24 Haziran 2014 Salı

Tarihten ve Bilim İnsanlarından Kanıt

'Bunca yıldır hiç kimse çelişki bulmadı sen mi bulacaksın?' 'Madem ateizm evrensel doğru, neden aklını kullanan her bilim adamı/düşünür ateist olmadı?' soruları ile de tasvir edilen Tarihten ve bilim adamlarından kanıt düşüncelerinin savunusu şu şekildedir:

Tarihten Kanıt: Binlerce yıldır insanlar gerek dini gerek felsefi alanlarda incelemeler yapmışlardır. Bu kadar insan çelişki bulamamış da siz mi bulacaksınız? Binlerce yıldır incelemelere rağmen çelişki bulunamamasının ve herkesin inanıyor olmasının tutarlı tek açıklaması dinsel inançların doğru olmasıdır.

Bilim İnsanlarından/Düşünürlerden Kanıt: Geçmişten günümüze gerek düşünürler gerek bilim insanlarının tanrı inancı olmuştur. Bu kadar bilim adamı yanılıyor olamaz. Tüm bu inançlı düşünürlerin tek mantıklı açıklaması dinsel inancın doğru olmasıdır.

Dinin içerisinde veya Tanrı kavramında, bu konuyla ilgilenen tarihsel kişiliklerin hiç çelişki bulmaması durumunda bile bu durum gerçekten de dinsel kaynakların iç çelişki barındırmadığı anlamına mı gelir? Yıllardır dinin kaynaklarını inceleyen düşünürlerin çelişki bulmamış olması, hiçbir önemli düşünürün dinden çıkmamış olması, o dinin kaynaklarının gerçekten de tutarlı olduğunu mu gösterir?

Tarihsel kaynaklar bize, tüm İslam âlimlerinin, Kuranı incelemeleri sonunda Kuranda çelişki bulmadıklarını gösteriyor olsa bile (ki tarihsel kaynaklar bunu göstermezler) bu Kuranda çelişki olmadığı anlamına gelmez. Yine tüm tarihsel kaynakların bize gösterdiği şey, düşünürlerin tarih boyunca tanrı kavramını kabul ettikleri olsaydı bile, bu durum tanrının var olduğu anlamına gelmezdi. Şöyle ki, bir kişinin dinden çıkması için gereken şey, o dinin kaynaklarının doğru olup olmadığının incelenmesidir. Bir kişinin ateist olması ise ‘Tanrı var mı?’ sorusunun irdelenmesi sonucunda gerçekleşecektir. O halde bir kişi Kuran’ın tutarlı olup olmadığını sorgularken ‘Kuran tutarlı mıdır’ sorusuyla yola başlamalıdır. Bir kişi akıl ve vahyin uyumlu olup olmadığını sorgularken ilk sorması gereken şey ‘Akıl ve vahiy uyumlu mudur’ sorusu olmalıdır. Bir kişinin dinsiz veya ateist olabilmesi için bu soruları sorması ve mantıklı bir cevap vermesi gerekir. Oysaki geçmişten beri düşünürler bu sorularla ilgilenmemişlerdir bile…

Söz konusu din felsefesi olduğunda bir kişi ‘Tanrı var mıdır?’ sorusunu sormadan, doğrudan ‘Tanrı Vardır’ görüşü ile yola çıkarsa bu kişinin tanrıya inanç duyması kaçınılmazdır. Eski dönemlerde din felsefecileri ‘Tanrı var mıdır?’ sorusundan ziyade ‘Tanrının varlığı kanıtlanabilir mi?’ ‘Tanrıya akılla ulaşılabilir mi?’ soruları ile yola başlamışlardır. Zira her ne kadar üst düzey zekâya sahip bir düşünür olsa da ‘Tanrının Varlığı’ gibi bir sorunsal bu kişileri uğraştırmaz. Zira Tanrının olduğu görüşü kendi yaşayış tarzlarına göre şüphe götürmeyecek kadar gerçektir. İncelediğinizde geçmişte tanrının kavramının tutarlılığından çok ‘tanrının varlığına dair hangi kanıtın geçerli olduğu’ konusunda durulmuştur. Zira düşünürlere göre tanrı kesinlikle vardır, asıl sorun tanrıya götüren kanıtların hangisinin tutarlı olduğudur. Mesela İbn Rüşt, tanrıya inanmayanların görüşlerine pek takılmayıp, Gazali’nin Kelam Kozmolojik Kanıtını eleştiriye tutmuştur. Çünkü tanrının varlığı sorunu bir önem teşkil etmez, ona hangi kanıtla ulaşılabileceği sorunu bir sorun teşkil eder. Geçmişteki düşünürlerin büyük çoğunluğunda durum böyledir.

Bir filozof ‘Tanrı var mıdır?’ sorusundan önce ‘Tanrı kanıtlanabilir mi?’ sorusuyla sorgulama sürecine giriyorsa bu filozofun ateist olması imkânsızlaşır. Zira sorgusunun sonunda ya ‘Tanrı kanıtlanabilirdir ve tanrıya kanıt olarak X argümanı geçerlidir’ ya ‘Tanrı kanıtlanabilirdir ve tanrıya kanıt olarak Y argümanı geçerlidir’ ya da ‘Tanrı kanıtlanamazdır’ sonucuna ulaşır; ‘Tanrı yoktur’ sonucuna ulaşamaz. Çünkü bahsedilen sorguya çıkış noktası hatalıdır. Tarih boyunca filozoflar, tanrı kavramına ‘Olmadığı düşünülemez’ sıfatını yakıştırarak büyütülmüşlerdir. Doğal olarak bu filozofların tanrının varlığı problemiyle ilgilenmedikleri dolayısıyla ateist olmadıkları gözlenmiştir. Sonuçta filozoflar ‘tanrının varlığı’ sorunsalını değil ‘tanrının kanıtlanabilirliği’ incelemiş olmaları onların ateist olmalarını olanaksızlaştırmıştır.

1- Ateist olmak için ‘Tanrının varlığı’ sorunsalının incelenmesi gerekilir.
2- Tarih boyunca filozoflar gerek yetiştirilme tarzları gerek dönemin koşulları gerekse de sezgileri ile hareket etmeleri sebebiyle ‘Tanrının varlığı’ sorunsalını göz ardı etmişlerdir. Bunun yerine ‘Tanrı Kanıtlanabilir mi?’ ‘Tanrıya dair kanıtların hangileri tutarlıdır?’ ‘Tanrıya nasıl ulaşılır?’ sorunlarını irdelemişlerdir.
3- Ateist olabilmek için ‘Tanrının varlığı’ sorununun incelenmesi gerektiğinden(1) ve tarih boyunca düşünürlerin bunun üzerine gitmemelerinden(2) dolayı bu düşünürlerin ateist olması beklenemez.
4- Ateizm mutlak doğru olsa da düşünürlerin buna ulaşmamış olması, ateizmin yanlış olduğunu göstermez(3’ten).
5- Tarihten Kanıt ‘Eğer ateizm doğru olsaydı geçmişte de bunu kabul eden düşünürlere rastlanmalıydı’ öncülü üzerine, Bilim insanların kanıt ‘Bu kadar düşünür bilim insanı, bu kadar zeki olmalarına rağmen ateizme ulaşmadıklarına göre ateizm yanlıştır’ öncülü üzerine kuruludur(Tanımlar).
6- Tarihten kanıt ve bilim insanlarından kanıt (4)’ün geçersizliğinde doğru olabilir.
7- Dolayısıyla Tarihten ve Bilim İnsanlarından Kanıt hatalıdır.

Buna benzer bir argüman ‘Kutsal kitabın iç çelişkisi var mıdır’ sorunsalı için de söylenebilir. İncelendiğinde İslam felsefecileri, kutsal kitabın akıl ile uyumu söz konusu olduğunda ‘Akıl ile vahiy uyumlu mudur?’ düşüncesini fazla incelemeye kalkmadan ‘Akıl ve vahiy uyumludur’ ön kabulünden yola çıkarak incelemelerini yapmıştırlar. Bunun en iyi temsilcisi de İbn Rüşt’tür. İbn Rüşt’e göre aklın ve vahyin uyumsuz olması imkânsızdır. Akıl/Deney - Vahiy ilişkisi söz konusu olduğunda bu düşünüre göre kutsal kitabın iddia ettiği doğrudan ele alınıp akılla irdelenir. Eğer deney/akıl ile vahiy çelişmiyorsa problem yoktur. Eğer deney/akıl ile vahiy çelişki içerisindeyse, deney ve akıl farklı tarzlarla vahye uyumlu hale getirilmeye çalışılır. Eğer getirilebiliyorsa problem yoktur. Eğer getirilemiyorsa vahiy ‘yorum/mecaz’ yolu ile akla uygun hale getirilir(1) Bu yöntem uygulandığı takdirde kutsal kitapta çelişki bulmak zaten imkânsız hale gelir. Bu durumda bu kişilerin dinden çıkması da olanaksız olur. Zira düşünürlerin kutsal kitabı sorgulama yöntemi ‘onun çelişki taşıyıp taşımadığına’ yönelik değil; ‘onun nasıl çelişkisiz hale getirilebileceğine’ yöneliktir.

Zaten çelişkinin olmadığı ön kabulünden yola çıkılarak kutsal kitapta çelişki bulunmadığını göstermek, ardından kutsal kitapta çelişki bulunmadığından dolayı onun doğru olduğunu göstermek mantıksızca bir davranıştır. Bu durum döngüsel kanıtlamadır ve Petitio Principii olarak da adlandırılan ‘soruyu yalvarma safsatasına’ girer. Argüman kendini doğruladığından hatalıdır:

A: Kutsal kitapta çelişki olsaydı, onu sorgulayan sayısız düşünür/âlim çelişki bulup dinden çıkardı. Hepsi dinde kaldıklarına göre kutsal kitap tutarlı olmalıdır.

B: Peki ya bu âlimlerin kutsal kitabı sorgulama yöntemi nasıldır?

A: Âlimler şu şekilde inceleme yaparlar: Kutsal kitap tanrıdan geldiğinden dolayı onda çelişki olmaması gerektiğini kabul ederler. Eğer çelişki bulurlarsa bunu, tevil(yorum/mecaz) yolu ile açıklarlar.

B: Dediğin şu anlama geliyor: âlimlerin çelişki bulmamasının sebebi kutsal kitabın tanrıdan geldiği ön kabulüyle yola başlamalarıdır. Öyle değil mi?

A: Prensip olarak öyle denilebilir.

B: ‘Kutsal kitap tanrının kanıtıdır çünkü çelişki içermez, kutsal kitap çelişki içermez çünkü tanrıdan gelmiştir’ demiş oluyorsun. Bu durum ‘Ahmet akıllıdır çünkü o hata yapmaz; Ahmet hata yapmaz çünkü o akıllıdır’ demeye benziyor. Kendi kendini kanıtlayan düşüncelere inanmamı bekleyemezsin.

‘Tarihten ve bilim insanlarından kanıt’ da bu tür bir döngüsel hataya girmektedir. Zira kutsal kitap yanlışsa ona çelişki görmeyi bekleyeceğimizi iddia edip, onda çelişki görmemizi imkânsızlaştıracak bir yöntemi kabul ettirerek kendi kendini kanıtlamaktadır. Anlayacağınız ‘Kutsal kitapta kanıt olsa, daha önce çelişki bulunmuş olurdu, dinden çıkanlara rastlanırdı’ iddiası çöpe atılmalıdır çünkü düşünürler çelişki görse bile evirip çevirerek kutsal kitabı çelişkisiz olarak görebilecektir. Nitekim öyle yapmıştırlar da…

Filozofların akıl ile vahiy arasında çelişki görse bile dinlerinde kalmalarının mümkün olduğunu gösterdim. Bu savunuyu da ‘akıl ile vahiy çelişiyorsa vahyin anlamı konusunda mecaz yoluna gidilmelidir’ diyen ortaçağ filozoflarını göstererek yaptım. Peki, akıl ve vahiy arasında çelişki gösterilse bile dinde kalmak başka hangi yollarla mümkün olacaktır? Bunun en önemli üç yolu şu şekildedir:

1- Yukarıda gösterildiği gibi ‘vahyi farklı yorumlamak’
2- Aklın yetersizliğini gösterip sezgilerden dolayı kutsal kitaba güvenmek
3- Aklın geçerliliğini savunup ayetlerin neshedildiğini (Allah’ın hüküm değiştirdiğini) savunmak

Kutsal kitapta çelişki görülmüş olsa bile din adamlarının bizzat dinde kalması mümkündür. Tarih içinde aklın yetersiz olduğunu savunup bazı konularda aklımızla çelişse bile kutsal kitabın geçerliliğini anlatmaya çalışan filozoflar olmuştur. Örneğin Ortaçağ Hristiyan filozoflarından Thomas Aquinas’ın ‘Tanrı’ya ilişkin belirli doğruların insanın gücünü aşıyor olması son derece açıktır…’(2) demesi bu savunuyu gösterecektir. Benzer şekilde Gazali dinin kaynaklarının dinden başka hiçbir kaynağa(akla) dayandırılmaması gerektiğini şu sözlerle ifade eder: “Şeriate, şeriat dışında bir yolla yardım etmek isteyen kimsenin zararı, şeriate şeriat yoluyla darbe vurmak isteyen kimsenin zararından daha fazladır...”(3) Bu gibi filozoflar, çelişki görse bile bunu umursamayacaklar çünkü aklı yetersiz göreceklerdir. Bu durumda ‘Madem çelişki var, neden hiçbir din bilgini dinden çıkmamış?’ sorusunu soran Tarihten Kanıt anlamsızlaşır. Fark edileceği gibi, çelişki görse bile dinde kalan din âlimleri olabilir.

Bunun dışında üçüncü bir alternatif de ‘Tanrının hüküm değiştirdiği’ fikrine takılıp kutsal kitapta çelişki görse bile dinde kalacak kişilerin olabileceğidir. Kutsal kitapta “Biz bir ayeti değiştirip yerine başka bir ayet getirdiğimiz zaman(4)” ifadesinin kullanılması kişileri çelişki görse bile ‘Demek ki o ayetin hükmü kalkmıştır’ düşüncesini savunmaya yöneltir(5). O halde tüm bu üç yolda da kişilerin çelişki görse bile inanmaya devam etmesinin nasıl olanaklı olduğunu hatta bunun gerçekleşmiş olduğunu göstermiş olduk. Sanıyorum ki ‘Çelişki olsaydı dinden çıkan olurdu, dinden çıkan olmadığına göre çelişki de yok demektir’ görüşü anlamsızlığını gösterdi. Her ne kadar dinden çıkmış olanlar olsa da, dinde çelişki olması durumunda bile inançlı din bilginleri dinde kalacaktır.

Notlar:

1-İbn Rüşd, Faslu’l Makal
2- Summa Contra Gentiles içinde, çev. A. C. Pegis (Notre Dame: University of Notre Dame Press, 1975)
3- İmam Gazali, Tehafute'l-Felafise, II. Mukaddime
4- Nahl Suresi, 101. Ayet
5. Örneğin: F. Razi, 3/229; 19/64-65; Taberi, tefsir, 13/111; Tefsiu’n-Nesefi, 2/252…


1 yorum:

  1. Karikateist neden kapatildi birdaha acilmayacak mi ?

    YanıtlaSil