12 Haziran 2015 Cuma

Ahlak ve Bilinç

Etik ve ahlak konularının geçmişten günümüze tartışıldığı bir toplumda bir çok alt konu, ahlaki ikilem olarak ortaya atılıp o konunun ahlaki açıdan doğruluğu ve yanlışlığı tartışılmıştır. Misal günümüzde tartışılagelen "eşcinselliğin ahlaki boyutu", "evlilik öncesi ilişkinin toplum refahına etkileri" gibi çok sayıda konu ahlakla doğrudan ilgili gözükmektedir. Fakat ahlak felsefesinin bu tür ilişkilerini incelemeden önce temel olarak ahlakın ne olduğunu ve hangi varlıklar için geçerli olduğunu anlayabilmeliyiz. Zira bir taşa tekme atmanın ahlaksızlık sayılmamasıyla yolda gördüğünüz herhangi bir insana tekme atmanızın "ahlaki olarak yanlış" kategorisine girmesini anlayabilmemiz bu konudaki anlaşılmazlıkların ortadan kaldırılmasıyla mümkün hale gelecektir. Bu sebeple ahlak felsefesindeki şu sorunları incelemek gerekecektir:

1- "Ahlak" kavramının kabul görmesini beklediğimiz tanımı nedir?
2- Tanımladığımız "ahlak" kavramına göre ahlaki problemler ne tür varlıklar için geçerlidir?
3- Yukarıdaki iki soruya verilen cevap baz alındığında ahlaki eylemlerin insan(homo sapiens) dışı hayvanları kapsadığını iddia edebilir miyiz?

Öncelikle birinci soru incelenmeli ve bu cevaba bağlı olarak genel ahlak tanımlarından bahsetmemiz gerekmektedir.

"Ahlak" yazının başında da belirttiğim gibi oldukça muğlak bir konu olup, pratik aşamasında insanların sayısız defa anlaşmazlığa düştüğü konulardan biridir. Bazılarına göre "haz veren eylemler ahlaki açıdan doğru" sayılırken bazılarına göre "Tanrının buyurduğu emirler ahlaki açıdan doğru, yapmamızı yasakladığı şeyler ahlaki açıdan yanlış" sayılmalıdır. Bu noktada ahlaki rölativizmden tutup ahlaki realizmin çok sayıda alt dalına kadar bir çok ahlaki teori incelenebilir. Fakat bu inceleme, bırakın birkaç sayfayı birkaç cilt bile tutabilecektir. Bu sebeple yazının devamında yalnızca en çok tartışılagelen iki ahlaki ekolü inceleyeceğim: İlahi Buyruk Teorisi ve İnsan Refahı Teorisi.

İlahi Buyruk Teorisi(Divine Command Theory), ahlak kavramını tanımlarken Tanrının emirlerini göz önünde bulundurur. Bu görüşe göre Tanrı bir şeyi emretmişse o şey sorgusuz sualsiz iyidir, Tanrı bir şeyi yasaklamışsa o şey sorgusuz sualsiz kötüdür. Bu ahlak teorisi günümüzde halk arasında en yaygın görüş olup her eylemin dini açıdan incelenmesinin de sebebidir. Bununla beraber bu görüşten sonra neredeyse en yaygın olan görüş, ahlakın temelinde Tanrının emirlerinden bağımsız olarak insan refahını gören İnsan Refahı Teorisi(Well-Being Theory)'dir. Ahlak felsefesinde bir diğer temel sistem olup günümüzde Sam Harris’in savunuculuğunu yaptığı İnsan Refahı Teorisi, İlahi buyruk teorisinin savunuyor olduğu ‘İyi olan şey tanrının emrettiği şeydir’ görüşünü insan refahına uygulayarak ‘İnsan refahını genel anlamda arttıran davranışlar iyi olan şeylerdir’ demektedir. Bu iki temel sistemin görüşlerini ifade ettikten sonra, hangi görüşün temel dayanağımız olması gerektiği tartışmaya açılabilir. Bu konuda yazımın temel savı ilahi buyruk teorisinin çok sayıda eksiği olduğu ve bu eksikleri insan refahı teorisinin kapatacağı yönde olacaktır. O halde vakit kaybetmeden ilahi buyruk teorisine yönelik gerçekleştirebileceğimiz kimi eleştirileri sıralayayım.

İlahi buyruk teorisinin en büyük problemi, ahlakı keyfi bir temele oturtmasıdır. İyi ve kötü kavramlarını tanrıya göre belirlemek ahlaki kuralları tamamen keyfi yapacaktır. Tanrı istediğini buyuran iradeli bir varlık ise bütün ahlaki ilkeler gelişigüzel olarak ortaya koyulmuş demektir. Tanrının ‘Öldürmeyeceksin’ emrini daha farklı kılması mantıksal açıdan imkânsız değildir. Tanrının aynı zamanda cinayeti tecavüzü öğütlemesi de İlahi Buyruk Teorisince mümkündür. O halde tecavüzün ahlaken doğru olduğu bir sistemin seçilmemiş oluşu gelişigüzel bir tercih haline gelir. Yalan, zina, tecavüz, hırsızlık gibi ahlaken kötü olduğunu sezdiğimiz kavramlar Tanrı daha farklı emretmiş olsaydı ahlaken iyi olacaklardı. Ahlakı gelişigüzel bir sisteme bağlamak ise güvenilir bir temel değildir. Tanrının toplumsal refahı azaltan şeyleri ahlaken iyi olarak nitelemesi, topluma zarar veren davranışların tanrının arzusuyla beraber ‘iyi’ olabileceğini aktaran ilahi buyruk teorisi ahlaki yetkinliğe ters bir durumdur. Fakat insan refahı teorisi göz önüne alındığında bu tür bir keyfilikten kaçınılmış olacaktır. Zira burada bir tür iradeye bağlı ahlak sistemi kurulmamıştır. İnsan refahını arttıracak davranışlar ise belirlenebilir olup keyfi değildir. Hangi hareketlerin toplumsal refahı arttıracağı meselesi sosyolojik bir konu olup bizzat olgusal önermelerden çıkarılabilecektir(1). Hangi hareketin uzun vadede refahı arttıracağı meselesi aynı zamanda bilimin konusudur ve ahlaki meselelerde bilime söz hakkı tanıyacaktır. Zira insani davranışlarla toplumsal refah arasındaki ilişki bizzat bilimin konusudur. Bu durumda İnsan Refahı Teorisinin İlahi Buyruk Teorisinden en önemli farkı keyfi olmayıp bilime dayalı bir felsefenin ürünü olmasıdır. Bu konuda İnsan Refahı Teorisi, İlahi Buyruk Teorisinin en önemli eksiğini kapatacaktır.

İlahi buyruk teorisinin bir diğer önemli problemi ise ‘Hangi buyruk?’ olarak kısaltabileceğimiz ilahi emirlerin ve yorumlarının çeşitliliğine dayanan problemdir. Ahlaki davranışlarımızı düzenlerken ilahi buyruğa bakmamız gerektiğini söyleyen bu sistem, ilahi buyruğun ne olduğu konusunda ikilem oluşturacağından pratik anlamda imkânsızı savunmaktadır. Ahlakın temeli nedir, ilahi buyruk mu? İlahi buyruk nedir, kutsal kitapta yazan mı? Peki, kutsal kitapta yazan ahlaki buyruklar aynı anda farklı kişilerde farklı anlamlar kazanıyorsa hangi ahlaki sisteme güvenmemiz gerekir? Bir ahlaki buyruktan, farklı kişiler farklı anlamlar çıkarıyorken ilahi buyruğu ahlaki sistemin temeli yapmak anlamsızlaşır. Namaz kılmayanları öldüren terör yandaşı Müslümanlar da ibadet etmeyen insanlara saygı gösteren kişiler de aynı kutsal kitaba bağlı olup bu davranışlarını kutsal kitaba dayandırıyorken; hırsızlık yapanın elini kesmenin zorunlu olduğunu savunup bunu uygulayan kişiler de hırsızlıkta hafif caydırıcı cezaları uygun gören kişiler de aynı kutsal kitaptan bu ahlaki emri çıkarıyorken; kürtaja karşı çıkan insanlar da bunun caiz olduğunu söyleyen din adamları da aynı kutsal kitabı baz alıyorken ilahi buyruğun ne olduğu konusu müthiş bir ikilemdir. Eğer ilahi buyruk kişilerin yetiştirilme tarzına ve bazı genetik faktörlere göre farklı anlam kazanıyorsa ahlaki sistem oluşturacak bir kişi burada ilahi buyruğu temel olarak alamayacaktır. Zira ortada mutlak bir ilahi buyruk anlayışı yoktur. Fakat bu mesele insan refahı teorisinde çözüme kavuşur. Eğer ahlakın temeli olarak insan refahını alırsanız bu durum size yeterli bir ahlak sistemi gösterecektir. Zira hangi davranışın insan refahını arttıracağı meselesi kişilerin yetiştirilme şekline, genetiğine ve diğer olası faktörlere bağlı değildir. Herhangi bir davranış gerçekleştireceğiniz zaman bunun uzun vadede refahı arttırıp arttırmayacağı meselesi öznel değil nesneldir. Bu durumda ahlaki sistemin temelinin pratikte işe yararlığı da ilahi buyruk teorisinde vasat bir durumdayken insan refahı teorisi bu açığı kapatmaktadır.

Bunlarla beraber ahlaki temelin ilahi buyruklar olması, insanların ahlaki olgunluğa erişmelerinin önünde müthiş bir engel olarak duracaktır. Zira bu kişiler ‘tanrının buyruğunu’ sorgusuz yerine getirecek; ahlaki ideallerin toplumsal yerini düşünmeden hareket edecektir. Fakat insan refahı teorisinde böyle bir problem yoktur zira bu sistemde bir şeyin ahlaklı olup olmaması bizzat insanların, olayların sonucunu öngörmesine ve sorgulamasına dayanır. İtaate dayalı bir ahlak sistem, düşünemeyen toplumları beraberinde getirir. İnsan refahı teorisi, ilahi buyrukların açığını bir de bu yönden kapatmaktadır: Sorgulamanın ve düşünmenin önünü açarak...

Yukarıda, ilahi buyruk teorisine yapılabilecek çok sayıda eleştiriyi düşünüp yalnızca üç tanesinden bahsettim. Bunlarla beraber "Tren İkilemi" "Şişko Adam ikilemi" gibi bir çok ahlaki çıkmazın İlahi Buyruk Teorisince çözülemeyip İnsan Refahı Teorisine göre çözülebileceğinden bahsedebilirdim. Buna ek olarak kutsal kitaplarda bahsi geçen ahlaki eylemlerin çelişkilerinden söz edebilirdim. Fakat yukarıda bahsettiğim üç eleştirinin şu an için yeterli olduğunu düşünüp, ilahi buyruk teorisine olan eleştirileri bunlarla sınırladım. Buna rağmen bu üç eleştirinin ahlakın tanımı olarak insan refahını baz almamız gerektiğini göstereceği barizdir. Bu durumda ilk soruya cevap verilmiş olacaktır. O halde konunun devamı olarak ikinci soruyu cevaplamaya koyulabiliriz.

Ahlak, genel anlamda insan refahını arttıran eylemler olarak nitelendirilmelidir. Buna bağlı olarak, ahlaki eylemleri gerçekleştiren varlıklar arasından hangilerine "ahlaklı" dememiz gerekirken hangilerine böyle bir sıfat yakıştırmamız gerekmediğine dayalı bir problemle karşı karşıya kalırız. Misal bir bebeğin elinde bıçak olduğunu ve rastgele fırlattığını, şans eseri bu bıçağın bir insana denk geldiğini ve insanın öldüğünü düşünün. Bu eylem, doğası gereği insan refahını azalttığı için ahlaki değildir. Peki bu durumda bebek ahlaksız mıdır? Bunun iddia edebilecek çok az kişi olduğunu düşünüyorum. O halde başka bir senaryo düşünelim: Tezgahın üzerinde bir bıçağın olduğunu düşünün. Şans eseri mutfağın penceresi açık kalmış olsun ve dışarda da şiddetli bir fırtına kopsun. Bu fırtınanın eşliğinde gelen rüzgar tezgahtaki bıçağı yerinden düşürüp bir insanın ölümüne yol açtığı varsayılsın. Bu olayın sonucunda bariz bir şekilde insan refahını azaltan bir eylem gerçekleşmiştir. Peki bu eylemin etken sebebi olan doğaya "ahlaksız" demek uygun mudur? Bu da pek mantıklı gözükmüyor. O halde son bir senaryo daha varsayalım: Bir adam herhangi bir sebepten ötürü masadaki bıçağı alıp arkadaşına saplasın. Tıpkı önceki iki düşünsel deneyde olduğu gibi burada da insan refahını azaltan bir eyleme rastlıyoruz. Peki burada eylemi gerçekleştiren kişi, eylemin sonucuna bağlı olarak "ahlaksız" olarak nitelendirilebilir mi? Muhtemelen bu konuda da pek muhalefet olunmadan ve olayların ayrıntısı es geçilerek kişinin ahlaki açıdan hatalı olduğu savunulacaktır.

O halde sonuçlar aynı olmasına rağmen sonuçları oluşturan varlıkların "ahlaklı" veya "ahlaksız" olarak nitelendirilmesinde etkili olan olay nedir? Nasıl bir durum olduğu zaman bir varlığı ahlaki açıdan sorumlu tutabiliriz? Bu konuda Yale Üniversitesi'nden Shelly Kagan ile kelam kozmolojik argüman ve ahlaki argüman konularındaki savunularıyla ünlenen Evanjelist Hristiyan William Lane Craig arasında geçen "Is God Necessary for Morality?" adlı tartışmada Kagan'ın verdiği örneğe dikkat çekilebilir. Kagan'a göre bir bebek kibritle oynarken evinizi ateşe verirse bu eylemde onu sorumlu tutmamalı fakat bunu geleceği düşünebilen, öngörülerde bulunan, bilinç ve akıl sahibi bir yetişkin yaparsa o kişi bu eylemden sorumlu tutulmalıdır. Bu durumda aynı fiilin iki farklı failinin ahlaki pozisyonlarının farklı olmasının sebebi o kişilerin olayların farkındalığında ve olayların neler doğurabileceğini bilecek bir akla sahip olmalarındaki farklılıktır. Bu durumda ahlaki eylemleri bilince sahip bireylerle, ahlaki failleri aklı başında olup öngörüde bulunabilen faillerle sınırlandırmak gerekir. Bir taşa tekme atmak ile bir insana tekme atmak arasındaki ahlaki farklılığın sebebi de tam olarak budur.

Bu durumda ikinci soru da cevaplanmış olacaktır. O halde son soruya göz atıp ahlaki eylemlere insan dışı hayvanları katıp katmayacağımızı incelemeliyiz. Bu durumda bilincin evrimine ve varlıklarda aklın varlığının nasıl araştırılacağına kısaca göz atmalıyız. O halde sorulması gereken asıl soruyu sormakta fayda var: İnsanı insan yapan herhangi bir şey var mıdır ki o nitelik insanları diğer hayvanlardan üstün kılsın ya da diğer hayvanlardan farklı olarak bu nitelik, insanlara ahlaki nitelik kazandırabilsin?

İnançlı insanların çoğu zaman “İnsanı diğer canlılardan ayıran şey ruhtur” deyimini duymuşsunuzdur. Etik-Bilinç ilişkisine bağlı olarak yazımın devamında bu deyimin geçerliliğini inceleyeceğim. Elbette bazı inançlılar bu ifadeyi doğru kabul etmeyip “İnsanı diğer canlılardan üstün kılıp bu türü diğer canlılardan ayıran bir özellik yoktur” diyebilir. Bu kimseler için zaten ahlaki fiiller hayvanları da kapsayacak şekilde genişletilecektir. Yok eğer ahlaki fiiller yalnızca insan türüne özgü görülüyorsa yazının devamı dikkatle okunmalıdır.

Yazıya başlamadan önce yukarıdaki ifadeyi savunan bir insanın, insanı diğer canlılardan ayıran nitelik olarak ruh kavramından ne anladığını şu maddelere indirgeyebiliriz:

1- Canlılık
2- Akıl
3- Bilinç

Öncelikle (1) numaralı madde için "ruh" kavramının insanı diğer canlılardan ayırmak için kullanılamayacağını belirtmeliyim. Zira, eğer ruh dediğimiz şey canlılara canlılık özelliğini veren cevher ise tıpkı insanlar gibi diğer tüm canlılarda da bu cevher bulunmalıdır. Bu da insanı diğer canlılardan ayıran özelliğin ruh olmadığı anlamına gelir. Kaldı ki canlılığı da cansızlıktan ayıran herhangi bir şey yoktur. Zira canlılığın temelinde bizzat cansız kimyasal ve fiziksel reaksiyonlar yatar. Bu konuyu daha sonra inceleyebilirim, şu an için konuyu dağıtmamak adına burada bırakıyorum.

Eğer ruhtan kasıt akıl ise bu da ruhun "diğer canlılarda bulunmayıp insanlarda bulunan bir cevher" olmadığını gösterir. Zira memelilerde en yaygın olmakla birlikte diğer canlıların da akıl yürütebileceğini biliyoruz. Gerek alet kullanabilen kargalar gerek kendini savunmak için alet yapan şempanzeler ve diğer sayısız spesifik örnek diğer canlıların da akıl yürütme yeteneğine sahip olduğunu gösteriyor. Yalnızca insan türünün parmak yapısı alet yapımına daha elverişli şekilde evrimleştiği için akıl yürütme yeteneği de ve doğal olarak beyin de daha fazla gelişti. Fakat bu gelişimi tek bir nesle borçlu olmadığımızı söyleyebilirim. Bu gelişim nesiller içerisinde gerçekleşti ve akıl yürütme yetisi, "Ademe ruh üflendi ve birdenbire akıl yürütme yetisine sahip oldu" denilecek şekilde oluşmadı.

Eğer ruhtan kasıt bilinç ise bu konu biraz daha karanlıkta kalacaktır. Zira bilincin ne olduğu, diğer canlılarda olup olmadığı ve hatta sizden başka bir bireyin bilince sahip olup olmadığı kesin değildir. Fakat fizikalist açıdan bakacak olursak bilinç dediğimiz şey farkındalıktır ve bizzat beyindeki nörolojik aktivitelere dayanır. Farkındalık da bir bireyin çevresinin farkında olmasını gerektirir. Peki bir bireyin çevresinin farkında olduğunu nasıl anlayabiliriz? Elbette davranışlarından... Eğer birey çevresinde gerçekleşen şeylerden ders çıkarıyor, onları öğrenip bu yeni bilgiler sonucunda çıkarımlarda bulunuyorsa ve hatta davranışlarını bu bilgiye göre düzenliyorsa o bireyin çevresinin farkında olduğunu söyleyebiliriz. Bu şekilde tanımlandığında bilinç kavramı ve doğal olarak ruh kavramı yine insan türüne özgü bir özellik olmaktan çıkacaktır. Çünkü çok sayıda deney bize diğer canlı türlerinin buna benzer bir öğrenme mekanizmasının olduğunu göstermektedir. Gerek B. Bertram'ın devekuşlarına yönelik gözlemleri(2), gerek M. Elgar'ın serçelerin karar alma mekanizması üzerine yazdığı makaleler(3), gerek Cheney ve Seyfarth ikilisinin vervet maymunlarının iletişimine dair elde ettikleri bilgiler(4) bize farkındalığın ve öğrenmenin diğer canlı türlerinde de bulunduğunu gösteriyor.

Söz konusu incelemeler doğrultusunda diyebiliriz ki insan türünü diğerlerinden ayıran özellik, inançlıların deyimiyle ruhun işlevi yani insanlarda olup diğer canlılarda olmayan, ahlaki yeti konusunda farklılık oluşturan bir nitelik bulunmamaktadır.. Bu durumda "insanı insan yapan nitelik/töz ruhtur" deyiminden vazgeçilmelidir. Zira doğanın bir parçası olmanın verdiği haz hem doğa bilimlerine ilgiyi daha fazla arttırmaktadır hem de insanın çok daha fazla merak etmesini sağlamaktadır. Bununla beraber bu bilgiler bize etik tartışmalarında da önemli bilgiler sunacaktır.

Bu durumda son sorunun da cevabını incelemiş bulunuyoruz. Yukarıda da bahsettiğim gibi bilinç/akıl gibi nitelikler yalnızca insanda bulunmayıp aynı zamanda pek çok canlıda da gözlemlediğimiz özelliklerdir. Bu konu, hem doğayı anlamadaki huşu duygusunu uyandırma açısından hem de ahlaki fiillerin sınırlarını anlamamız açısından önemlidir. Zira diğer canlıların bilinci olduğu gösterildikten sonra ahlak, "İnsan Refahı Teorisi" adıyla değil "Refah Teorisi" adıyla anılacaktır(5). Bu durumda hayvanlara işkence etmek de onlara acı çektirecek eylemlerde bulunmak da sırf onların da bir farkındalığı olduğu için ahlaki açıdan yanlış olacaktır. O halde Theodor Adorno'nun "Auschwitz, bir insan mezbahaya bakıp 'ama onlar hayvan' dediği zaman başlar." sözünün birçok açıdan geçersizliği gösterilebilir. Adorno'nun bu cümleyle kastetmek istediği her ne olursa olsun, gerek ahlakın temelinde "bilinçli varlıkların refahı" yatması gerek de insan dışı hayvanların bilince ve akla sahip olduğu gerçeği, mezbahalara bakıp "ama onlar hayvan" demememiz gerektiğini gösterecektir. İşkence ve acı, refahı azaltan eylemlerdir ve bu eylemler gerek insanlara gerek de diğer bilinçli canlılara karşı gerçekleştirilmemelidir. Zira geçmişten günümüze gelen "Nasıl bir toplumda yaşamak istiyorsan toplumdaki bireylere o şekilde davran" sözüyle özetleyebileceğimiz Altın Kural bunu gerektirmektedir. Bu yazının asıl amacı ise altın kuralı özetlediğim cümlede geçen "toplum" kavramının, bilinci olan her canlıyı doğal olarak insan dışı bazı hayvanları (özellikle de taksonomide memeliler sınıfını) kapsayacak şekilde genişletilmesi gerektiğini ve olası canlılara mezbahada bakıp "Ama onlar hayvan" demenin yanlışlığını göstermekti.

NOTLAR:

1- Bu konunun geniş incelenişi için Aksiyolojik Argüman - Alfa

2- Bertram, B.C.R. (1979). "Ostriches recognise their own eggs and discard others". Nature 279 (5710): 233–234.

3- Mark A. Elgar, The Establishment of Foraging Flocks in House Sparrows: Risk of Predation and Daily Temperature, Behavioral Ecology and SociobiologyVol. 19, No. 6 (1986), pp. 433-438

4- Dorothy L. Cheneya, Robert M. Seyfarth, Assessment of meaning and the detection of unreliable signals by vervet monkeys, Animal Behaviour, Volume 36, Issue 2, April 1988, Pages 477–486

5- Yazının başında "Well-Being Theory" kelimelerini "İnsan Refahı Teorisi" olarak çevirmemin temel sebebi buradaki vurguyu yapıp ahlakın insan dışı hayvanlar için de geçerli olduğunu göstermekti.

3 yorum:

  1. Hayvanlarda olan şey akil yürütme değildir, zira tümevarim psikolojik bir olaydir (Hume'un nedensellik elestirisine de goz atmani tavsiye ederim) Tumevarimsal onermeler aliskanliga dayanir lakin biz bu aliskanligi fark etmis ve epistemik bir temele oturtarak yontemsel olarak kullanmaya calismisiz oysa onlar ates bir kere yakti bir daha yakar oyle diye akil yurutmuyorlar sadece atesin bir daha yakacagina dair psikolojik bir aliskanlik egilimi sergiliyorlar. Dolayisiyla hayvanlardaki psikolojik egilimlerle, ic guduletle gerveklesen seyleri akla baglayamazsin. Hayvanlar tumevarimin bir aliskanlik oldugunun dahi farkinda degillerdir, onlar diger insanlar gibi sadece egilim ve aliskanliklarina gore hareket eder. Canlilarin yasayabilmesi icin akla ihtiyaci yoktur. İnsan ise dusunen, dusundugunun farkinda olan, dusunceleri eylemlerini yonlendiren ve eylemleri fikirlerde degistirilebilen bir varliktir. Oysa bir hayvanin davranislarinin degismesi anca kosullanma yoluyladir. Davranisci ekolün egilimlerini goruyorum bu yazida, keske bilisselci ekolu biraz dikkate alaydim. İnsan aliskanliklari veya guduleriyle hareket eden, etki-tepki zincirine zorunlu olarak baglanmis bir varlik değildir. YANİ HAYVANLARDA AKİL YURUTME YOKTUR. ONLARİN Kİ OLSA OLSA BİR ALİSKANLİK, DİSSAL ETKİLERİN UZERİNDE YARATTİGİ ETKİLERE İC GUDUSEL OLARAK UYUM SAGLAMA SURECİDİR.

    YanıtlaSil
  2. Eğer ateist, ahlaka önem veriyorsa bunun Tanrı olmadan, maneviyat olmadan hiçbir anlamı olmadığını, suçun gizli kalacağı durumlarda iyiliği izlemenin bir halüsinasyondan farksız olacağını bilmelidir. Çünkü materyalist yapıda iyilik denen şeyin hiçbir anlamı yoktur, o sadece toplumda işe yarayan bir uydurmadır, tıpkı trafiğin sağdan akması gibi görelidir.

    YanıtlaSil