecus’un bir maymun-adam ya da insanın doğrudan atası olabileceğini beyan etmedim çünkü insanlarınkine (Hominidae) benzer dişlere sahip insanımsı maymunlar (Simiidae) bulmuş olabileceğimizin de oldukça mümkün olduğunu düşünüyorum…”
Diş yapılarına, kafatasına veya iskelete dair daha çok parçalar elde edinceye kadar Hesperopithecus’un Simiidae veya Hominidler’in bir üyesi olup olmadığından emin olamayız.” (Osborn 1922)
1920 yılında Osborn, Pliyosen dönemi Nebraskasına ait iki molar azı dişini tasvir etmiştir: Osborn bunları Hesperopithecus adını verdiği bir insansı primata dayandırmıştır. Dişler iyi korunmuş durumda değildir, Osborn’un tespitinin geçerliliği henüz genel olarak kabul edilmemiştir.”(Nebraska Adamı düşüncesinin hakim olduğu yıllarda İnsanın Kökeni adlı kitapta George MacCurd bunu yazmıştır)
Anlayacağınız Osborn dahi bu iddiayı kesinlikle savunmamakla beraber diğer bilim insanları da bu iddiaya şüpheci davranmıştır.

3.Konu Hakkında Düşüncelerim
Birçok yaratılışçı sitede görüleceği gibi evrimin çürütüldüğüne ve hiç fosil bulunamadığı için bu tür sahtekârlıklara bulaşıldığına dair söylemler var. Fakat gerçek bu değil: Piltdown adamı amatör bir arkeoloğun ününü arttırma sevdasından başka bir şey değildi. Nebraska Adamı ise bilimsel yöntemin nasıl işlediğine dair çok iyi bir örnek… Henüz hangi türe ait olduğu bilinmeyen bir diş bulunmuştu ve ortada bir tez vardı. Bu teze göre diş bir primata aitti. Sıra bu tezi yanlışlayacak gözlemle aramaya gelmişti(bilimsel yöntemde doğrulama değil yanlışlama olur). Gözlemler ve bilimsel veriler arttıkça ilk tezin yanlış olduğu ortaya koyuldu ve gerçek, daha fazla veriye dayanarak başka bir makalede yayımlandı. Bu evrimi çürütecek bir olay değildir. Bizlere bilimin nasıl işlediğini göstermeye yarayan bir olaydır.

Şimdi bu bulguların neden evrimi çürütmediğine değineyim. Milyonlarca ışık yılı uzakta belli yöntemler kullanılarak gezegenler keşfediliyor. Varsayalım ki amatör bir astronom çıkıp sahte bir gezegen bulduğunu iddia ediyor. Bununla ilgili bir makale yayımlıyor. Uzun süre araştırılmadan bu iddia bırakılıyor ve bir süre sonra başka astronomlar iddianın doğruluğunu test etmek için konuyu inceliyorlar ve böyle bir gezegenin olmadığını anlıyorlar. Şimdi bu sahtekârlık ürünü gezegen ortaya atıldığı için bulunan tüm diğer gezegenler red mi edilmedir yoksa ‘Evet bu bir sahtekârlık ürünü ama zaten birçok gezegen de keşfedilmiş bu başka güneş sistemlerinde başka gezegenlerin olduğunu doğruluyor’  mu demeliyiz? Elbette bir yalan uğruna tüm bulgular çöpe atılamaz. Aynı şekilde insan evrimini kanıtlayan birçok fosil biliniyor(7).

İNDİRGENEMEZ KARMAŞIKLIK

Nedir?
Akıllı tasarım savunucuların en temel dile getirdikleri argümandan biri de "İndirgenemez Karmaşıklık"tır. Bu düşünceye göre canlılardaki organlar o kadar komplekstir ki bir parçanın kaldırılması durumunda organ/yapı işlevsiz olur. Yani canlılardaki uyum evrimle oluşamayacak kadar karmaşıktır. Genellikle bu düşüncelerini tanıtmak için fare kapanı örneği verilir. Yapısında bir taban,mandal, yay, çekiç ve kancalar bulunan bir fare kapanından her hangi bir parça çekildiğinde bu yapının işlev göremeyeceğini ve canlılardaki yapıların da tıpkı bu fare kapanı gibi indirgenemez olduğunu savunurlar.

Önermelerin Sunuluşu

İndirgenemez karmaşıklık önermelerle sunulacak olursa şu şekilde sunulabilir:

1.Doğrudan kademeli evrim sadece parçaların adım adım eklenmesi yoluyla ilerler.
2.Tanım gereği, indirgenemez derecede karmaşık bir sistem fonksiyonsuz parça içermemektedir.
3.Bundan ötürü, indirgenemez derecede karmaşık bir sistemin tüm olası doğrudan kademeli evrimsel öncülleri işlevsiz olacaktır.

Önermelerin İncelenmesi

Bu önermelerden 1. maddedeki yanlışlık şudur ki: evrim sadece parçaların adım adım eklenmesiyle ilerlemez. Evrimsel süreçte parçalar yavaş yavaş işlevini kaybedip silinebilir, örneğin balinalardaki arka ayak kemikleri geçmişten günümüze aşama aşama kaybedilmektedir, körelmiş organların çoğu böyledir.

Ayrıca bir parça farklı bir göreve sahip olacak şekilde evrim geçirebilir oldukça basit bir örnek olsa da penguenlerin kanatları buna örnek olabilir. Atalarında uçmaya yarayan kanatlar penguenlerde yüzmeye yaramaktadır ve ya yarasaların atalarında önayak kemikleri yürümeyi sağlarken yarasalarda bu görev farklılaşmıştır ve uçmaya yaramaktadır. Bunun gibi parçalara ikinci işlev eklenmesi, parçaların aşamalı değişimi gibi bir çok farklı şekilde de evrim gerçekleşebilir. Kısaca 1. madde hatalı bir maddedir.

2.maddeyi incelemek için indirgenemez karmaşıklığın canlılarda bulunup bulunmadığına bakılması gerekir. Bu sebeple bundan sonraki anlatılacaklar 2. madde ile ilişkilendirilebilir.
"Gözünüz olmayınca tümden körsünüzdür, yarım yamalak bir gözle temiz bir görüntü odaklayamasanız bile en azından avcının hareketinin genel yönünü saptayabilirsiniz ve bu da bir ölüm kalım meselesi olabilir"(9)
Bu iddianın yanlışlanamayacağını biliyor muyuz? Kısaca ökaryotun evrimini açıkladıktan sonra ne yapacak akıllı tasarımcılar, gidip başka bir yapı bulup "İşte bu indirgenemez" diyecek. O da açıklandığında ne olacak? Başka bir yapıya koşacaklar bu sefer. Her seferinde tanrıyı ve ya daha çok kullanılan haliyle tasarımcıyı kanıtlamak için yeni boşluklar aranacak. Boşluklar kapatılınca da başka boşluklara sarınılacak ve bu böyle sürüp gidecek. Yine Dawkis'in sözünü alıntılamak yararlı olur:

Temel Hatalar

İndirgenemez karmaşıklığa bir çok yerden cevap verilebilir. Şimdilik başlıca girilen hataları incelemek istiyorum. Öncelikle az önce bahsettiğim örnekleri düşünürsek indirgenemez olduğu iddia edilen bir çok sistem indirgenebilecektir. Ve hatta Gen duplikasyonunu(ikilenmesini) düşünürsek sistemlerin indirgenebileceği, hem de kolay bir şekilde karmaşık görülen yapıların oluşabileceğini düşünebiliriz. Susumu Ohno klasik eseri Gen Duplikasyonu ile Evrimde canlılığın ortaya çıktığından beri en önemli evrimsel kuvvetlerden birinin gen ikilenmesi olduğunu savunmaktadır. (8)

Başka bir yanlış ise mükemmelliğin parçalarının hepsinin aynı anda sağlanması gerektiği düşüncesidir. Basit, yarım yamalak işlev gören, işlevini tam olarak yerine getirmeyen bir göz/kulak/sindirim sistemi/sinir sistemi bugünkü türlerin kaynağı olabilir. Tamamen mükemmel bir sistemden ya da tam işlev gören bir sistemden bunlar oluşmuş düşüncesi gibi kesin bir şey söylenemez. Örneğin bizim gözümüzün gördüğünün %10 unu gören bir göz var olabilir. %10 gören bir göz hiç olmayan bir gözden daha yararlıdır ve hayatta kalmayı daha fazla sağlar Dawkins'in deyimiyle:

Olaya farklı bir yönden bakmak gerekirse bizler de tam bir göze sahip değiliz. Hiç bir yapı mükemmel değildir. Örneğin türümüz oldukça ilerlerse bir kartal gözüne sahip olabilecek seviyeye gelebilir. Ve ya günümüzde en keskin görebilen kartal bireyinin gözü, gelecek nesillerde en kötü göz olarak adlandırılabilir. Dolayısıyla sistem tümden evrim geçirebilir. Peki keskin bir kartal gözü daha da keskin olursa ve çok daha kompleksleşirse ne olur? Yine bu göz asla evrim geçirmiş olamaz denilir. Fakat sistemin topluca evrim geçirmesini geriye doğru alırsak daha basit bir karmaşıklığa ulaşırız ve o daha basit karmaşıklık indirgenebilecek kadar basit olabilir.

İndirgenemez mi?

Ayrıca indirgenemez olduğu iddia edilen yapıların bir çoğunun aslında indirgenebilir olduğu gösterilmiştir. Örneğin şu an indirgenemeyecek(!) kadar karmaşık olan gözün evrimi aşama aşama gösterilmiştir.(10) Tek hücreli canlılarda gözden söz edilmez ama kimi tek hücrelilerde ışığa duyarlı bir stigma ve göz beneği vardır. Eklembacaklılarda nokta gözler bulunur. Bir nokta göz altıgen, dikdörtgen ve ya çember kesitli bir borucuk olup merceği ve duyarlı ögesiyle birlikte başlı başına bir gözdür. Nokta gözlerin bir araya gelmesiyle bileşik gözler doğar. Bunlar görüntü oluşturan gözlerdir. Eklembacaklıların bir çoğunda bileşik gözlerin yanında basit gözler de bulunur. Bu hayvanlarda gözler olağanüstü çeşitlenme ve aşamalanma gösterir(tıpkı evrimin öngördüğü gibi...)

Omurgasızların çoğunda yalnız ışığa duyarlı (görüntü oluşturmayan) basit gözler bulunur.Kimi yumuşakçalarda, omurgasızlarda bulunan göze bir mercek ve ağ tabaka eklenir. Böylece görüntü oluşturan göze varılır. Görülüyor ki doğal seçme o keskin kanatlı kartal gözüne varıncaya dek sayısız değişiklik bulmakta güçlük çekmemiştir. (11) Aynı şekilde indirgenemez olduğu iddia edilen bir çok yapının indirgenebileceği gösterilmiştir(bağışıklık sistemi,kan pıhtılaşma sistemi vs).

Farklı İşlevler

İndirgenemez olduğu iddia edilen organlar indirgendiğinde aynı işlevi yapacak diye bir kaide de bulunmuyor. Örneğin yazının başında belirtilen fare kapanı örneğini düşünün. Bu fare kapanından mandalı çıkardığınız zaman bu artık bir fare kapanı değildir. Fakat bunu bir kapı tutucu görevinde kullanabilirsiniz. Aynı şekilde indirgenemez olduğu iddia edilen bakteri kamçısı indirgenemez karmaşıklıkta değildir. Pek çok parçasını kaybetse de işlevini daha basit bir kamçı ya da salgı sistemi olarak sürdürmeye devam edebilir. Ökaryot kamçılarındaki pek çok proteinin vazgeçilebilir olduğu biliniyor, çünkü bu proteinlere sahip olmayan işlevsel kamçılar da vardır.(12,13,14,15)

Mantık Hatası

Argüman başlı başına Argumentum ad Ignorantiam mantık hatasının ürünüdür. Bu mantık hatası bilgi eksikliğindenn doğan safsatadır. Buna boşlukların tanrısı da denebilir. Varsayalım ki şu an ökaryotların prokaryotlardan evrimine dair hiç bilgimiz olmasın. İlkel bakteri DNAsı ile mitokondri,kloroplast DNAsının benzerliği, bakteri zarının da mitokondri zarının da çift zarlı olduğu ve endosimbiyotik hipoteze(prokaryotlardan ökaryotlara geçişin açıklandığı hipotez) dair bunun gibi hiç bir bulgu olmadığını varsayalım. Bu durumda ökaryot hücre indirgenemez karmaşıklıktadır diyen kişi yarışı kazanmış gibi görünür. Peki ya daha sonra keşfedilecek bulguları biliyor muyuz?

"Hiçbir şeyin indirgenemez karmaşıklıkta olduğunu beyan etmeyin; bununla ilgili olasılıklar şu yöndedir ki, ya ayrıntıları yeterince özenle incelememişsinizdir ya da yeterince özen gösterdiğinizi zannetmişsinizdir."(16)

Sonuç

-Evrim sadece parça ekleyerek ilerlemez. Yapılardan kimi zaman varolan parçalar silinebilir, parçalara ikinci bir görev gelebilir, yapılar farklı bir göreve adapte olacak şekilde evrimleşebilir.
-Basit, yarım yamalak işlev gören, işlevini tam olarak yerine getiremeyen yapılardan karmaşık yapılar oluşabilir. Yapılar işlevini tam yapmasa da canlılarda bulunabilir, sonuçta görüntüye odaklanamayan bir göz olmayan gözden daha yararlıdır ve canlıyı kurtarıp döl vermesini sağlayabilir.
-Gen ikilenmesi gibi bir çok evrimsel kuvvet karmaşık yapıların oluşmasına sebep açmış olabilir.
-Bir yapı indirgendiğinde aynı işleve sahip olmak zorunda değildir. Bunu bakteri kamçısında çok iyi bir şekilde görebiliriz.
-İndirgenemez sanılan bir çok yapı indirgenebilmiştir.
-Argümanın sunuluşunda bilgi eksikliğinden doğan safsataya düşülür. İndirgenemez olduğu iddia edilen bir çok yapı aslında yapıyı yeterince incelemememizden kaynaklanır.

EVRİMCİLERİN İTİRAFLARI

Bir çok yaratılışçı sitede ve tartışmada bahsi geçen "evrimcilerin itirafı" adı altında sunulan 'çarpıtmaların' temellerini anlatmayı düşünüyorum bu yazıda. Maalesef tüm çarpıtmaları göz önüne getirmeye vaktim ve sabrım olmadığı için sadece "temellerden" bahsedip, geçmeyi düşünüyorum bu konuyu...

Çarpıtma

Genel olarak en çok yapılan şey çarpıtmadır. İlk önce bunun nasıl kulandıldığını göstereyim. Örneğin ben ;

"Bir kitabın bile yaratıcısı varken bu evrenin yaratıcısı nasıl olmasın? İşte çok kişinin kafasındaki soru budur ve şimdiki yazımızda buna cevap vermeyi düşünüyoruz..."

dersem ve karşıdaki kişi sadece ilk cümleyi alıp, 2. cümleyi hiç söylememişim gibi gösterirse bu kişi benim dediğimi çarpıtmış olur. Sanki bir tanrıya inanıyormuşum gibi gösterilmesi çarpıtma mantık hatasıdır ve bu, sözüm ona itiraflarda en çok girilen mantık hatasıdır. Bir kaç örnek vereyim.

William Schopf:

“ Kambriyen-öncesi ve Kambriyen arasındaki sınıra hep keskin bir süreksizlik olarak bakılmıştır. Kambriyen katmanlarında deniz bitkileri ve hayvanlarına ait bolca fosil bulunur: Deniz otları, solucanlar, süngerler, yumuşakçalar, ampul kabuklular ve dönemin belki de en ilginç özelliği olarak trilobit adı verilen ilk eklem bacaklılar... Kambriyen hayvan örtüsü sanki bir anda var olmuştu ve bilinen hiçbir atası yoktu…

Yaşam, trilobitler kadar karmaşık canlılarla başlamış olamaz. Türlerin Kökeninde Darwin şöyle der: "Kambriyen sistemi öncesindeki dönemlere ilişkin fosil birikimlerinin neden bulunamadığı sorusuna gelince, tatmin edici bir yanıtım yok… Şu anda bu soru yanıtsız kalmak zorunda ve bu durumda kitapta öne sürdüğüm görüşlere karşı gerçekten de geçerli bir argüman olarak ele alınabilir."  “

Bir çok kişi bunu bir itiraf olarak öne sürebiliyor. William Schopf kesinlikle bunu 1978 yılında yayımladığı makalesinde yazmıştır. Buraya kadar yaratılışçıların lehine konuştuğu sanılır fakat tam tersi. Yaratılışçılar bu örneği sık kullanır fakat devamını yazmazlar. Makalenin devamında bakalım ne demiş Schopf:

Bu argüman artık geçerli değil; bu sorunun yanıtı bundan yirmi yıl önce bulundu “

Yukarda bahsedilen alıntının devamında, arada hiçbir şey yazılmadan bu söz söylenmiştir. Ve bahsedilen makalenin devamında bu iddia bulunan fosiller tanıtılarak çürütülmüştür.

Richard Dawkins:
"Şu ya da bu aşamalı olarak evrimleşmiş olamaz, çünkü şunun ya da bunun işe yaraması için "açıkça" mükemmel ve tam olması gerekir."

River Out of Eden (Tr: Cennetten Akan Irmak) kitabında bunu yazmıştır Dawkins ama cümlenin tamamı şöyledir örneğin:

"Ben, şu iddiada bulunan tezlere saldırıyorum: Şu ya da bu aşamalı olarak evrimleşmiş olamaz, çünkü şunun ya da bunun işe yaraması için "açıkça" mükemmel ve tam olması gerekir."

Ve kitabın devamında da bu iddia genişçe irdelenmiştir.

Dediğim gibi bu mantık hatasına en fazla düşülür. Bir başka örnek de Celal Yıldırım'ın kitabından yapılır örneğin. Kitapta "Doğrudur evrim kuramı ispat edilmemiştir" demiştir Yıldırım. Fakat bahsettiği konu bilimde hiçbir teorinin ispatlanmadığı ama bunun onları bilimdışı yapmadığıdır. Yani bahsedilen, bilimin dinamik oluşuyken insanlar evrimin hiç doğrulayan gözlemi olmadığını kanıtlamak için bu sözü kullanıyorlar.

Argumentum ad İgnorientam

Kimi zaman da alıntıyı tamamen doğru yaparlar fakat bu iddia tamamen "Boşlukların Tanrısı" iddiasına girebilecek bir alıntıdır. Örneğin ben, henüz levha hareketlerinin bilinmediği bir dönemde "Evet doğrudur depremleri açıklayamıyorum" dersem burda bir sorun görmem açıkçası. Bilim neredeyse her zaman ileriye giden bir süreçtir Evrimin şu an bile açıklayamadığı olgular var ama bu onun tanrı tarafından yapıldığını göstermez(ortada bir itiraf olduğunu da göstermez). Böyle bir durumda da "Evrim X'i açıklayamıyor" demek bir bilim adamının yapabileceği en doğal açıklamadır. Darwin de kitabında bunu yapmıştır. "Teorinin Güçlükleri" bölümünde bir bilim insanının yapacağı en doğal şekilde teorinin nasıl gelişebileceğini, teorinin o anki zayıf noktalarını sunmuştur.

Ne var ki bazı bilim dışı kesimlerin, 19. yüzyılda açıklanamayan konuları "itiraf" adı altında 21. yüzyılda sunmaları aciziyetten başka bir şey değildir. Belki bir zamanlar gözün ve kompleks yapıların evrimi açıklanamıyordu ve Darwin de bunu belirtmişti, fakat 21. yüzyıla kadar çok büyük gelişmeler yaşandı ve artık bu tür konuları açıklayabiliyoruz. Şu an bizim bilmediğimiz konuları da bizden sonra gelecek nesiller bilecektir. Bu evrimin çürüdüğünü değil bilimsel yöntemin nasıl işlediğini ve bilimin nasıl geliştiğini gösterir sadece.

Burdan da bir örnek verelim. Charles Darwin:

 Gözün odağını farklı uzaklıklara uydurması, içeri girecek ışık miktarını ayarlaması, küresel ve renksel sapmayı düzeltmesi gibi eşsiz düzenlenişlerinin tümünün; doğal seçmeyle oluşabildiğini düşünmenin pek abes göründüğünü açık yüreklilikle itiraf ederim.” 

Peki devamında ne yazmaktadır Darwin:

 Ancak mantığım diyor ki, mükemmel ve karmaşık bir gözden oldukça kusurlu ve basit bir göze çok sayıda aşamayla geçişin mümkün olduğu ve bu aşamaların hepsinin de sahibine fayda sağlamış olduğu gösterilebilirse; dahası, göz gerçekten de ufak değişimler geçiriyorsa ve de bu değişimler kalıtılıyorsa (ki durum gerçekten de böyledir); ve eğer bir organdaki her çeşitlilik ve değişim, ortam şartları değiştiğinde canlıya fayda sağlıyorsa; o zaman hayal gücümüz tarafından kavranması ne kadar güç olursa olsun, mükemmel ve karmaşık bir gözün doğal seçilimle oluşmadığına inanmak gerçekten zordur. Bir sinirin nasıl olup da ışığa duyarlı hale geldiği sorusu; bizi, ilk yaşamın nasıl ortaya çıktığı sorusundan daha fazla ilgilendirmez. Fakat birçok veriye göre, duyarlı olan her sinir hücresinin ışığa ve sesi oluşturan havadaki titreşimlere de duyarlı hale gelmesi, hiç de olanaksız görünmemektedir.” 

Burda hem çarpıtmaya hem de cehaletten savunma mantık hatasına giriliyor anlayacağınız. Darwin'in zamanında bilemediğimiz gözün evrimini artık yavaş yavaş çözmüş bulunuyoruz örneğin.

Bir Bilen Safsatası

Ve girilen son safsata bir bilen safsatası.

1-A kişisi X konusunda uzmandır.
2-A kişsi X konusunda Y demiştir.
3-O halde Y doğrudur.

Bir bilen safasatasını bu şekilde özetleyebiliriz. Ve tüm bu itiraflarda da bir bilen safsatasına girilmektedir. Bilimde önemli olan kimin ne dediği değil bulgulardır. Ki şu ana kadar evrimi yanlışlayan her hangi bir bulguya rastlanılmadı(evrimcilerin öne sürdüğü bazı iddiaların yanlışlanması evrimin yanlışlandığını göstermez). Aksine doğrulayan sayısız bulgu var! Tüm körelmiş organlar, fosiller, biyocoğrafya bulguları, canlılıktaki değişiklikler, ortak atadan kaynaklanan benzerlikler evrimi doğrulayan bulgulardandır örneğin. Yüzyıllardır evrim girdiği her sınavdan başarıyla çıkmışken kaç itiraf sunulsa bile boş olur anlayacağınız.

Sonuç

Bir yaratılışçı size sözüm ona itiraf öne sürüyorsa yapmanız gereken şey:

1: İtiraf olduğu iddia edilen cümlenin geçtiği makaleyi okuyun. Büyük ihtimalle başından, sonundan, cümleler kesilerek öne sürülmüş bir itiraftır(!).
2: Bahsedilen itirafın geçtiği makalenin yayımlanma tarihine bakın. Eğer çarpıtma yoksa, henüz o konuda bilgimizin olmadığı zamanlarda yayımlanan bir makale olduğunu söylemekte zorlanmam. Ki bu da yukarda bahsedilen mantık hatasına giren argümandır.



EVRİMİN KANITLARI

ORTAK ATADAN KAYNAKLANAN BENZERLİKLER(17)

Gerçekten de evrimin bahsettiği gibi canlılar ortak bir atadan gelmişse (ki gelmiştir), bunun canlı vücudu üzerinde kanıtlarını görmemiz gerekir. Peki ya evrimin öngördüğü gibi benzerlikler mevcut mudur? Ortak atadan kaynaklanan benzerlikler canlılarda bulunur mu? Kesinlikle…

Örneğin orkide familyasındaki bütün türler ortak bir atadan türemiştir. Dolayısıyla bu türler arasında benzerlik görmeyi dilersiniz. Fotoğrafta (http://i.imgur.com/bQWKhT9.png) gördüğünüz 3 çiçek de ortak bir çiçek teması üzerindeki değişikliklerin bir sonucudur. Mesela bu çiçeklerin her biri tozlaştırıcı böcekleri cezbeden ve tozlaştırıcıların konması için bir platform oluşturan dudak benzeri bir petale sahiptir. Bu benzerliğin sebebini açıklayabilecek tek bilimsel kuram evrim kuramıdır ve bu bilgi bile bir kez daha evrimin gerçekliğini gözler önüne sermeye yeter.

Bir başka örnek vermek gerekirse yarasalara ve memeli canlıların anatomisine başvurmak iyi olacaktır. Yarasa, uçabilen memeli bir canlıdır. Evrime göre, bugünkü tüm memeli hayvanların kökeni kara havanlarıdır ve tüm memeliler o ortak atanın değişimi, çeşitlenmesi ile oluşmuştur. Şimdi de bunun yarasanın anatomisi ile diğer canlıların anatomisi arasında nasıl benzerlikler oluşturduğuna göz atalım.

Yarasalardaki önayaklar uçmaya uyum sağlamıştır. Yarasaların önayaklarındaki kemiklerin, bağların, sinirlerin ve kan damarlarının hepsi insan kollarından atların önayaklarına ve balinaların yüzgeçlerine kadar diğer uzuvlarda da bulunur. Memelilerdeki bütün önayaklar ortak bir yapının değişik versiyonlarıdır. [Kemiklerin dizilişinde biraz ayrıntıya inecek olursak; insanda kedide balinada yarasada ve diğer memeli türlerinde bir büyük kemik iki küçük kemiğe bağlanmıştır, onlar birkaç küçük kemiğe bağlanmıştır, bunlar da Metacarpal kemiklere bağlanmıştır. Metacarpal kemikler ise yaklaşık olarak beş parmağa bağlanmıştır. Bazı türlerde parmaklar körelmeye başlasa da temel olarak memelilerin hepsinin ön üyeleri ortak temel iskelet elemanlarından oluşmuştur]

Peki ya bunun sebebi nedir? Neden memeli canlılardaki tüm türlerde anatomik yapı evrimi doğrular niteliktedir? Neden balina yüzgeci, insan kolu, yarasa kanadı aynı temel yapı üzerine kurulmuştur? Evrimsel ve bilimsel düşünen için cevap bellidir: Tüm memeliler ortak bir atadan türemiştir, doğal seçilime bağlı değişimler ortak atanın çeşitlenmesine yol açmıştır. Bu çeşitlenme sürecinde ön üyeler farklı işlevlere uyum sağlamıştır. Bu sebeple balinanın yüzgeci yüzmeye uyum sağlamış olsa da aynı temele sahiptir. Ya da yarasa kanatları uçmaya yarasa da kemik dizilim sistemi aynıdır.

Anlayacağınız tüm bu ortaklıkları ve benzerlikleri açıklayabilecek kuram evrim kuramıdır ve yaratılış hipotezinin (ve ya masalının) bunları açıklayabilecek yeteneği ve gücü yoktur. Yaratılışçılara göre tüm bu benzerlikler tesadüfidir. Yapılabilecek tek açıklama ‘yaratıcı bu şekilde olmasını istedi’ demektir ki bunun bilimle uzaktan yakından alakası yoktur.

Canlılığı açıklayabilecek tek kuram evrimdir.

KÖRELMİŞ ORGANLAR

Evrimin en önemli kanıtlarından biri olan körelmiş organlara ve bunun genel olarak yanlış anlaşılışına değinmek istiyorum. Öncelikle evrimin sunuluşuyla beraber şu soru sorulabilir: madem canlılar türlerin farklılaşmasıyla gelişip değişiyor, neden şu anki canlılar o eski atalarının izlerini taşımıyorlar?

Körelmiş organlar/yapılar, evrimsel süreçte çeşitlenme ve seçilim mekanizmaları sonucunda giderek değişen ve ortama ayak sağlayan bireylerin kalması sonucunda evrimsel ekonomi ilkesine bağlı olarak işlevini yitirmeye başlayan organlardır. Genel olarak bir canlı türünün atasında bu organın işlevi ya modern türde atasının gerçekleştirdiği işlevi hiç gerçekleştirmez ya da farklı bir göreve sahip olmuştur. Yani tabiri caizse körelmiş organlar türlerin eski atalarından kalma izlerdir.

Kısaca bu olayı bir örnekle anlatayım: Bir türden iki birey düşünelim. Bu iki birey sürüngen olsun. Bu iki sürüngenden genetik farklılık olarak birinin bacakları diğerinden daha kısa olsun ve diğerine oranla daha iyi sürünebilsin. Doğa şartlarının sürekli farklılaşıp değiştiğini ve her yerde bu şartların aynı olmadığını biliyoruz. Ve bu iki bireyin bulunduğu(tüm populasyonu düşünmek daha sağlıklı bir canlandırma olur fakat şimdi örnek verdiğim için es geçiyorum) ortam da daha iyi sürünen bireylerin yaşamasına sebebiyet versin, mesela bu sürüngenin avcılarından kaçmak için esnek olmak ve sürünmek daha yararlı olsun.

Bu olay sonunda en iyi sürünen bireyler gelecek nesle döl bırakabilecektir. Ve nesiller sonra bu sürüngenlerin ayak kemikleri büyük ölçüde kısalacak ve kullanılmaz hala gelecektir. Evrimsel ekonomiye göre de mesela farklı iki birey arasında hangisi daha kısa ayak kemiklerine sahipse o birey embriyolojik dönemde, yaşamda ve diğer koşullarda ayak kemiklerine harcayacağı enerjiyi farklı koşullarda hayatta kalmak için kullanacaktır. Bu da ayak kemiklerinin hangi bireyde daha kısaysa onun döl vereceği anlamına gelir. Bu da ayak kemiklerinin giderek küçüleceği anlamına gelecektir.[Verdiğim örnekte evrimin bir amacı varmış gibi görülebilir fakat böyle değildir, bu örnek sadece daha iyi anlaşılmak için verildi.]

O halde bu sürüngenlerin soyundan gelen yılanlarda körelmiş ayak kemiği bulmamız gerekir. Bu ayak kemiğinin kalıntılarının bulunduğu takdirde evrim doğrulanmış olur. Fakat bu kalıntı ayak kemiklerinin bir işleve sahip olması evrimi çürütmez ya da yaratılışı desteklemez. Çünkü asıl sorun bu ayak kemiği kalıntısının yürümeye yardımcı olmamasıdır.

Peki canlılar incelendiğinde bunlara rastlanabilir mi? Elbette ve çok fazla rastlanır. Örneğin

-Boa yılanında (Boa Constrictor) körelmiş leğen kemiği vardır, az önce bahsedilen hayali benzetmenin öngördüğü kalıntılardır bunlar.(18)
-Birçok semender türü ve meksika tetrası normalde aydınlık ortamda yaşamalarına rağmen daha sonraki nesillerde mağarada yaşamaya başlamışlardır. Bu sebeple bu canlıların gözleri giderek küçülmeye ve körelmeye başlamıştır.
-Evrimin öngördüğü görüşte balinalar bir kara memelisinden evrimleşmiş ve su yaşamına adapte olmuştur. O halde ayak kemikleri kalıtısı bulmak istersiniz ve şansa bakın ki bu kemikler mevcut.
-Evrimin öngördüğü üzere tavuklar tetrapodlardan evrimleşmiştir ve tetrapodların tamamında normalde beş parmak bulunur. O halde bu parmakların kalıntısını bulmamız gerekir. Ve şansa bakın ki 1997 yılında Burke ve Feduccia'nın tavuk embriyolojisinde yaptıkları araştırmada histoyolojik boyama yöntemleriyle parmakalrını incelediklerinde fazladan parmak kalıntılarına rastladılar.(19)
-İnsanların atalarından kalma kuyruk sokumu kemikleri,20lik yaş dişleri ve apandis organı körelmiş organdır.

Bir çok yaratılışçı "Bak sen bu organa körelmiş dedin ama şunun şöyle bir işlevi var" der. Mesela apandise de balinaların arka ayak kemiklerine de bir çok körelmiş organa da işlev bulurlar. Fakat daha önce de dediğim gibi bu evrimi çürütüp yaratılışı desteklemez. Zaten "Körelmiş organların hiçbir yararı yoktur vücutta işlevleri olamaz" gibi bir iddiada da bulunulmuyor. Ve bu organlara işlev bulmak da evrimi hala destekler nitelikte bırakıyor. Şöyle ki: bir tavuğun kanatları körelmiştir. Bu kanatlar uçmaya yaramaz. Fakat bu durumda da kanatlar ısı ve ya dengeyi sağlamakta görev yapabilir. Asıl sorun bu görevi neden kanatların üstlendiğidir. Tasarımcı çok daha akıllıca bir yöntem geliştirip başka şekilde bunu sağlayabilirdi (nitekim bir çok canlı kanatsız bir şekilde ısıyı ve dengeyi sağlayabiliyor). Fakat tavuklardaki ısı ve denge düzenlemesi kanatlara aittir çünkü önceki atalarından bu kalmıştır ve zamanla farklı bir görevde yoğunlaşmıştır. Ve ya penguen bir kuş türüdür ama onun da kanatları uçmaya yaramaz onun yerine atalarından farklı olarak yüzmeye yoğunlaşmıştır bu kanatlar ve önceki atalarındaki görevini yitirmiştir.

Ve ya kuyruk sokumuna yepyeni işlevler bulunabilir ama asıl sorun neden bunun kuyruk sokumu şeklinde olduğudur, mesela tanrı çok farklı bir organ yaratıp o işlevi yeni bir organa devredebilirdi. Fakat aksine tamamen evrimin öngördüğü şekilde kuyruksokumu şeklindedir. Yani asıl sorun bunun işlevinin olup olmaması değil neden bu şekilde oluşudur.Ya da balinaların arka kemiklerinin işlevi ar ya da yoktur (her ikisi de evrimle uyuşur) fakat bunun bizzat ayak kemiği şeklinde oluşu evrimi doğrular.

GENETİK BENZERLİK

Genetiğin Evrimle İlişkisi

Daha önce evrimin kanıtları olarak ortak atadan kalan benzerlikleri kısa bir şekilde anlatıp örneklendirmiştik. Bu benzerlikler bir çok kategoride incelenebilir; embriyolojik benzerlik, morfolojik( vücut şekilleri,biçimbilim) benzerlik, genetik benzerlik gibi bir çok alt dala ayırabiliriz evrimi doğrulayan bulguları. Bunlardan bir tanesi ve en önemlisi genetik benzerliktir.

Genetik benzerlik oranları, genom haritası çıkarılan canlıların bütün genetik özelliklerinin karşılaştırılması sonucu elde edilir. İnsan ile bir çok hayvan türünün dış görünüş benzerliklerine bakıldığında küçük ve yavaş bir değişim dikkatimizi çeker. Peki ya bu, genetik olarak nasıldır? Genetik değişimler (daha doğrusu benzerlikler) oranları nedir? Evrimi doğrular nitelikte midir yoksa elde ettiğimiz veriler evrimi yanlışlar mı? Eğer genetik benzerlik belli bir oranda artıp azalıyorsa, fosillerle uyum içindeyse, yaşam ağacı ile uyum gösteriyorsa bu evrimi doğrular nitelikte olacaktır.

Genetik Benzerlik Ve Fosiller

Öncelikle bir önbilgi vermekle başlamak iyi olacaktır. Bir protein 20 kadar farklı aminoasidi barındıran organik moleküldür. Bir proteinde ortalama 1500 nükleotide karşılık 500 aminoasit bulunur. 1500 nükleotid, mutasyonlara gerçekten ve oldukça elverişli, bunun sonucunda çeşitlenme yapacak kadar fazla nükleotiddir. Genetik değişiklik belirlenirken, herhangi iki türden bir proteindeki aminoasit farklarının sayısı ölçek olarak kullanılabilir. Örneğin herhangi bir X memeli canlısı ile önce Y sürüngeni daha sonra Z balığı ile karşılaştırdığımızda X in Y canlısına Z den daha fazla benzediğini görebiliyoruz, şansa bakın ki evrimin bulguları da -örneğin fosiller- memelilerin sürüngenlerden geldiğini savunuyor[20]. Fosillerle genetiğin birbiriyle böyle tutarlı oluşu, yaratılışçılar tarafından nasıl karşılanıyor merak ederim doğrusu. Evrimi savunanlara tesadüfçü(ne demekse artık) diyenler bunları derin bir tesadüf olarak görmekten ileri gidemez. Fakat evrimsel düşünen biri için cevap açıktır: balıkların zamanla evrimi sürüngenleri, sürüngenlerin evrimi memelileri oluşturmuştur. Bu sebeple fosiller balıklardan sürüngenlere, sürüngenlerden memelilere olacak şekilde dizilmiş olmalıdır. Aynı şekilde sürüngenler ile memelilerin ataları daha yakın zamanda yaşamış olduğu için, memeliler ile sürüngenlerin genetiği memeliler ile balıklardan daha benzer olacaktır.

İnsanın Üstünlüğü

İnsanın evrimi konusu gerçekten çok mühim bir konudur. İnsanların büyük oranda evrime karşı çıkışlarının sebebi de budur zaten; insanın nerden geldiğini rasyonel bir şekilde açıklıyor oluşu. Sosyal çevremde girdiğim tartışmalarda çoğu kez "insanın evrimini araya katmadığımız sürece Kur'an'ın evrimle çelişmediğini ve insanın evrimini açıklamamızın aşağlık bir hareket olduğunu" duymuşumdur. 'Diğer canlılar hakkında ne dersen de, ama insan ahsen-i takvimde en güzel şekilde biranda yaratılmıştır' görüşünde olan çok insan var. Bunun olacağını tahmin eden Darwin de Türlerin Kökeni kitabında özellikle "insan"dan bahsetmekten kaçınmıştır. İnsan konusuna en yaklaştığı an çıkış cümlelerinde "çok daha önemli araştırmalarla ... insanın kökeni ve tarihine ışık tutabileceğini"[21] yazmış olduğu birkaç kelimeden ibarettir.

Az önce bahsettiğim zihniyetteki insanlardan biri de Darwin'in çağdaşı piskopos Samuel Wilberforce'dur. Wilberforce şöyle diyordu: "İnsanın yeryüzündeki üstünlüğü, anlamlı konuşma yeteneği, insana ihsan edilmiş akıl, onun özgür iradesi ve sorumluluğu, günah işlemesi ve nedamet getirmesi, Ebedi Oğulun yeniden vücut bulması, Ebedi Ruhun içten varoluşu; bütün bunlar, Tanrının suretinde yaratılmış olan insanın hayvani bir kökenden geldiğine ilişkin alçaltıcı düşünceyle kesinlikle bağdaştırılamaz."[22] Hal Hellman, Wilberforce'un bu tutumunu şu şekildE yorumlamıştır: "Başka bir deyişle hayvanlar aleminin geri kalan kısmı hakkında ne derseniz deyin, insanlar özel olarak -ve son birkaç bin yıl içinde- yaratılmıştır nokta."[23]

Gerçekten laf kalabalığı olarak görebilirsiniz fakat bunları yazmak zorundaydım. Gerçekten bu şekilde düşünen kişi oldukça fazla ve bu beni rahatsız ediyor. Bu sebeple, az sonra yazacaklarımın anlaşılmasını istediğim için çoğu yaratılışçıda gördüğüm bu durumu aktarmalıydım. Bu konuda insanın evrimine ilişkin fosil bulgularının dışında bir çok genetik kanıtın da mevcut olduğunu belirtmek ve insanın doğada üstün bir konumda olmadığını üstüne basarak vurgulamak istiyorum. Bunu genetik bilginin karşılaştırılması sonucunda da görüyoruz.

İnsan, Şempanze ve Genetik Benzerlik

İnsan evrimini doğrulayan en önemli bulgulardan bir tanesi şempanzelerle olan genetik benzerliğimizdir. Anatomide (farklı türler olduğumuz için) farklı görünsek de bu farklılık genetik açıdan öyle değildir. Genetik açıdan şempanzelerle insanların benzerliğini Cemal Yıldırım'ın makalesinden alıntılayarak yapmak istiyorum:

"Maymun(şempanzeler kastedilmekte) ve insan proteinlerinin yakın benzerliği hayret verici ölçüdedir. Örneğin, «hemoglobin» dediğimiz kanda oksijen taşıyan protein, hem insan hem maymunlarda aynı düzende 287 amino-asit içermektedir. Oysa iki ayrı kurbağa türünde bile hemoglobin tam 29 amino-asit fark göstermektedir. Buna karşılık, bir kas proteini olan mioglobindeki 153 amino-asitten yalnızca bir tanesinde insanla şempanze farklıdır. Biyo-kimyagerlerin 12 çeşit protein üzerinde yaptıkları bir araştırmada insanla şempanzenin her 1.000 amino-asitten ortalama 7 tanesinde farklı olduğu saptanmıştır. Protein ve DNA'dan sağlanan veriler insanla maymunların genetik olarak birbirine benzerliğinin, dışgörünümlerinde özdeş olan bazı meyve sinek türlerinin ya da farelerin kendi aralarındaki benzerlikten daha büyük olduğunu göstermektedir. Bu benzerlik o denli büyüktür ki, insanla maymunun ortak kökten ayrılışlarının beş milyon yıldan daha gerilere uzanmadığı hesaplanmıştır. [...] Görülüyor ki fosillerin sağladığı kanıtları bir yana bıraksak bile, maymunlarla kalıtsal yakınlığımızı doğrulayan pek çok kanıt vardır."[24]

Bir konuda küçük bir not yazmam gerekir ki bazı yaratılış savunucuları genetik karşılaştırmaların tümünü değil sadece proteogenomik karşılaştırmaları dikkate alarak '' insan ile şempanze arasında bu kadar benzerlik yok'' diyorlar. Oysa genetik karşılaştırmalarda gen haritasının tümüne bakılır ve nükleotid-nükleotide karşılaştırmalar yapılır. Kısaca genetik karşılaştırmalarda tüm genom haritasına bakıldığında bahsedilen iddianın geçersiz olduğu da görülebilir.

Kısaca görüleceği gibi, diğer her canlıda görülen genetik benzerlik, insanın şempanze ile ortak atadan geldiğini doğrular niteliktedir. İnsanı ahsen-i takvimde yaratmış bir tanrı isteseydi genetiği öyle düzenlerdi ki evrimi yanlışlaycak nitelikte kılardı, o halde ne kaldı insanın en güzel biçimde yaratılmışlığı?

Yanlışlamada Dikkat Edilesi Hususlar

Genetik benzerliğin uyumundan bahsederken çok önemli bir kaç noktanın altını çizmeliyim. Çok çok az da olsa bazen uyuşma olmayabilir, bu evrimi yanlışlamaz. Çünkü bazen bazı farklı türler, farklı zamanlarda aynı özelliği evrimleştirmiş olabilir. Buna yakınsak evrim denir. Örneğin yarasalarda ve yunuslarda, iletişim için benzer değişimler yaşanmış, bir yakınsak evrim gerçekleşmiştir. Her iki soyda da biyolojik radar kapasitesi olan türler mevcut. Bazı yunus türleri ile yarasa türleri objelerin yerlerini tespit etmek için ses dalgalarını kullanıyorlar(ekolasyon). Fakat yarasalar ile yunuslar çok uzak akrabalar, dolayısıyla bu özellik iki türde, farklı zamanlarda, birbirlerinden bağımsız evrimleşmiş olmalıdır.

Yarasa ve yunuslardaki bu özellik üzerine Nature dergisinde bir makale yayımlandı. Makalenin yazarları, dört yeni yarasa genomunu diziledi. Bu verileri, daha önce dizilenmiş olan iki yarasa ve bir yunus genomu da dahil olmak üzere, 18 başka memeli genomuyla birleştirdi. Bu türler arasındaki 2300 ortak genin amino asit dizilerini karşılaştırdı.Ekip bu veriler içinde, yalnızca ekolokasyon özelliğine sahip yarasalarda ve yunuslarda görülen, ama örneğin ekolokasyon yapamayan yarasalarda ve diğer memelilerde görülmeyen değşinimler aradı.Toplam 2300 gen arasında 60'ında, ekolokasyon yapan türlere has değşinimler buldular. Bu genlerin bir kısmı işitme ve kulak gelişimiyle ilgili olduğu bilinen genlerdi. Örneğin bu genlerin bazılarının işlevlerini bozan değşinimler, insanda sağırlığa yol açıyor.Dolayısıyla söz konusunda genlerdeki değşinimlerin, ekolokasyon özelliğinin bu iki soyda evrilmesine yardımcı olduğu tahmin ediliyor[25]. Benzer değişimlerin gerçekleşmiş oluşu (kaynakta da belirtildiği gibi) evrimi yanlışlamayacağını burdan anlayabiliriz.

Başka bir nokta ise paralel evrimlerin gerçekleşebilecek oluşu. Örneğin Guo-dong Wang ve ekibinin yaptığı bir araştırmadan söz etmek istiyorum. Bahsi geçen ekip bir Alman çoban köpeği, üç Çin'e özgü köpek, bir Tibet çoban köpeği, dört bozkurt ve Belçika Malinois türünün DNA’sını inceledi. Aynı ekip elde ettikleri bulgular sonucu, insan ve köpek genlerini karşılaştırdı. Bu karşılaştırma sonucunda insan ve köpekte sindirim organları ve metabolizmada benzer genetik değişimler gösterdiğine işaret etildi. Örneğin, köpek ve insanlarda kolestrol taşıyıcı genin benzer olduğu çıkan sonuçlardandı. İlk görüşte bu benzerlik evrimi yanlışlıyormuş gibi görünse de bu benzerliğin sebebi paralel evrimdir. Aynı zamanda bahsedilen bulgunun, insan ve köpeklerin bir arada yaşadığı ortamlarda hayvan sayısına kıyasla bitki oranının azalmasından kaynaklanmış olabileceği belirtilmiştir[26].

Burada dikkat çekmek istediğim hususlar, eğer belli başlı yerlerde benzerliğin gerekli şekilde olmadığı gösterilirse hemen atlayıp "Evrim çürütüldü" dememeniz, aksine olayın hiç bir şekilde evrimle ilişkilendirilemeyecek kadar kesin bir sonuç elde edilip edilmediğini araştırmanız gerektiğidir. Çünkü bazı durumlarda X canlısı Y canlısından türemese bile belli başlı benzerliklere sahip olabiliyor.

Sonuç

Canlıardaki genetik benzerlik dikkate alındığında elde ettiğimiz sonuçlar fosillerle ve morfoloji ile uyumluluk içinde. Tüm canlıları biranda, özel bir şekilde yaratan tasarımcı görüşünü kabul edersek; tüm bu bulgulardaki uyum, tüm genetik değişimlerin evrimi doğrular nitelikte oluşu, elde edilen her sonucun tahminlerle neredeyse benzer oluşu açıklanamaz olacaktır. Bu durumda bilimsel yöntem kabul edildiğinde akıllı tasarım görüşü tamamen boş bir görüş olduğu anlaşılır. Ve büyük sürpriz: evrim genetik benzerlik testinden de başarıyla geçmiştir...

COĞRAFİ DAĞILIM

Yeryüzünün Şarkısı


Milyarlarca galaksinin içinden rastgele bir galaksi... Milyarlarca yıldız içinden rastgele bir yıldız... Bu yıldızın çevresinde dolanan gezegenlerden rastgele bir gezegen: Dünya... Şimdi tüm bu galaksileri, yıldızları, gezegenleri unutup, sanki yoklarmış gibi yerküremize bakalım. Milyarlarca yıl içinde, canlılık bir şekilde oluştu ve şekillenmeye başladı, evrenin onlardan haberi bile olmadan... Bir tür bunu keşfetmeye başladı ve aynı tür içindeki farklı "bölgelerden" farklı bireyler bu çeşitlenmeyi reddetme yoluna gitti. Peki ya yerküre ne diyor bu reddedenlere? Kulağınızı iyi açıp dinleyin yeryüzünün şarkısını, adete "Yanılıyorsunuz!" diye haykırıyor. "Baksana bu bulgulara, her şey değişimi gösteriyor!" diye haykırıyor.

Bu haykırmayı duyduğum için kendi adıma minnettarım. Bunu bana gösteren Darwin, Dawkins, Ünalan gibi sayısız biyologa, doğa bilimcisine ve bilimadamına da... Gerçekten incelendiğinde, iyice baktığınızda yeryüzünün şarkısını duyabilirsiniz, kulaklarınızla değil, aklınızla... 7 kıtadan oluşan, her kıtada sayısız adet ayrılmış ada ve buradaki canlılar çeşitliliği, işte yeryüzünün bize sunduğu şarkı bu: Coğrafi Dağılım ve Evrimle İlişkisi...

Evrimle İlişkisi Nedir?


Coğrafi dağılım, evrimi doğrulamak için birebir yöntemlerdendir. Peki ya bu yöntem nasıl işler, bunun üzerinde duralım. Defalarca söylediğimiz gibi, evrim, canlılık içerisinde, çevre şartlarının değişimi ile canlılar arasında en uygun olanın yaşama olayıdır. Bir takım olaylar evrim sürecini hızlandırabilir. Örneğin iklim şartlarının uzun süreli değişmesi, farklı türler arasındaki mücadele, aynı tür içindeki bireyler arasındaki mücadele, göçler gibi... Bu ve buna benzer olaylar sonucunda, canlı topluluklarında belli başlı değişimler oluşmaya başlar. Fakat en önemlilerin birinden bahsetmedim: canlı topluluğunun birbirlerinden izole olması...

Aynı tür içinde bir canlı topluluğu düşünün. Bu türlerin yarısı göç eder yarısı kalırsa ve yeni oluşan farklı iki topluluk hiç görüşemezse(çiftleşemezse) ne olur? Bu iki canlı topluluğu farklı yönde evrimleşmeye başlar. Örneğin sadece Türkiye'de görülen bir canlı türü alınıp Amerika kıtasının en ücra köşelerinden bir yere yerleştirilirse ve bu canlıların doğal yaşamdan kopmadığı düşünülürse, bu iki farklı populasyon milyonlarca yıl sonunda çok farklı değişimler geçirmiş olacaktır.

Daha iyi anlamanız için şöyle bir örnek vereyim. Herhangi bir sınıfta 20 öğrenci bulunsun. Bu 20 öğrenci, rastgele iki gruba ayrılsın ve burada bir grup matematik üzerine eğitim görürken diğer grup coğrafya eğitimi görsün. 10 yıl sonra gelip bakıldığında ayrılan her grup farklı şekilde gelişmiş olacaktır. 1. gruptakiler matematik üzerinde deha olmuşken diğer gruptakiler coğrafya manyağı haline gelmiş olacaktır. Oysa bu iki grup bir zamanlar aynı sınıfta(aynı bölgede) idi. Belli şartlar onları farklı sınıflara (bölgelere) ayırdı ve iki grup birbirinden izole oldular. Bu durumda gelişimleri tamamen farklı yönlere çekilmiş oldu. Şunu belirtmek istiyorum ki bu oldukça sorunlu bir benzetme olsa da varolan temeli anlamak açısından iyi bir benzetme. Aynı değildir çünkü;
  1. Öğrenci örneğinde gruplar belli bir eğitim alıyorlar, doğada ise olayların ne olduğu kestirilemez.
  2. Öğrenci örneğinde "zararlı" ve "yararlı" çeşitlenme örneği kurulamaz ve doğal seçilim gibi bir mekanizmadan bahsedilemez fakat doğadaki değişim farklı iyi ve kötü bireyler arasında gerçekleşen değişimlerdir ve bu değişimlerin seçilimidir
  3. Öğrenci örneğinde değişim birey üzerinde olur oysa doğal evrimde değişim bireyde değil topluluktadır.
  4. Öğrenci örneğinde öğrenciler özel olarak seçilimiş gibi gözükmektedir fakat doğada zeka yoktur ve bu izole olma durumu belli fiziksel şartların zorlamasıdır
Her ne olursa olsun bu örneği kullanmayı yararlı buldum. Hiç değilse kafanızda belli bir şekil canlandırma ihtimaliniz artacaktır.

Konumuza geri dönelim, eğer evrim doğruysa bir türü alıp, farklı bir bölgeye koyup milyonlarca yıl içinde iki populasyon arasındaki farkları gözlemlersek evrimi doğrulayabiliriz. Fakat bu yol imkansız gözüküyor, sonuçta hiç birimiz milyonlarca yıl yaşamıyoruz. Aslına bakarsanız milyonlarca yıl yaşamamıza imkan olmasa da buna benzer deneyler yapılabilir ve yapılmıştır. Lenski Deneyleri tam da bu bahsettiğim olay üzerine kurulu olsa da ve evrimi doğrulamış olsa da şimdilik dolaylı kanıtları göz önünde bulundurmayı yeğliyorum. O halde farklı yollardan doğrulama yöntemlerine bakıp evrimi anlayalım; Yeryüzünün şarkısını dinleyelim...

İzole Olan Sistemler: Adalar

Bahsettiğim gibi milyonlarca yıl süren deneyler yapamayız fakat bu tür bir deneye de ihtiyacımız yok. Halihazırda bize coğrafi dağılımla evrimi doğrulayabilecek bir çok sistem mevcut. Az önce bahsettiğim izole olma durumunu en iyi gösterebilecek coğrafi bölgeler, adalardır. Düşünün ki bir kıtadan bir kara parçası ayrılıyor. Bu durumda ne gözlemlemeyi beklersiniz? Çok basit: bu durumda adadaki hayvanlar, anakaradaki hayvanlardan izole olmuş olacaktır. Bunun sonucunda ise ortama farklı şekilde uyum sağlayacak, farklı değişimler gösterecektir. Eğer adalar ve anakara arasında veya adalar arasında yaşayan canlılarda belli başlı küçük değişimler görürsek bu evrimi doğrulayan güzel bir bulgu olur? Peki ya görüyor muyuz? Kesinlikle, her baktığımızda...

Darwin'in bu konu üzerinde topladığı bulgular ve elde ettiği veriler oldukça ilgi çekicidir, bu sebeple onun çalışmalarından birkç veri sunmak istiyorum. Darwin 5 yıllık HMS Beagle seyahetinde dünyayı dolaştı ve farklı adalardan farklı canlı türleri toplayıp inceledi. Tam da görmemiz gereken şeyi gördü ama şunu belirteyim ki, o bunu aradığı için evrim teorisini doğru kabul etti görüşü yanlış olur. Darwin bu bulgulardan yola çıkarak evrim teorisini ortaya attı. Anlayacağınız evrimin temelinde bu bulgular yatar. Fakat ben yazıda, "evrimi doğuran bulgular" yerine "evrimi doğrulayan bulgular" demeyi tercih ediyorum.

Bu bulgulardan biraz bahsedecek olursak; Darwin Galapagos adalarında çok veri topladı ve bunları inceledi. İncelendiğinde pek farklı değillerdi fakat bizi asıl ilgilendiren küçük farklılıklar... Adaların hepsinde dev kaplumbağalar yaşıyordu ama her adadaki kaplumbağa biraz farklıydı. Aynı şey, yine Darwin'in gözlemlemiş olduğu kuşlardaki küçük farklılıklarda da geçerliydi. Darwin ispinozların adadan adaya belli başlı küçük farklılıklar gösterdiğini gördü. Adalar birbirlerinden izole olduktan sonra, bu kuş çeşitleri farklı yönlerde evrimleşmeye başlamıştı. Beslenme biçimlerindeki farklılığa bağlı olarak, bu kuşların gagaları da değişiyordu. Tıpkı evrimin öngördüğü gibi...

Sonuç


Elde edilen tüm veriler evrimi doğrular niteliktedir. İzole sistemlerin adım adım değişiminden, canlılardaki küçük farklılıklara kadar... Bunu akıllı tasarım savı ile nasıl açıklayabiliriz? Tanrı her adaya ayrı bir çeşit kaplumbağa türü çıkarmakla neyi amaçlamaktadır? Yoksa adım adım şekillenme mi söz konusudur? Bu savlardan hangisi bilimsel hangisi ise masal okuyucunun "aklına" bırakıyorum. Dediğim gibi sadece aklı kullanarak dinleyebilirsiniz şarkıyı.

Yazının başında yeryüzünün olağan dışı şarkısından bahsettim. İşte bu, o şarkı... Canlıların dağılımı ve buna bağlı olarak değişimi... Yeryüzü bize bunu haykırıyor işte. Adeta "Bak işte görmüyor musun?" diyor. Görmüyor musunuz ki tüm olaylar evrimi doğruluyor, görmüyor musunuz ki "her şey evrim doğru olduğu takdirde nasıl olacaksa o şekildedir", duymuyor musunuz yeryüzünün şarkısını? Yeryüzünün şiirsel verileri, dünyanın sunduğu sanatsal tablo gerçekten karşı konulmaz derecede ilgi çekici. Doğa bir gerçeği haykırıyor, duymaya hazır mısınız?

FOSİLLER

aşlanmış ve bu yaşlılık boyunca sürekli değişim içinde olmuş yuvamız: Dünya. Sürekli bir değişimden bahsettim; sadece canlılıktaki değişimden bahsetmiyorum. Genel anlamda jeolojik şekillerin değiştiği, kayaların aşındığı, dağların oluştuğu, farklı çağların yaşandığı bir değişim... Eğer bir insana benzeteceksek dünyayı, yetişkinliğini yaşayan bir genç olarak nitelendirebiliriz. Hala dinamik, hala değişiyor...

Bu değişimin, milyarlarca yıl içinde kalıntısı kalıyor. Bu kalıntılar, bize bu gencin geçmişini anlatmakta yardımcı oluyor. Şöyle düşünebilirsiniz: büyükannenizin gençliğinden kalan kıyafetler, size büyükannnenizin gençliğinde ne giydiği hakkında ipucu verir. Aynı şekilde yeryüzünün kalıntı kıyafetleri, fosiller, bize yeryüzünün geçmişi hakkında ipucu verir. Ve bu kıyafetleri bulmak, tıpkı büyükannenizin kıyafetlerini bulmak kadar zor ve enderdir. Bulmak için yorucu bir araştırma içine girmeniz gerekir; ama sonuca ulaştığınızda, geçmişi çözmeye başladınız demektir.

Evrimle İlişkisi

Peki ya fosillerden ne öğreniyoruz, bunun evrimle ilişkisi de ne? Fosiller bize evrimi gösterir mi yoksa evrimi yanlışlar mı? Öncelikle fosiller bize dünyanın uzun tarihi hakkında çok sayıda bilgi verir. Fosiller sayesinde milyonlarca yıl önceki coğrafi şartları, canlılık tarihi boyunca basitten karmaşığa doğru ortaya çıkan canlıları, nesli tükenen canlıları, belirli dönemlerde yaşamını surduren canlıları, bunların arasındaki geciş formlarını anlatır.Fosiller bir çok yönden evrimi doğrular;

1- Ara formların gösterdikleri
2- Fosillerin kronolojik sıralaması

Fosil bilimi olarak bilinen paleontoloji, evrimle iç içe olan bir bilimdalıdır. Fosilbiliminin elde ettiği veriler; gerek basitten karmaşığa kronolojik sıralama olsun, gerek geçiş formlarını sunduğundan olsun evrimi doğrular. Peki ya bu veriler nelerdir?

Geçiş Formlarının Sundukları

Geçiş formlarıyla ilgili "Ara Formlar Üzerine" başlıklı yazımda detaylı açıklama sunmuştum. Burda da kısaca bir değinmek isterim. Bununla ilgili atın evrimi ve bu evrimin fosillerle doğrulanışı çok iyi bir örnek olabilir. Geçmişten günümüze atın nasıl evrim geçirdiği fosillerle belgelenmiştir. Öner Ünalan, atın evrimini şöyle anlatmıştır:

"Bugünkü atın (Equus Caballus) bilinen ilk taşıl atası, yaklaşık 54-38 milyon yıl önce yaşamış Echippus, öbür adıylaHyracotherium'dur. Orta boy bir köpek iriliğideki bu otçul hayvan, ön ayaklarının dörder, art ayaklarının üçer toynağının tümüne basarak yürür. At ise her ayağının yalnız bir toynağına basar, orta parmakları ucuna kalkmış durumdadır. Atın evrimi sırasında toynak sayısı azalır, ayak tabanı ortadan kalkar, bacaklar uzar, alt bacaktaki ayrı (bağımsız) kemikler birleşir, vücut ve beyin irileşir, dişlerde birtakım değişiklikler olur ve sonunda, koşmaya olağanüstü uyarlanmış bugünkü biçim ortaya çıkar.Echippus ile at arasında taşıl biçimler şöyle sıralanır: Orohippus, Epihippus, Mesohippus, Merychippus, Hipparion, Neohipparion, Nanipus, Pliochippus. Bunların sonuncusu tek toynaklıdır. Geçişsel biçimler bu sırayla incelenirse, ayak yapısında tek toynağa, vücut ve beyinde iriliğe vb. geçiş, bütün aşamalarıyla görülür.[27] "

Atın evriminde bulunan geçiş fosilleri sadece "bir" örnektir. Evrim daha sayısız geçiş formu ile doğrulanmıştır. Çok küçük bir aramayla bile Vikipedide listelenmiş yüzlerce ara fosil bulabilirsiniz [28].

Kronolojik Sıralama

Evrimi doğrulayan en önemli bulgulardan biri ise fosillerin sıralanması... Eğer evrimi kabul edeceksek şöyle bir şey görmeyi isteriz sanırım: fosillere baktığımızda, fosiller aşama aşama değişim halinde olmalıdır. Eğer böyle bir şey görmezsek, o zaman evrimi yanlışlamış oluruz demesek de (Bkz. Yaşayan Fosiller başlıklı yazı) önemli bir bulguyu göremediğimizden şüpheli davranabiliriz. Eğer ki fosilleri incelediğimizde aşama aşama değişim yoksa, hepsi aynı duruyorsa, işte o zaman evrime karşı şüphe etmeliyiz demektir. Peki ya bu konuda ne diyor fosiller?

Şu ana kadar fosillerden öğrendiğimiz en önemli şey; evrimin olduğu... Bundan 500 milyon yıl önceki, en eski fosiller bitkilerle basit omurgasızlara ait. Yapısı daha karmaşık olan fosillerse onlardan sonra ortaya çıkıyor. Örneğin -şansa bakın ki- henüz omurgalıların evrimleşmediği bir dönemde omurgalı fosili bulamıyoruz. Ne zaman ki yavaş yavaş omurgalılar evrimleşmeye başlıyor, o dönemden sonra omurgalı fosili görüyoruz. Ve ya 420 milyon yıl önce ilk omurgalı balıklar evrimleşmeye başlıyor ve bu dönemden milyonlarca sonra tam da sudan karaya geçiş olmuşçasına kara fosilleri ortaya çıkıyor. Ama sakın kara hayvanlarının deniz hayvanlarından evrimleştiğini düşünmeyin, tanrı yavaş yavaş yaratmayı seçiyor ve bunu tam da evrime uygun olarak yapıyor her nedense... Unutmayın hepsi bir anda yaratıldı(!).

Eğer henüz deniz canlıları oluşmadan kara canlılarını görseydik, eğer henüz omurgalılar olmadan memeli canlıların fosilleri bulunmuş olsaydı bu evrimi yanlışlayacak bir bulgu olurdu. Fakat şu tesadüfe bakın , tüm fosiller aşama aşama değişimi, türleşmeyi doğrulayacak şekilde dizilmiş.

500 milyon yıl önce ilk balıklar ortaya çıkıyor, 360 milyon yıl önceki fosillerde amfibilere rastlamaya başlıyoruz, 300 milyon yıl önceki fosillerde ilk sürüngenleri görüyoruz, 200 milyon yıl önceden itibaren memelilerin fosillerini görmeye başlıyoruz. Ve sıkı durun, çünkü bir tesadüfe daha tanık oluyor: genetik benzerlikten elde ettiğimiz bulgular da, vücut planlarındaki benzerliklerden yola çıkılarak düşünülen türleşme de, diğer elde ettiğimiz tüm bulgular da evrimin bu şekilde olması gerektiğini söylüyor. Fosiller de bunu doğruluyor. Fakat ne münasebet? Tabiki de evrim palavra...

Sonuç

Lafı fazla uzatmak istemiyorum. Sonuç o kadar belirgin ki... Fosiller bize evrimi bir kez daha gözler önüne sermekte yardımcı oluyor. Geçiş fosilleri bizlere evrimi zaten yeteri kadar gösteriyor fakat bunun yanı sıra fosillerin kronolojik o larak sıralanışı asıl evrimi anlayabilmemizi sağlıyor.

İncelemeler, hem hayvanlarda hem de bitkilerde fosillerin giderek daha ileri ya da daha doğru söylemek gerekirse daha karmaşık canlılara doğru bir evrimi gözler önüne seriyor. Fosillerin sunduğu bu tablo genetik benzerlikten tutun, yapısal değişikliğin gerektirdiği evrime kadar birebir uyuşma içerisinde. Kısacası, elde ettiğimiz tüm bulgular, evrim gerçekleştiğinde neler görmemiz gerekiyorsa o şekildedir. Bilimde yöntem bu şekilde işler, eğer her şey tek bir sonuca götürüyorsa onu reddetmenin bir anlamı kalmıyor sanırım...

EMBRİYONİK GELİŞİMDEKİ BENZERLİKLER

Tüm canlılar, birey olarak gelişir. Bebek olarak hayata gözlerini açar insan. Gelişir, büyür, değişir... Davranışları bir yana, fiziksel olarak gelişir. Çocuk olur, ergenlik döneminden geçer, yetişkinlikten tadar biraz, sonra yaşlılık... Neredeyse her çok hücreli canlıda vardır bu gelişim. Farklılıklarıyla beraber tabi: kimisi larva olur, kimisi tırtıl gibi başkalaşım geçirir vs... Peki ya öncesi? Peki ya embriyolojik gelişimde ne olur? Daha doğru ifadeyle: Evrimin embriyoloji ile alakası nedir?

Evrimle İlişkisi

Darwinizm, tüm canlıların ortak bir atadan geldiğini savunur. Tek bir ata çeşitlenip, doğal yolla seçilerek bugüne kadar gelmiştir. Defalarca söyledik bunu. Peki ya eğer evrim doğruysa embriyolojide ne görmek istersiniz? Çok basit: belli başlı benzer gelişimler, değişimler... Eğer tüm çok hücreliler tek bir ortak atadan türemişse, doğal olarak, embriyolojide de benzerlikler kalmış olmalıdır.

Düşünün ki bir A türü içindeki populasyon, kendi türünden izole oluyor. Türleriyle olan ilşkisi tamamen kesiliyor... Bu A türü içindeki canlılar nesilden nesile yavaşça değişiyorlar. Bir zaman sonra o kadar değişiyorlar ki artık farklı bir tür oluyorlar. Peki ya şunu farkettiniz mi: bu canlı ne kadar değişirse değişsin hala embriyonik gelişimi var. O halde A türünden kalan birşeyleri gözlemleyebiliriz. Peki ya şu an canlıları incelediğimizde gözlemleyebiliyor muyuz? Elbette...

Embriyoloji

Bir yarasadan, su aygırına; balinadan, güvercine kadar tüm canlılar tek bir hücre (zigot) ile yaşama başlayıp bu hücrenin kendini kopyalamasıyla hayata devam eder. Bu gelişim süreci boyunca bir çok noktada değişimler meydana gelir. Zigot ikiye bölünür. Sonra bu iki yeni hücre de bölünür. Bölünmeler birbirini takip eder; hücreler yavaş yavaş şekillenmeye başlar. İşte bu şekillenmeye başlayan hücre topluluklarıdır embriyo...

Bahsettiğimiz gibi; embriyoloji ile evrim uyum içerisindedir. Tıpkı evrimin öngördüğü gibi canlılarda bir takım benzerlikler mevcuttur. Omurgalı embriyolarının birbirine nasıl benzediğinden bahsedelim. Timsah ayakları, insan ve primatların el ve ayakları, kuşların kanatları ve ayakları, emriyoda aynı ortak şekilde belirir. Gelişim ilerledikçe değişirler(1). Embriyolojik gelişimlerin bazı evrelerinde omurgalıların hepsi, anüsün gerisinde konumlanmış bir kuyruğa sahiptir. Post-anal kuyruk adı verilen bu bölge, embriyonun gelişim evresinde bir tavukta da görülür, insanda da görülür, maymunda da görülür... Ve ya farinjeal cepler de embriyolardaki gelişimin ortak bir yanıdır. Aynı post-anal kuyruk gibi, farinjeal cepler de memeli embriyolarında ortak olarak gelişir. Tüm bu embriyolojik gelişimdeki benzerlikleri açıklayan tek bilimsel kuram elbette evrimdir, türleşmedir (2)

Bunlara ek olarak balıklardaki hava keseleri de evrime yegane kanıttır. Hava keseleri balıklarda sonradan evrimleşmiştir örneğin. Tüm balıklarda hava kesesi bulunmaz. Öncelikle hava kesesi, balıklarda batmamayı sağlamak yönünden yararlıdır. Hava kesesi, sindirim sistemindeki bir kısmın farklı bir görevde özelleşmeye başlamasıyla evrimleşmiştir. Bu özelleşme sırasında, kese tamamen ayrılana kadar keseyi sindirim kanalına bağlayan kanal yavaş yavaş kısalarak yok olmuştur. Peki ya bunun embriyodaki karşılığını görebilir miyiz, bu evrimin embriyoda kalıntısı var mıdır? Elbette... Şansa bakın ki modern balıkların embriyoları incelendiğinde; bu hava kesesini sindirim sistemine bağlayan kanal oluşur; daha sonra yavaş yavaş ortadan kalkar. Tıpkı evrimin öngördüğü gibi...

Embriyoda görülen benzerliklere daha bir çok örnek verilebilir: kuyruk oluşumu, ilk 6-7 haftada oluşan parmakların arasındaki perdeler, kuşlarda parmaklar, memelilerde solungaç yarıkları... Tüm bunlar evrimin geçerliliğini bir kez daha ortaya koymaktadır.

Sonuç

Embriyodaki benzerlikler dikkate alındığında türleşmenin kaçınılmaz bir şekilde doğruluğu görülür. Tıpkı fosillerde gözlemlediğimiz ilkelden karçaşığa gelişim veya genetik benzerlikten elde ettiğimiz bulgular, morfolojik benzerlikten elde edilen sınıflandırma gibi embriyonik gelişimdeki benzerlikler dikkate alndığında da evrim doğrulanır. Tüm bu verilerin birbiriyle uyuşması tesadüf müdür, yoksa evrim doğru mudur? Karar siz okuyucuların...

BUNLAR DA MI TESADÜF?

Şu ana kadar her şey tamam. Evrimi doğrulayan bir çok bulgu gördük. Oldukça iyi...Peki ya isteyen kişi hala yaratılış kabul edemez mi? Tüm bu kanıtlarla beraber yine de yaratılışı seçemez mi isteyen kişi? Elbette seçebilir. Elbette tüm bulgular her ne kadar evrimi gösteriyor olursa olsun, kişi isterse, anlık yaratılışı doğru kabul edebilir. Fakat bu tüm kanıtlar tersini göstermesine rağmen, Noel babanın olduğuna inanmak isteyen bir çocuğun durumuna benzer. Acınacak durumdadır ve çare yok gibidir..."La la la... Evrim yanlış, tüm bulgular tesadüf... la la la" dercesine davranır yaratılışçı, tüm bulguları reddederken...

Şimdi rolleri değiştirip, yeni bir masal üzerinde yaratılışçıların görüşlerini inceleyelim ki bu görüşlerin ne kadar tutarsız olduğunu görsünler... Tüm verilerin; fosillerin, embriyonun, kalıntı organların, ortak atadan kalan benzerliklerin, coğrafi dağılımın ve bir sürü küçük ayrıntının evrimi doğrulayışı sonucuna rağmen türlerin "bir anda" ve "ilk günkü gibi" yaratıldıklarını savunan kişilerin biraz empati kurmalarını sağlayalım. Ne dersiniz?

Nasıl yapmayı düşünüyoruz bunu? Nasıl bir metafor kullanırız da bizi anlayabilmelerini sağlarız? Bunun üzerine çok düşündüm ve bir ara Darwin ile Wegener'in yaşamları arasındaki benzerliğe gözüm çarptı. Wegener bugünkü kıtaların hareket halinde olduğunu (levha tektoniği) savunan kişidir. Darwin ise artık herkesin aşina olduğu, evrim kuramının mekanizmalarını ortaya atmıştır. İkisinin yaşam hikayesini okuyan kişiler belirgin benzerlikler görecektir. Bu benzerlikler aklıma, yaratılışçıların nasıl empati yapacağı ile ilgili güzel bir fikir getirdi. Fakat gelin önce bu iki büyük bilim insanının yaşamlarında ne gibi benzerlikler var, onlara bakalım

Darwin - Wegener

Biraz sonra asıl konumuza dönecek olsak da, az önce de belirttiğim gibi Darwin ile Wegener'in yaşamlarından gözlemlediğim benzerlikler sonucunda aklıma gelen bir yazı olduğu için kısaca bir biyografiden söz edeyim istiyorum. Bu benzerlikler yaklaşık olarak böyle sıralanabilir:


  • Her ikisi de rahat koşullarda doğmuş ve büyümüştür
  • Her ikisi de gençliklerinde uzun ve yorucu arazi araştırmalarına çıkmış, çok sayıda veri toplamıştı. Darwin bu araştırmaları Beagle gemisiyle beş yıl süren bir yolculukta yapmış, Wegener ise Grönlanddaki uzun gezilerde gerçekleştirmiştir.
  • Her ikisi de kuramını oluşturduğu konunun dışında eğitim görmüştü. (Darwinin kuramı biyoloji üzerinedir ama o tıp, ilahiyat eğitimi almış ve jeoloji dalında önbilimsel çalışmalar yapmıştı; Wegenerin kuramı ise jeoloji üzerinedir ama o gökbilim dalında doktora yapıp meterolog olarak çalışıyordu.)
  • Wegener "Kıtaların ve Okyanusların Kökeni" kitabı ile yeryüzünün evrimini; Darwin "Türlerin Kökeni" ile canlıların evrimini incelemişti.
  • Ortaya atılan her iki kuramda da, temeldeki konu, bir çok yan konuyu ilgilendiriyordu.
  • Her ikisi de değişik alanlardan veri topladı.
  • Her ikisi de kuramlarının ortaya atıcısı değil geliştiricisiydi.
  • Her ikisi de kuramı açıklayabilecek doyurucu bir mekanizma ileri süremiyordu (İkisi için de bilimin geri kalmışlığı söz konusuydu. Darwin'in bunu yapamamasının sebebi genetiğin tam olarak çözülememiş oluşu; Wegener'in bunu yapamamasının sebebi jeolojinin yeterince kavranmamış oluşuydu) [31]

Elbette bu tür benzerlikler doğal bir şekilde karşılanmalıdır ve karşılanır. Fakat bu benzerlikleri her dile getirdiğimde karşı konulmaz bir hayranlık duyuyorum iki bilimadamına da... İkisi de devrin savaşını vermiş olsalar da konuyu daha fazla saptırmak istemiyorum. Buraya kadar anlattığım kısmı, elbette sizlere biyografi dersi verme amacıyla yazmış değilim. Yaşamları benzeyen bu kişilerin kuramları da birbirine benziyor. İkisi de evrenin değişim sürecinden ibaret olduğunu gösteriyorlar. İşte gelmek istediğim yer de tam burası.

Levha Tektoniği

Eğer amacımız yaratılışçılara empati kurmayı öğretmekse , ki benim amacım budur, yerin evrimi ile canlıların evrimini karşılaştırmak birebir çözüm oluşturur. Yukardaki o yaşantılardaki benzerlikler işte tam da bu sebeple ufuk açıcı oldu benim için. Düşünün, canlıların değişmezliği ve türleşmenin yanlışlığı görüşüne sahip kişiler ya durağan dünya/değişmeyen dünya fikrine de sahip olsaydı? Ya bu kişiler aynı şekilde kıtaların değişmezliğini savunup bağnazca hareket etselerdi? Kim bilir, bunu yapanlar da çıkacaktır... Wegener fikrini ortaya attığında herkes karşı çıkmıştır ona fakat şu an kıtaların (daha doğrusu kıtaları oluşturan levhaların) hareket ettiği su götürmez bir gerçek...

Bu konuya birazdan değinmeyi düşünüyorum fakat levha tektoniği kuramını bilmeyen okurlar olacağından önce levha tektoniğinden bahsedelim... Levha Tektoniği Kuramına göre, Dünya'nın yüzeyi her biri farklı yönlere hareket eden, "kıtasal levha" denilen büyük kara parçalarına bölünmüştür. Bunlar yaklaşık 70 km. Kalınlığında büyük yerkabuğu katmanlarıdır. Bu katmanlar Dünya'nın derinliklerindeki sıcak, akışkan, yarı erimiş magmanın etkisiyle hareket ederler. [32]

Bu hareket, levhaların, birbirlerinden kopmasına, birbirleriyle çarpışmalarına, birinin diğerinin altına girmesine vs. yol açabilir. Bu, levhaların hareketi sonucunda arada boşluk kalabilir ki bu durumda arada kalan boşluk denizaltı yanardağlarından gelen maddeyle dolar ve yeni bir kabuk oluşur. Anlayamayan okuyucular için bir örnek vereyim;

Bir tencerede suyu ateşe verdiğinizi düşünün. Suyun üzerine iki katı cisim (yaprak gibi) koyun ve suda yüzsün... Bu iki yaprak başta birbirine yakın olsalar da suyun hareketi, onları birbirinden uzaklaştıracak ya da birbirlerine yakınlaşmalarını sağlayacaktır. Su ısınır, ısındıkça hareket eder, hareket ettiğinde yaprakları birbirinden uzaklaştırır. İşte biz; bu yapraklara levha, suya magma, yaprağın hareketine levha hareketi ve olayın tamamına "Levha Tektoniği" diyoruz. Sakin sakin bekleyediğini sandığımız dünya derin bir dans içindedir. Dansını milyarlarca yıldır sürdürür ve sürdürecektir. Durduğunu sandığımız yerkabuğu kendi çağında kıpır kıpır oynamaktadır.

Kanıtları

Birazdan kurulmasını istediğimiz empatinin kurulması için es geçilmemesi gereken bir konu bulunuyor, levha tektoniği kuramını doğrulayan bulgular nelerdir? Eğer yerin evrimi ile canlıların evrimini benzeteceksek (ki öyle yapıcaz), tıpkı canlıların evrimini doğrulayan sayısız bulgu olduğu gibi, yerin evrimini de doğrulayacak bulgulardan bahsetmezsek olmaz. Peki bu kuramı doğrulayan bulgular nelerdir?

1-Güney Amerika, Afrika, Hindistan ve Antarktikadan,aynı dönemlerin fosillerinde birbirinin eşi eğrelti otu ve sürüngen fosilleri bulunmuştur. Tıpkı bir zamanlar bu kıtalar berabermiş gibi..

2-Bir jeolojik dünya haritasını incelediğinizde kıtaların birbirini bütünlediği gözler önündedir. Tıpkı bir zamanlar biraradaymış gibi bölünmüşlerdir (tabi tanrı yapboz oynamıyorsa)

3-Kayalarda hafif bir manyetizma vardır. Yeryüzü bilimcileri manyetizma türüne bakarak bir kayacın nerede olduğunu anlayabilir. Manyetik kaya parçaları, denizaltında levhaların birbirinden kopup ayrılmasıyla nerelerde yeni kabuk oluştuğunu anlamamızı sağlar. [33]

Daha birçok bulgu ortaya koyulabilir fakaat derine inip sıkılmanızı istemem. Nu kadarı yeter de artar bile... Hey bekle biraz, biyografi dersinden jeoloji dersine geçtiğimi düşünme. Düşüncemi aktarmak için bunları anlatmak zorundaydım.

Empatiyi Kurmak

Bu kadar jeoloji ve biyografi yeter sanırım. Şu ana kadar anlattıklarımı anladığınızı umuyorum. Bunları anlattım çünkü bilimsel yöntemin nasıl işlediğini görmenizi istedim. Kısaca bilimsel yöntemden ziyade aklı ve mantığı kullanarak evrimin nasıl doğru oluğu anlaşılır onu göstermeyi istiyorum. Düşünün; yukarıda sayılan bulguları; farklı kıtalarda aynı zaman dilimlerinde aynı tür fosillere rastlanmasını, tüm kıtaların bir bütün oluşturacak şekilde ayrılmış olduğunu kocaman bir "tesadüf" olarak görüp tüm kıtaların ve yer kabuğunun geçmişten beri aynı şekilde kaldığını ve ilk günkü hallerini şu an gördüğümüzü savunan biri çıkmış olsun. Tüm bulgulara rağmen buna inanabilir. Yazının başında bir kişinin yaratılışı seçmesinden farksızdır bu seçim...

1- Dünya yüzeyi geçmişten beri aynıdır, değişim yoktur.
2- Dünya yüzeyindeki levhalar değişim halindedir ve hareket ederler.

Bu iki düşünceden dangisi daha mantıklıdır? 1. madde artık etkisini yitirmiştir ve aklını, mantığını kullanan kişi 2. maddeyi kabul eder, çünkü tüm bulgular 2. maddeye işaret ediyordur. "Tüm bu bahsedilen bulgular tesadüftür" diyen kişi 1. maddeyi seçebilir elbette. Fakat bu seçim mantıksızdır, bilim dışıdır, akıl dışıdır. Yazının başında bahsi geçen "Evet yaratılışçılığı inanılabilir" sözü de bundan farksızdır işte...

Neden kıtaların değiştiğini, değişmediğine karşın kabul edebildik? Çünkü tüm bulgularımız bunu gösteriyordu. Bir şey ördeğe benziyorsa, ördek gibi vaklıyorsa, ördek gibi yürüyorsa, ördeklerle çiftleşebiliyorsa; o şeyin ördek olma ihtimali mi kabul edilebilirdir, yoksa ördek olmama ihtimali mi? Elbette tüm kanıtların gösterdiği şeyi doğru kabul etmek en akıllıcasıdır. Örneğin aynı şekilde "Ördeğe benzeyen o hayvanın tavuk olduğuna inanmakta serbestsin" derken, o hayvanın tavuk olduğuna inanmanın mantıklı olduğunu söylemem. "Örneğe benzeyen, ördek gibi ses çıkaran, ördek gibi yürüyen, ördeklerle çiftleşebilen o canlı aslında tavuktur" iddiası ne kadar gülüçse "Her şey evrimi gösterse de yaratılış doğrudur" iddiası o kadar gülünçtür.

Yani her ne kadar evrimi doğrulayan bulgular arasında, ortak atadan kaynaklanan benzerlikler, körelmiş organlar, coğrafi dağılımın evrimi doğrulaması, fosillerin evrimi doğrulaması, enzimatik benzerlikler, embriyonik gelişimdeki benzerlikler olsa da ve her ne kadar fosiller, embriyonik gelişim, genetik benzerlik basitten karmaşığa doğru aynı sıralamayla evrimi gösteriyor olsa da evrim kuramını reddedip, yaratılışı savunabilirsiniz. Aklınız bunu kabul ediyorsa...

Sonuç

Evrimi savunanlara "tesadüfçü" diyen zihniyet, elbette evrimi doğrulayan bulguları tesadüf olarak görebilir. Peki az önce yaptığımız yöntemle, bulguları ve mantığı birleştirince hangi sonuç çıkacaktır? Elbette bu kadar bulgunun tesadüf eseri olmayıp, evrimin gerçek olduğu fikri kabul edilmelidir. "Tüm bulgular ördeği gösterirken tavuk demek yanlıştır"; "Tüm bulgular evrimi gösterirken yaratılışı savunmak yanlıştır"...

Gariptir ki türlerin geçmişte beri değişmediğini savunan kişilere değil tüm bulguları sistematik bir şekilde toparlayan ve evrimi doğru kabul eden kişilere karşı çıkılıyor. Türlerin değişmezliğini savunan kişi normal gözüküyor. Aynı kişiye tüm bu levha hareketlerinin doğrulanmasına dair bulguların tesadüf olduğu söylendiğinde kişi, eğer biraz bilgiliyse size bilim düşmanı gözüyle bakıyor. Tezatlığın farkında mısınız? Ördeğe tavuk diyenler el üstünde tutuluyor. Fakat unutulmaması gereken bir şey var; isterse milyarlarca kişi bir ördeğin tavuk olduğunu iddia etsin; tüm bulgular bunu gösterdikçe, ördek yine ördektir.

Her neyse, bahsetmeye çalıştığım şey, levha tektoniği şu an ne kadar kuşkuluysa evrim de o kadar kuşkulu bir kuramdır. Hatta bulgular çok çok daha fazla olduğundan dolayı evrime duyulan şüphe çok daha azdır. Canlıların evrimi çok daha fazla sınavı başarıyla geçmiştir. Özetle bilimsel bulguları mantığıyla kullanan kişi levhatektoniğinin doğruluğunu nasıl anlıyorsa, aynı yöntemle evrimin doğruluğunu da anlamalıdır. Her şey ördeği gösteriyorsa, konu kapanmıştır !


























NOTLAR VE EK OKUMALAR

1- Darwin Ne Yaptı Öner Ünalan Evrensel Basım Yayın s.17-18
2- Charles Darwin Türlerin Kökeni Onur Yayınları Şubat 1996 s.53-54
Öner Ünalan Darwin Ne Yaptı Evrensel Basım Yayın Ekim 2012 s.43-44
C. Darwin Türlerin Kökeni Gün Yayıncılık
3- James L. Gould-Carol Grant Gould, Olağandışı Yaşamlar (Life at the Edge), TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Ankara 1996, s.12-13, 38-39
9: Kör Saatçi, Richard Dawkins, Tübitak Yayınları s.53
10: Konuyla ilgili bir çok makale bulabilirsiniz:
11: Gözün evrimi konusunda alıntı yaptığım kaynak: Darwine Ne Yaptı, Öner Ünalan, Evrensel Basım Yayın s.62
12: Matzke, N. J. 2003.
13: Kuwajima, G. 1988. Construction of a minimum-size functional flagellin of Escherichia coli. Journal of Bacteriology 170: 3305-3309.
14: Miller, K. 2003. Answering the biochemical argument from design. in: Manson, N. (Ed.), God and design: the teleological argument and modern science, Routledge, London, pp. 292-307.
15: Miller, K. 2004.The flagellum unspun. In Debating Design: from Darwin to DNA, 81-97, eds. Dembski, W., and M. Ruse, New York: Cambridge University Press.
16: Tanrı Yanılgısı, Richard Dawkins, Kuzey Yayınlarıs.122
17- Jane B. Reece, Lisa A. Urry, Michael L. Cain, Steven A. Wasserman, Peter V. Minorksy, Robert B. Jackson, Biyoloji: Campbell, Palme Yayıncılık, s.15-16, 463
18-Öner Ünalan, Darwin Ne Yaptı, Evrensel Baım Yayın, s.74
19-Evolutionary Analysis, Scott Freeman ve Jon Herron
21-Darwin (1859), s.373
22- Clark, 1984 içinde, s. 145
23- Hal Hellman, Büyük Çekişmeler, Tübitak Yayınları, s.97
24- Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, Bilgi Yayınevi s.87
25- Perşembe, 5 Eylül 2013 tarihli soL Haber Portalı'nın hazırlamış olduğu "Yarasalar ve yunuslarda ortak genetik değişimler" başlıklı yazısından alıntılar yapıldı.Makalenin geçtiği asıl kaynak ise: Parker v.d., 2013, Nature, doi:10.1038/nature12511
27- Öner Ünalan, Darwin Ne Yaprı, Evrensel Basın Yayım, s.60-61
29- Öner Ünalan, Darwin Ne Yaprı, Evrensel Basın Yayım, s.75-77
30-Jane B. Reece, Lisa A. Urry, Michael L. Cain, Steven A. Wasserman, Peter V. Minorksy, Robert B. Jackson, Biyoloji: Campbell, Palme Yayıncılık, s. 463
31- Hal Hellman, Büyük Çekişmeler, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, s.161-165
32- Arkın Oxford Genlik Ansiklopedisi, Cilt2, s323
33- a.g.e. s.1090

9 yorum:

  1. anonim işte amk.15 Şubat 2014 21:36

    Freud kadınları çözemedi sen evrimin anlamı diye başlık atmışın. Çözdün yani hadi bahalımm okuyayım.

    YanıtlaSil
  2. Okudum ama sacma. Inanan bir insana neden erkek bulbul guzel oter de dizi bulbul sadece cik cik der diye sorarsaniz cevabi Tanri bilir olmaz, cevapi Tanri eseysel secilim istemistir olur. :)

    Evet iste asil yanildiginiz nokta bu. Tanri kusursuz diye her seyi kusursuz yaratacak degil. Kusurlu da yaratabilir. Ve zaten Tanri bu dunyayi ve icerisindeki tum canlilari kusurlu yaratmistir. Cunku yaratilan bu dunya bir egitimi amaclar. Insan icin bir ahlaki seviyede bir egitim. Kusursuz bir ortamda egitime ihtiyac yoktur. Her sey mukemmel calisir. Kisileri yapilari varliklari zorlayan durumlar ortaya cikmadigi surece kisiler canlilar ve cansiz varliklar stress altinda kalmadigi surece siz onun dayaniklilik seviyesini ve canlilar icin kendisini ne derecede iyilestirdigini goremezsiniz.

    Yazidaki iki nokta cok sacma. Birincisi Tanru kusursuz diye onun yarattigi her seyin kusursuz olmasi gerekliligi gibi bir kabullenme. Ikincisi de inananlarin her soruya "cunku Tanri boyle istedi" "Onu Tanri bilir" gibi bir yaklasim sergileyecegi kabullenmesi.

    Onyargilisiniz. Once onyargilarinizdan kurtulunuz lutfen. Biz de gayet guclu aciklamalar yapabiliriz. Bir seye mantik suzgecinden gecirerek inanan sadece sizler degilsiniz arkadaslar.

    YanıtlaSil
  3. Ayrica bir sorum olacak. Hic bir canlinin bulunmadigi bir ortamda en basit canli kabul edilen bir canlinin ortaya cikmasi olasiligi hakkinda bilginiz var ise paylasabilirseniz sevinirim. Cunku olasilik hesaplarina gore dunya 100 milyar yasinda da olsa 1 milyon yasinda da olsa, eger ki cansiz bir ortamda tamamen cansiz varliklarda, fiziksel mudahaleler sonucunda bir canlinin ortaya cikma olasiligi 1 trilyonda bir ise ya da 1 kattrilyonda bir ise, o halde ilk canlinin kendilinden olusmasi olasiligini kabul edemem. Cunku bu durum, araba hurdaligindan esen ruzgarin bir F-16 ucak yapmasi gibi bir olasiliga denk gelir.

    Tesekkurler.

    YanıtlaSil