24 Eylül 2015 Perşembe

Turan Dursun'un Ateist Argümanları

1- Giriş

Turan Dursun, 90'lı yılların Türkiye’sinde aydınlanma düşünürlerinin başında gelen bir isim olmasıyla beraber en etkili isimlerden biri olduğu da söylenebilir. Hem yaptığı eleştiriler uğruna öldürülmüş olmasının hem de günümüzde bile adıyla gündeme gelmesinin bunu doğrular nitelikte olduğu barizdir. Üstelik daha o günlerde kendisi İslam âlimlerine meydan okuyarak "Benimle onların bir araya gelip tartışmaları benim yönümden mümkün ama onların yönünden mümkün olmuyor(1)." sözleriyle kendisiyle tartışmaya çıkmayan insanları iğnelemiştir. Peki ya tüm bu durumlara rağmen Dursun'un argümanları yeterli midir? Eleştirilecek yanları var mıdır ya da bu argümanlar sağlam temellere oturmuş mudur? Tüm bu konular, Dursun'un yazıları incelenerek irdelenmeli ve bu argümanlara yönelik bir tür modern sentez yapılmalıdır. Turan Dursun, 21. yüzyılın felsefesi ışığında güncellenmelidir.

Günümüz modern teologlarının birçok yönden Turan Dursun'un din eleştirilerinden kaçabileceğini tahmin edebiliriz. Zira Turan Dursun eleştirilerinin çoğunu İslami gelenek üzerinden gerçekleştirmişken günümüz İslam ilahiyatçıları arasında gelenek karşıtlığı hızlı bir şekilde yayılmaktadır. İhsan Eliaçık, Edip Yüksel, Caner Taslaman, Mehmet Okuyan, Enis Doko gibi çok sayıda Müslüman düşünür geleneğe bağlılıkların zayıflığını ya da yokluğunu gerek konuşmalarıyla gerek yazılarıyla belli etmektedir. Durum bu şekildeyken Turan Dursun'un ateizm lehine sunduğu eleştiriler yetersiz kalmakta ve teizm aleyhine olmaktan çıkıp "İslami gelenek aleyhine" olmakla sınırlanmaktadır. O halde az önce de söylediğim gibi Turan Dursun'un din eleştirileri analitik felsefe bağlamında ileriye taşınmalıdır ki bu yazının bizatihi amacı da budur. 

Dilerseniz Dursun'un kıtacı ve günümüze göre basit kaçan eleştirilerini analitik bağlama geçirmeye çalışalım.

2- Dini Metinlerden Yola Çıkan Ateist Argümanlar

Dini metinleri eleştiren yazılarda günümüze kadar ulaşan problemler silsilesi vardır ki bu problemler silsilesi din eleştirilerini yeterli bir bağlama oturtmamaktadır. Zira dini metin eleştirileri ateizmi teizmden daha rasyonel göstermeye çalışmaktan çok teizm lehine psikolojik baskı uygulamaktadır. Turan Dursun'un da yapmış olduğu üzere dini metin eleştirileri bir argüman bağlamında sunulmamış aksine "Aa, ne kadar da mantıksızmış!?" gibi bir tepkiyle din aleyhine işlemiştir. Fakat herhangi bir din eleştirisi yapılacaksa olması gereken şey öncelikle aşağıdaki soruları yazarın kendi içinde cevaplamasıdır:


  • - Din aleyhine sunulan ayetler ne derece kabul edilebilir? Ayetlerin alternatif anlamları bulunmakta mıdır?
  • - İslami geleneği kabul etmeyenlerin, ayetlerin anlamlarına yönelik olası eleştirileri neler olabilir? Bu eleştiriler tutarlı mıdır? Bu alternatif ayet anlamlarının, din eleştirisine mahal veren ayet anlamına baskın olup olmadığı incelenmelidir.
  • - Ayetin kökeni nedir? Bu ayetler Kur’an’dan önce varlığını sürdüren kutsal kitaplarla uyumlu mudur? Yoksa ayetin kökeni din eleştirisine mahal veren ayet anlamıyla değil de alternatif ayet anlamlarıyla mı uyumludur?
  • - Kur'an'dan çıkan anlamın "Tanrının mekân içinde olduğu" varsayılsa bile bunun olası problemleri nelerdir?


Tüm bu sorular cevaplanmış olmasına rağmen ortada öncüllere dayalı bir argüman olmadığı sürece eleştiri havada kalacak ve etkisini az gösterecektir. Bu sebeple tüm bu soruların cevabının, bir öncülün savunusu olacak şekilde ciddi bir argüman ortaya sunmak gerekmektedir:

1- Ya Kur'an ateistlerin dediği gibi insan ürünüdür ve belli bir geleneğin sonucu olarak ortaya çıkmıştır ya da Kur'an, Müslümanların dediği gibi doğaüstü bir güç tarafından gönderilmiştir ve insan ürünü olmakla sınırlı değildir. 
2- Kur'an'da belli bir geleneğin izleri bulunup düşünsel problemlere yer açan ayetler varsa Kur'an'ın salt insanlar tarafından üretilen ve belli bir gelenekten etkilenen bir kitap olduğunu düşünmek rasyoneldir. 
3- Kuran'da düşünsel problem oluşturma potansiyeli olan ayetler vardır. 
4- Problem çıkarma potansiyeli olan ayetlerin anlamları incelendiğinde düşünsel problem ortaya çıkaran anlamın kastedildiğini düşünmek rasyoneldir. 
5- O halde ateizmin doğru olduğunu düşünmek teizmin doğru olduğunu düşünmekten daha rasyoneldir.  

Turan Dursun'un ve diğer din eleştirmenlerinin yaptığı olası eleştiriler bu argüman altında toplanmalı ve bu temelde sunulmalıdır. Zira din eleştirileri (3) ve (4) no.lu önermeleri doğrular niteliktedir. Buna girmeden önce ilk iki önermenin geçerliliğinden bahsetmek gerekir. Öncelikle argümanın (1) no.lu önermesinden bahsedelim. Bu önermeye göre Kuran için şu iki alternatif sunulmuştur:

- Ateist Perspektif: Kuran doğaüstü bir güç tarafından gönderilmemiştir. Salt insan ürünüdür. Belli bir gelenekten kopmuştur ve bu geleneğin izlerini taşımaktadır. Kuran'ın ilahi olmadığını düşünmek rasyoneldir. 
- İslami Perspektif: Kuran doğaüstü bir güç tarafından gönderilmiştir. Belli bir geleneğin izlerini taşısa bile Kuran'ın bu gelenekten taşıdığı izler Kuran'ın ilahi tarafını zedelemeyecek konumdadır. Kuran'ın ilahi olduğunu düşünmek rasyoneldir.

Öncelikle ilk öncülün, bu iki alternatife yönelik "Sahte İkilem(False Dilemma)" safsatasına düşüldüğü söylenebilir. Sahte İkilem, bir konuya yönelik alternatifleri yalnızca iki olasılıkla sınırlandırmaya verilen isimdir. Örneğin birinin üzerinde temiz bir kıyafet gördüğünüz zaman "Bu kişi bu giysiyi ya yeni satın almış ya da ona hediye gelmiş" derseniz bir tür sahte ikilem safsatası yapmış olursunuz. Zira kişi elbiseyi çok uzun süredir almış fakat kullanmamış olabilir, elbiseyi uzun süredir almış ama çok titiz kullanmış olabilir vs. Kısaca bir konuyu açıklamaya dair ortaya atılan görüşler iki düşünceyle sınırlandırıldığında bu açıklamanın sahte ikilem safsatasına düşmüş olma ihtimali vardır. 

Bu durumda argümanı eleştirmek isteyen kişiler ilk öncüle bu yönden yaklaşabilirler. Yukarıda birinci öncülün dayandığı iki perspektiften başka görüşler sunulabilir.  Zira Tanrı'nın amaçlarına bağlı olarak Kuran hem doğaüstü bir güç tarafından yollanmış hem de Kuran'ın belirli çelişkileri var olmuş olabilir. Bu üçüncü alternatif belli düşüncelerle desteklenebilir bile. Örneğin "Kuran Tanrı tarafından yollanmış ve özellikle insani bir biçimde sunulmuştur. Tanrı aklını kullanıp dini kabul etmeyenleri cennete alacaktır" denerek bir diğer satanvari bakış açısı desteklenebilir. Ya da üçünü alternatifi "Kuran doğaüstü bir güç tarafından yollanmış fakat daha sonra belirli kesimlerin insani müdahalesiyle ilahi kısımları zedelenmiştir." diyerek savunmak da mümkündür. Fakat ilahi bir gücün neden yol gösterici olarak gönderdiği metni koruyamadığı ya da yol gösterici metinde insani müdahaleler varsa hangi kısmın ilahi hangi kısmın insani olduğunu nereden bileceğimizi kendimize sorduğumuz zaman yukarıda sunulan "Ateist Perspektif" ile "İslami Perspektif" dışında kalan olasılıkların yine inançlıların aleyhine işleyeceğini görmemiz mümkündür. Bu sebeple ya birinci öncül doğru kabul edilmelidir ya da İslami görüşle uyuşmayan alternatifler de argümana eklenerek argüman karışıklaştırılmalıdır. Ben argümanı daha karışık hale getirmektense bu iki perspektifle sınırlandırmayı tercih ediyorum.

İkinci öncül ise birinci öncül ve Tanrı’nın niteliklerinin doğal sonucu olarak doğru olması gereken bir çıkarımdır. Yukarıda sunulan iki perspektif düşünüldüğünde her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, insanları Kutsal Kitabın/Kitapların doğruluğuna olan inançlarıyla imtihan eden iyi bir Tanrı’nın yollayacağı kitapta düşünsel problemlere rastlamak, geleneğe rastlansa bile bu geleneğin sorunlu izlerini taşıdığını görmek beklenmemelidir. Doğal olarak düşünsel problemler oluşturan ve tarihsel bağlamda okunsa bile geleneksel görüşlerin oluşturduğu sorunlardan kaçamayan bir metnin Tanrısal olmadığını düşünmek için yeterince sebebimiz var demektir. Hal böyle olunca din eleştirileri üçüncü ve dördüncü öncüllerde karşımıza çıkacaktır. Turan Dursun’u ve eleştirilerini de tam olarak bu öncüller altında, yukarıdaki dört soru bağlamında sunmak gerekmektedir. Bu yazının devamında Turan Dursun’un din eleştirilerinden bazıları düzenlenip, o eleştirilere gelen cevaplar ışığında güncellenerek cevaplanacaktır.  

3- Kur'an'ın Tanrısının Mekânı

Turan Dursun, Din Bu kitap serisinin ilk cildinde Kur'an'ın Tanrısının bir mekân içinde olduğunu anlatmaya çalışıyor. Bunu yaparken de hem İslami geleneğin konu hakkındaki fikirlerini hem de Kur'an'ın konuyla alakalı ayetlerini sunup psikolojik olarak bir tür din karşıtlığı lehine sezgi oluşturuyor. Bu yöntem teoloji konusuna giriş yapan kişilerin kafasında soru işaretleri bırakmak açısından yeterli bir yöntemken dağınık ve düzensiz olması nedeniyle felsefi bağlamda o kadar da etkili olmayan bir yöntemdir. Zira Dursun'un yazısı okunduğu zaman bir çeşit düzensizlik göze çarpmaktadır. Bu durumda Turan Dursun’un, yazısında kullandığı kaynaklara dokunmadan, gelen eleştirileri azaltma bakımından güncel hale getirip olası eleştirileri cevaplamak gerekmektedir.

3.1- İlgili Ayetler

Kur’an’ın Tanrısının bir mekân içerisinde olduğunu ima eden ayet, Tanrı için “gökteki” kelimesini kullanan Mülk,16-17 ayetleridir:

Göktekinin sizi yere geçirivermeyeceğinden emin mi oldunuz? (O zaman) bir de bakarsınız yeryüzü şiddetle çalkalanıyor. Yahut göktekinin, üzerinize taş yağdıran rüzgar göndermeyeceğinden mi emin oldunuz? O zaman, uyarım nasılmış bileceksiniz! (2)

Görüleceği gibi ayette Tanrı için “Gökteki” kelimesi uygun görülmüş yani Tanrı için mekân atfedilmiştir. Peki ya ayette mekân atfedilen varlık gerçekten Tanrı mıdır? Akla gelecek ilk eleştiri; ayetin, Tanrıyı değil olası farklı bir varlığı nitelediği yönünde olacaktır. Zira İslami kültür içerisinde, bu ayette kullanılan “gökteki” kelimesinin Tanrıyı değil de melekleri nitelediği yönünde bir görüş de mevcuttur. “Gökte olan” denirken meleklerin değil de Tanrının kastedildiğinin daha rasyonel olduğunu savunmak için önce Kur’an’dan daha sonra İslami gelenekten örnekler vermeyi düşünüyorum. 

Ayette kastedilen varlık muhtemelen Tanrıdır. Zira bu iki ayetten önce gelen ayete bakarsak bu anlaşılacaktır:

O, yeryüzünü sizin ayaklarınızın altına serendir. Haydi onun üzerinde yürüyün ve Allah'ın rızkından yiyin. Dönüş ancak onadır.(3)

Bu ayette “yeryüzünü ayaklarınızın altına seren” derken kastedilen varlık Tanrıdır. Zira İslami görüşe göre Tanrı yaratıcı olup yeri ve göğü düzenleyendir. Bu durumda bu ayette kastedilenin Tanrı olduğu barizdir. Bu ayette Tanrı için “yeryüzünü ayaklarınızın altına seren” denirken bir sonraki ayette “yeryüzünü şiddetle çalkalayan” sıfatının Tanrı için söylenmediğini düşünmek akıl kârı değildir. Ayrıca ayetler tarihsel bağlamdan da koparılmamalıdır. Şu an okunan tüm ayetlerin bir zamanlar Muhammed’in ağzından çıktığı ve çevresindekilerin algılayacağı biçimde okunduğu düşünülürse, Tanrı için “yeryüzünü ayaklarınızın altına seren” dedikten hemen sonra “yeryüzünü şiddetle çalkalayan” sıfatının yine Tanrıyı kastettiği daha anlaşılır olacaktır. Zira herhangi biri X kişisinden bahsederken bir sonraki cümlede Y sıfatından bahsediyorsa, insan psikolojisi ve dil bilgisine dair tecrübelerimiz Y sıfatının X’ten başka bir Z varlığını nitelediğini kabul etmeyecektir. Bu rasyonel değildir. Düşünün ki biri “Ahmet oldukça zeki bir çocuk. Aynı zamanda kendisi çok çalışkan biri... Her işi zamanında yapan bir çocuğu üzmek istemezsin. ” demiş olsun. Ahmet’in sıfatlarından hemen sonraki cümlede “Her işi zamanında yapan” sıfatını kullanan kişinin, bu sıfatla Ahmet’i değil de İbrahim’i kastettiğini düşünmek mantıklı durmamaktadır. Fakat “gökte olan” derken Tanrı’nın değil de meleklerin kastedildiğini söyleyen birinin yaptığı şey tam olarak budur. 

Bununla beraber ilgili ayetlerden önceki ayette kastedilen Tanrı olmasaydı bile ilgili ayetlerin Tanrıyı kastettiğini düşünmek rasyonel sayılırdı. Zira Turan Dursun’un da bahsettiği gibi ayetlerde “gökte olan” varlık için kullanılan yetiler bizzat Tanrı’yı düşündürmektedir:

“ Ayetlerin başında, ‘ men fi's-Semâ ‘ yer alıyor. ‘Gökte Olan’ anlamında…‘Gökte olan’ın: 
- İnsanları yerin dibine geçirebileceği, 
- İnsanların başına taş yağdırabileceği, 
- O'nun verebileceği bu tür cezalara karşı kimsenin GÜVENCEDE olamayacağı anlatılıyor.(4) “

Turan Dursun’un da üzerinde durduğu gibi ayette bahsedilen varlığın sırf ayet bağlamında düşündüğümüzde bile Tanrı olduğu aşikârdır. Zira yukarıda sıralanan niteliklerin bir melekten ziyade Tanrı kadar yüce bir varlığa yüklenmesi rasyonel olandır. Kur’an boyunca bu ve bunun gibi nitelikler Tanrıya atfedilmiştir. 

Bununla beraber daha bir çok ayet Tanrı’ya mekan atfetmenin rasyonelliğini gösterecektir:

Şüphesiz Rabbinin nezdinde bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.(5)

Bu ayet bağlamında Tanrının zamandan bağımsız olmadığı görülebilir. Kelam Kozmolojik Argüman gibi Tanrının zamandan bağımsız olduğu üzerine kurulu argümanlar bu ayetle Müslümanlar için zedelenirken bu ayet yeni problemler de çıkarmaktadır. Zira günümüzden bir asırdan biraz daha uzun bir vakte kadar Newton fiziği kabul görülüyor ve zamanla mekân birbirinden bağımsızmış gibi kabul ediliyordu. Fakat günümüzde izafiyet kuramı ışığında zamanla mekânın o kadar da bağımsız olmadığı anlaşıldı(6). Elimizdeki kozmolojik verilerin tümü zamanın da mekân gibi bir uzam olduğunu ve zamanın mekândan bağımsız olarak düşünülemeyeceğini gösteriyor. Hal böyle olunca Tanrı için zaman atfeden bir kitabın Tanrı için mekân atfettiğini düşünmekten daha rasyonel bir düşünce olmayacaktır. Elbette “Burada kastedilen zaman, evrenimizdeki gibi bir zaman değil; meta-zamandır. Bizim algılayamayacağımız bir zamandan bahsedilmektedir.” denerek eleştirilerden kaçılabilir. Fakat bu yöntemle Uçan Spagetti Canavarına bile inanmanın mümkün olduğu, bu tür “bizim aklımız yetmez”ci görüşlerin bir kaçış yönteminden başka bir şey olmadığı düşünüldüğünde, yapılan kaçışın, eleştirinin rasyonalitesini etkilemeyeceği gerçeğiyle yüz yüze kalırız.  

Bununla beraber Tanrının zaman ve mekan içinde olduğunu destekleyecek ek ayetlerden de bahsetmek mümkündür. Zira Turan Dursun’un aynı eserde bahsettiği gibi Kur’an, Tanrıyı “kral” olarak görüp Tanrının sarayından ve tahtından bahsetmektedir. Turan Dursun, eserinde bu olaydan şu şekilde bahseder: 

“ Kur'an'da Tanrı için ‘Kral’ anlamında ‘Melik’ denir. (Bkz. Tâ-hâ: 114; Mü'minûn: 116; Haşr: 23; Cum'a: 1; Nâs: 2.) ‘Kral’ olunca da ‘SARAY’ı ve ‘TAHT'ı olur. ‘Tanrı'nın ARŞ'ı da bu anlamda. 
‘Arş’ Kur'an'da, türevlerinin dışında 26 kez geçer. 4'ü, ‘Sebe (Saba) Kraliçesi’nin ‘tahü-sarayı’ anlamında. (Bkz. Nemi: 23, 38,41, 42.) Biri, ‘Peygamber’ Yusuf un ‘taht’ı. Mısır'da hükümdarken. (Bkz. Yusuf: 100.) Öbürleriyse Tanrı'nın. (Bkz. A'raf: 54; Tevbe: 129; Yunus: 3; Hûd: 7; RA'D: 2. ve öteki surelerdekiler.(7) “

Görüleceği gibi Kur’an dışından çıkmadan bile İslami kültürde Tanrıya mekân atfedilmesinin rasyonelliği görülebilir. Gerek “gökte olan” sıfatının Tanrı için kullanılmış olmasının rasyonalitesi, gerek Tanrıya zaman atfedilmesi, gerek de Tanrı için taht ve saraya sahip olan kral olarak bahsedilmesi bu iddiayı destekler niteliktedir. Fakat tüm bunları “mecaz” yoluyla atlatmaya çalışan Müslümanlar için bir de Kuran dışı kaynakları irdeleyerek “Tanrının mekân içinde oluşu” iddiasını desteklemeye çalışmak mantıklı bir yaklaşım gibi duruyor.  

3.2 – İddianın Kökeni

Kur’an’da Tanrının mekân içinde olduğuna dair genel imalar ve ilgili ayetlerin kökeninde, Kur’an’ın okunduğu döneme ait temel inanışlar yer alır. Her ne kadar günümüzde Tanrı için “zaman ve mekân dışında” denerek kendisi ulaşılamaz bir konuma getirilmek istense de geçmiş dönemlerde Tanrılar sürekli zaman ve mekân içindeydiler. Yunan Tanrılarını düşünün. Olympos’ta yaşayıp hem zamanda hem de mekânda var olduğunu düşündüklerini Tanrılara inanmaktan çekinmeyen sayısız insan bulunuyordu. Aynısı Mısır Tanrılarına inanan insanlar için de geçerliydi. Ayrıca İsa’nın Tanrılığını kabul eden Hristiyanları düşünün. Tarih boyunca Hristiyanların çoğu zaman ve mekân içinde olan bir Tanrıya inanıp bunda bir problem görmemiştir. Tevrat’ın yazarları için de aynısı geçerlidir zira Tevrat da zaman ve mekân içinde bulunan bir Tanrıyı ima etmektedir. Aynı durum bundan yaklaşık 1400 yıl önce Arap coğrafyasında yaşayan insanlar için de geçerliydi. Hiçbir metnin indirildiği toplumdan, oluştuğu dönemden, hitap ettiği kimselerden bağımsız olduğu düşünülemez. Bu durumda o dönemin inanışları bağlamında Kur’an’ın mekân içinde bir Tanrı tasvirinde bulunduğunu ima etmenin rasyonelliği de artmaktadır.

Bununla beraber her ne kadar tahrif edildiği iddia edilmiş olsa da Kur’an’a göre Tevrat’ın da Kur’an’ın da yazarı aynıdır: Tanrı. Tevrat’ın tahrif edildiği iddia edilse ve bu iddianın birçok problemi (her şeye gücü yeten Tanrı’nın neden gönderdiği metnin tahrif edilmesine göz yumduğu ya da bir diğer metni göndermesi için tahrifin ardından neden bu kadar beklediği gibi bariz problemler) bulunsa bile tahrifin tüm metne tamamen uygulanmadığını düşünmek mantıklı bir yaklaşım olacaktır. Bu durumda temel inanç esaslarında büyük bir değişim olmadığını beklemek de en doğal hakkımız olacaktır. Misal Tanrı’nın mekan içinde olması, tahtının ve sarayının olmasının temelinde Tevrat yatmaktadır. Turan Dursun Kur’an’ın Tevrat’taki kökenini şu şekilde aktarmaktadır:

"Ey Efendi Tanrım, çok büyüksün ! (...) Sensin bulutları kendine araba edinen...(8)"  

"İşte Efendi Tanrı, hızlı bir buluta binmiş olarak Mısır'a gidiyor. Onun bulunmasından Mısır'ın putları titreyecek...(9)"

Görülebileceği gibi Kur’an’ın ilahi bağlamda kökeni iddia edildiği Tevrat da aynı şekilde Tanrı’ya mekân biçmektedir. Tüm bu durumlar göz önünde bulunduğunda “Tanrının yeri yurdu vardır(10).” şeklindeki tefsirlerin kökenini anlamak da mümkün olmaktadır. Hem Kur’an’da bulunan birçok ayetten çıkan sonuç hem Kur’an’ı tarihsel bağlamda okumanın zorunluluğundan gelen sonuç hem Kur’an’ın ilahi bağlamda kökeni olan Tevrat’ı irdelemenin ardından gelen sonuç aynı şeyi göstermektedir: Kur’an’ın var olduğunu iddia ettiği Tanrının mekân içinde olduğunu düşünmek rasyoneldir. 

3.3 – Doğurduğu Problemler

Tanrı’nın mekân ve zaman içerisinde olması felsefi açıdan birçok problemi beraberinde getirmekle beraber dini tatmin açısından da günümüzde derin bir boşluk oluşturmaktadır. Öncelikle zamandan ve mekândan münezzeh olmayan ve bizzat “gökte olan” bir varlık; zamanla ve mekânla özdeş değil, zamana ve mekâna muhtaçtır. Turan Dursun bahsi geçen eserinde Tanrı’nın mekân içinde oluşunun öncelikle getirdiği problemleri şu şekilde sıralamıştır:

"  - Tanrı gökte olsa, tanrının gökten daha küçük olması gerekir. Böyle bir şey nasıl düşünebilir? 
    - Tanrının gökte olduğu düşünülürse, varlığının ve varlığını sürdürebilmesinin, bir başka şeye bağlı olduğunu da düşünmek gerekir. Bu nasıl olabilir? (11) " 

Birinci soruya cevap olarak “Tanrı evreni aşkın ve aynı zamanda evrene içkindir.” denerek cevap verilebilir. Yani Tanrı, evrenin içinde bulunmakla beraber onlarla sınırlı değildir; Tanrının gökte olmasıyla, gökteki her zerrede ilahi tözün nüfuz edilmiş olduğu kastedilmektedir. Kısaca Tanrı mekândadır denirken, bu onun mekâna muhtaç olduğunu değil mekâna ve zamana özdeş olduğunu, mekânda ve zamanda Tanrıdan bir parça olduğunu anlatır. Peki ya bu cevap yeterli midir? Maalesef ki yeterli gözükmemektedir. Zira kastedilen şey evrendeki her parçada Tanrısal tözün nüfuz edilmiş olduğu olsaydı Tanrı için “gökte olan” değil “gökteki her parçada kendisinden bir iz olan” denebilirdi. Fakat ayette kastedilen şey açık bir şekilde Tanrının gökte olduğudur ve bir varlık mekân içerisindeyse mekânın kendisine özdeş olamaz. Yani Tanrı gökteyse, evrenden küçük olmalıdır. Bu da ciddi bir teolojik problemdir. Tanrı nasıl olur da “en büyük” olamaz?  

İkinci soruya ise “Tanrı; evreni yaratmadan önce zamandan ve mekândan bağımsızken, evreni yarattıktan sonra zamana ve mekâna içkin hale geldi. Kısaca zaman ve mekân Tanrının muhtaç olduğu formlar değil, Tanrının yarattıktan sonra özdeşleştiği formlardır.” gibi bir cevap verilebilir. Bu cevabın geçerli olabilmesi için Tanrının bir bütün olarak evrende içkin olduğunu söyleyen panteist görüşün kabul edilmesi gerekir. Zira bir bütün olarak evrenin her parçasında Tanrının var olduğunu söylemeden Tanrının evrene içkin olduğunu savunmak mantıksızdır. Peki ya belirtilen ayetlerden çıkan sonuç nedir: Tanrının evrenin içinde olduğu mu yoksa Tanrının evrene bütün olarak içkin olduğu mu? Gerek Tanrı için “kâinatın bütününde varlığını sürdüren” değil de “gökte olan” denmesi gerek de Tanrının bulutlar içerisinde gelmesi bize panteist yorumun durumu kurtaramadığını gösterecektir. Bu durumda paragrafın başında bahsi geçen cevap 

Bununla birlikte zaman uzamı da mekân uzamı da fizikseldir ve birçok etkiden etkilenir. Örneğin kütle ve hız, uzay-zamanı bükmektedir. Yani zaman ve mekân boyutlarında var olan bir varlık, ister istemez “dış etkilere bağlı” olacaktır. “Zamandan ve mekândan bağımsız olan bir Tanrı, zamanda ve mekânda var olup fiziksel etkilerden bağımsız olmayan bir Tanrıdan daha mükemmeldir.” denerek Tanrının “daha mükemmeli düşünülemeyen” sıfatını kabul eden teistlere de ayrıca problem olarak sunulabilir. Bununla beraber fiziksel bir Tanrının dinsel doyumu, bilinmez ve fizik ötesi bir Tanrının dinsel doyumundan çok daha düşüktür. Bu da ayrıca bir problem olarak ortaya konabilir. Ek olarak; tahtı, sarayı olup gökte var olan, bulutların arasından gelmesini bekleyeceğimiz bir Tanrı oldukça ilkel ve çocuksu durmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Kutsal Kitabın/Kitapların sunduğu Tanrı tasvirinin eski çağlardaki mitlerden bir farkı olmadığı da gözler önüne serilecektir.

Bunlarla birlikte zaman ve mekan dışında olmayan bir Tanrının sonsuzdan beri var olduğunu düşünmek, zaman ve mekanın da sonsuzdan beri var olduğunu düşünmeyi gerektirir. Hal böyle olunca, evrenin var oluşundan yola çıkan kozmolojik argümanların önü büyük oranda kesilmiş olur. Hatta ve hatta “Tanrı” gibi olağanüstü ve karmaşık bir kavramın, işleri olduğundan çok daha fazla karmaşıklaştırdığı düşünülürse, Ockham’ın usturası ile kesilip atılması gerekir ki bu durum ateizmin rasyonalitesine bizi bir tık daha yakınlaştırır. 

Ayrıca çok sayıda mucizenin açıklaması için “Tanrı doğaüstüdür ve bu durum onu fizik ötesi güçlere sahip yapmaktadır. Tanrı istediği zaman doğa yasalarını değiştirebilir.” cevabını veren onlarca inançlının da önünü tıkamaktadır. Zira doğa yasaları, evrenin uzay-zaman yapısına birebir bağlıdır ve uzay-zaman içerisinde yer alan Tanrı’nın nasıl olup da doğaüstü yeteneklere sahip olduğu, doğa yasalarını nasıl değiştirdiği ciddi bir problemdir. Buna “Bizim aklımız ermez.” demekten başka bir cevap vereceklerini sanmadığım inançlılara bu durumda Süpermen’e inanan bir çocuktan farksız olduklarını belirtmem gerekir. 

4- Sonuç

Üçüncü başlık altında Turan Dursun’un din eleştirilerinden olan “Kur’an’ın Tanrısı Nerede?” adlı yazıyı güncelleyip belirli eleştirileri dikkate alarak düzenlemeye çalıştım. Zira yazımın başında da dediğim gibi Turan Dursun’un din eleştirileri felsefi senteze tabii tutulmalıdır. Bu felsefi sentez ışığında din eleştirileri, “sezgisel problemler” ve “din aleyhine psikolojik baskı” ile sınırlandırılmamalı, bir argüman altında geliştirilmelidir. Geliştirdiğim argümanın üçüncü ve dördüncü öncülleri Kutsal Kitabın/Kitapların düşünsel problem oluşturan ayetlerinin var olduğunu ve bu anlamların kastedildiğinin rasyonalitesini savunuyor fakat bu durumu kanıtlamıyordu. Tam bu noktada ise Turan Dursun’un ve diğer din eleştirmenlerinin din eleştirileri devreye giriyordu. Tüm Turan Dursun argümanlarını veya din eleştirilerini “Kuran'da düşünsel problem oluşturma potansiyeli olan ayetler vardır. Problem çıkarma potansiyeli olan ayetlerin anlamları incelendiğinde düşünsel problem ortaya çıkaran anlamın kastedildiğini düşünmek rasyoneldir.” diyen üçüncü ve dördüncü öncüle destekleyici madde olarak eklemek mümkünden ben yalnızca  “Kuranın Tanrısının Mekânı” başlığı altında yalnızca birkaç problemi güncellemeye karar verdim. 

Burada Turan Dursun’un din eleştirisine getirdiğim güncelleme “7 Kat Gök”, “Altı Günde Yaratılan Evren”, “Topraktan Yaratılış”, “Nuh Tufanı” gibi birçok eleştiriye yapılabilir. Zira tüm bu konularda Turan Dursun’un ve diğer din eleştirmenlerinin yazıları eksik kalmış, güncelliğini yitirmiş, gelen cevaplar karşısında sönük kalmıştır. Fakat şu an tüm bunları yapmak için yeterli alanım olmadığı için daha sonraki çalışmalarıma saklıyorum.  

Notlar:

1- Turan Dursun, İslamcıların Pehlivanı Yok, 2000'e Doğru, yıl 3, sayı,12, Mart 1989'dan akt. Turan Dursun, Din Bu 1, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2011, s. 246
2- Mülk, 16-17
3- Mülk, 15
4- Turan Dursun, A.g.e., s. 23
5- Hac, 47
6- Bkz. Craig Callender, Zaman - Saatin Neyi Ölçtüğünü Anlamak İçin Çizgibilim, çev. Kutlukhan Kutlu, NTV Yayınları, İstanbul, 2014
7- Turan Dursun, Age, s.26
8- Tevrat, Mezmurlar, 104:1-2’den akt. Turan Dursun, A.g.e, s.25
9- Tevrat, İşaya, 19:1’den akt. Turan Dursun, A.g.e, s. 25
10 - F. Razi, e't -Tefsiru'l-Kebir, 30/69’dan akt. Turan Dursun, A.g.e, s.24
11- Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 7/5233’den akt. Turan Dursun, A.g.e., s. 24 

4 yorum:

  1. www.sancaktepecilingirim.net

    YanıtlaSil
  2. Müslümanlar Tevrat ve Incil'in degistirildigini söylerler..
    Bu konuda daha açık bir sürü ayet var ama aşağıdaki ayet ayetler bile Muhammed'in Tevrat ve İncil'in değişmediğini onayladığını gösterir:

    Bakara/91. Onlara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) iman edin” denilince, “Biz sadece bize indirilene (Tevrat’a) inanırız” deyip, ondan sonra geleni (Kur’an’ı) inkâr ederler. Hâlbuki o, ellerinde bulunanı (Tevrat’ı) tasdik eden hak bir kitaptır. De ki: “Eğer inanan kimseler idiyseniz, daha önce niçin Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?”

    Maide/43. Yanlarında, içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat varken nasıl oluyor da seni hakem yapıyorlar, sonra bunun ardından verdiğin hükümden yüz çeviriyorlar? İşte onlar (kendi kitaplarına da, sana da) inanmış değillerdir.

    Bu ayetlerde açıkça, adamların o an ellerinde bulunan kitabı yani Tevrat'ı onaylıyor, Tevrat değişmiş olsa adamların ellerinde bulunan kitap neden onaylansın?

    Maide/68. De ki: “Ey Kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni (Kur’an’ı) uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz.” Andolsun ki sana Rabbinden indirilen bu Kur’an, onlardan çoğunun taşkınlık ve küfrünü artıracaktır. Öyle ise o kâfirler toplumu için üzülme.

    Eğer bu kitaplar değiştirildiyse, neden uygulanmaları isteniyor? Mesela tevrat'ta recm vardır, eğer bu recm ayeti Tevrat'a sonradan eklendiyse uygulanması büyük bir hata olmaz mı?

    Bu ayet ise hiç bir şüpheye yer bile bırakmıyor, eğer Tevrat ve İncil değişmiş olsa neden bu iki kitabın uygulanması istensin? Değişmiş bir kitabın uygulanmasını istemek hangi mantık ile bağdaşır.
    Burada asıl sorulması gereken soru şu:

    Kitap ehli derken Yahudiler ve Hristiyanlar kastediliyor ve onlardan Tevrat'ı, İncil'i ve Kuran'ı uygulamaları isteniyor, acaba müslümanlar da Tevrat ve İncil'i uygulamalı mıdırlar?

    Tevbe/111. Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.

    incilin değiştirilmesi aslında pek önem taşımıyor çünkü tanrı kelamı olduğu söylenilemez sonuçta isanın hikayesi anlatılıyor, Kuran dan farklı bir yapı teşkil etmekte
    Ama bunu Muhammed bilmiyor, Kuran'ı nasıl kendine gökten inmiş bir kitap gibi sunuyorsa, İncil'i de İsa'ya inmiş bir kitap olarak sunuyor. Bilmediği de ayetlerden belli zaten

    YanıtlaSil