Giriş
Din, Tanrı, Allah, teizm, ateizm, inancın
rasyonalitesi, iman ve daha birçok konu… Geçmişten günümüze kadar
felsefeciler, âlimler, belli bir konuda
uzman olmayan insanlar kısacası neredeyse herkes bu konuları merak etti.
Kimileri merak ettiği bu konuyu araştırma yoluna gitti kimileri ise ‘Fazla
düşünmek kafayı bozar’ görüşüne sığınarak araştırmayı reddetti. Yıllar boyunca
din ve Allah konuları üzerine tartışmalar yapıldı. Kimi çıktı ‘Tanrının
varlığına dair bir kanıt yoktur’ dedi, kimi çıktı ‘Muhakkak bir tanrı olmalı‘
dedi. Kimi Kuran’ı eleştirdi, kimi bu tür kutsal kitapları var gücüyle savundu.
Tahmin edeceğiniz üzere her türlü görüşe mensup insan var. Din konusunda çok sayıda
farklı görüş, çok sayıda muhalefet olunabilecek konu var.
Bu çeşitli görüşler arasında Kuran’ın mucizevî
olduğunu iddia eden, Kuran’ın popüler bilimlerle çelişmesini bırakın,
günümüzdeki bilimlerin zaten Kuran’dan çıktığını savunan, ne zaman doğduğunu tam olarak
belirleyemediğim ‘Bilimsel Dindar’ kesim de bulunuyor. Bu görüşteki insanlar
inançlarının kanıtlanabilir olduğuna inanırlar ve bunu çeşitli yollarla yapmayı
deneyeceklerdir. İnternet üzerinde yapacağınız küçük bir araştırma bile şu
türde iddiaları görmeniz için yeterli olacaktır: ‘Allah kanıtlandı’, ‘Bilim gösteriyor ki
Allah var’ ‘Ateistler hodri meydan’ ve daha nicesi…
Hikâye Uydurma
Bilimsel Dindarlığın temellerinden bahsetmeden önce
daha önemli bir konuya dikkat çekilmelidir: nasıl olur da insanlar aslında
mucizevî olmayan şeylerden mucize üretebilirler? Bunun psikolojik etkisi nedir?
Daha doğrusu, bu davranışın psikolojik bir sebebini bulmak mümkün olabilir mi?
Bu tür davranışların evrimsel kökenini bulabilir miyiz? Konuya giriş yapmadan
önce, bu tür soruları cevaplarsak, ileride bahsedilecek örneklemeler çok daha
iyi anlaşılabilecektir.
Beyinlerimiz ilişki kurma üzerine evrimleşmiştir.
Alet, ilk insanlar için önemliydi, atalarımız alet yaparak bugünlere yaşam
bırakabildiler. Alet yapan insan, yaptığı aletin ne gibi sonuçlar doğuracağını,
ileride nasıl fayda sağlayacağını anlamalıydı.
Bunun üzerine atalarımızın gelecekle ilişki kurması gerekti. Gelecekle
ilişki kurabilen insanlar alet yapabildiler, hayatta kaldılar. Gelecekle ilişki
kuramayan insanlar ise, yaşamını kurtaracak aletler üretemediler ve genlerini
toprağa bıraktılar. Bizler, şu an bu yazıyı okuyan siz, bu yazıyı yazan ben ve
geriye kalan diğer insanlar; olaylar arasında ilişki kuran ve alet yapan
insanların torunlarıyız. Atalarımız, ilişki kurma üzerine bir beyin evrimine
yol açtılar. Bu ilişki kurma meselesi de insanların, ilişkisi olmayan şeylerde
ilişki olduğunu düşünmesini sağladı. Dua ettikten sonra duanız gerçekleşirse,
dua ile gerçekleşen olay arasında ilişki kurabilirsiniz; bir kara kedi
gördükten sonra çamura düşerseniz, kara kedi görmeniz ile başınıza kötü bir
olay gelmesi arasında bir bağlantı kurabilirsiniz. Bu tür ilişki kurma
becerisi, atalarımızdan bize kalan bir miras. Kuran’dan ve diğer kutsal
kitaplardan çıkarılan mucizelerin büyük çoğunluğu da, bu tür hatalı ilişkiler
üzerine kuruludur. Dindar kimseler, kutsal kitaptaki anekdotlar ile bilimsel
paradigmalar arasında bu tür sahte ilişki kurarak mucize üretmeye
çalışmaktadırlar.
Söz konusu ‘Olmayan Mucizeleri Üretme’ olduğunda, bu
tür bir davranış konfabulasyona benzetilebilir. Konfabulasyon hikâye
uydurmadır, bir diğer tanımla kişinin çevresi, kendisi ya da dış gerçeklikle
ilgili anlattığı yanlış ya da hatalı bilgilere konfabulasyon adı verilir. Bir
nevi dürüst yalan söylemektir çünkü bunun olduğuna birey kendini
inandırmıştır(1). Konfabulasyonun ne olduğu kısa bir tanımla anlaşılamaz. Bunu
anlamak için örneklere de ihtiyaç var. Konfabulasyonun açık bir örneğinden
bahsedersem, dediğimi anlayacaksınız.
61 yaşındaki bir hasta 1951'den beri evliydi ve 27,
31, 32 ve 34 yaşlarında 4 çocuğu vardı. Hasta kendisinin 4 aydır evli olduğunu
söylüyordu ve buna kendini inandırmıştı. 4 ayda bu çocuklara nasıl sahip olduğu
sorulduğunda onları evlat edinmiş olduklarını belirtiyordu. Yani inancını
yaşatmak için olmayan bir şey söylüyordu fakat yalan söylediğinin farkında
değildi. Buna ‘İnanmak için direnmek’ de denilebilir. Bu durumu kendisinin de
biraz tuhaf bulup bulmadığı sorulduğunda gülüyor ve gerçekten de durumun biraz
tuhaf olduğunu kabul ediyordu. Yaşlı hasta, kendini bir şeye inandırmıştı ve bu
inancının mantıksızlığı söz konusunu olduğunda hikâye üretebiliyordu(2,3). Tıpkı
dindar kimselerin, söz konusu kutsal kitapları olduğunda ‘Mucizeler var’ demesi
ve kendilerini buna inandırmaları gibi...
Dindarların hikâye uydurduğundan bahsederken onların
açık bir şekilde yalan söylediklerini iddia etmiyorum. Onların bir şekilde
‘hasta’ olduklarını da söylemiyorum. Elbette ki bu tür bir davranış evrimsel
sürecin bir ürünüdür ve sadece hastalarda gerçekleşmek zorunda değildir. Fakat
dindarların hasta olmaması da onların bir çeşit ‘dürüst yalancı’ olmadıkları
anlamına gelmez. Birbirleriyle çelişen birden fazla inanış bir arada
bulunuyorsa ve bu inancı yıkmak(rasyonel olarak çürütmeden değil, kişinin
benliği ile yıkmasından, o inançtan kurtulmasından bahsediyorum) imkânsız
gibiyse kişi hikâye üretecektir. Bir şekilde o inancı çürütseniz de kişi
konfubulasyonda olduğu gibi bir şekilde hikâye uyduracaktır. Eğer inancı
sağlamsa ve bahsedildiği gibi yıkılması zor bir inançsa, bu sefer kişi inancına
bağlı kalmak adına farklı hikâyeler uyduracaktır. Bu bahsedilen hikâyeler,
mucize iddialarını oluştururlar. Burada psikolojik etkilerinden
bahsederken 'Ateistlerde bu tür
psikolojik etkiler yoktur' anlamında bir ifade kullanmaya çalışmıyorum,
'Dindarların bu davranışlarının evrimsel bir kökeninin bulunması bu mucizelerin
hatalı olduğunu gösterir' de demek istemiyorum. Bu yazıda bahsetmek istediğim
ifade özetle şu şekildedir: mucize üretmeye çalışmak hatalı ilişki kurmaya
yönelik bir davranıştır ve bu davranış atalarımızda belli bir yarar
sağlamıştır. Bu tür ilişkileri kuran bir beyne sahip olmamız, o ilişkilerin
doğru olduğunu göstermez ve çoğu zaman kurulan bu ilişkiler hatalı olabilirler.
İnançlar elbette psikolojik etmenlere bağlıdır, bir inancın psikolojik
etmenlere bağlı olması o inancı kötülemek için yetersizdir. Fakat ‘Belirli bir
görüş bütününden mucize üretmek’ gibi bir konuda yazıyorsak, psikolojik
etmenleri belirlemek, o davranışın neden yanlış olabileceğini anlamamız için
gereklidir.
Hazır inanca bağlılıktan bahsetmişken bir düşüncemden
daha söz etmek istiyorum. Ben insanların inancını yaşatmak ve onları terk
etmemek üzere evrimleştikleri düşüncesindeyim. Bir beyin fırtınası yapmayı
deneyelim: deneme yanılma, gözlemleme yoluyla ve ya başka yollarla bataklığın
üzerinden yürümenin yanlış olduğuna inanan biri bu inancını terk ederse ölecektir.
Bu inancı terk etmeyip bataklıkta yürümeyen kişiler ise hayatta kalacaktır. Bir
kaç nesil sonra inancı terk edenler doğal yolla ayıklanmışken o inanca bağlı
olanlar yaşamlarını ve inançlarını sürdürüyor olacaktır. Yani ilkel koşullarda
yaşayan atalarımızın inançlarını terk etmemesi gerekirdi ve geriye terk
etmeyenler kaldı.
Yine örneğe dönecek olursak bu inancı sürdürmek için
belli hikâyeler üretmeleri kuşkusuz. Örneğin "Bataklığın dibinde şeytan
var bu sebeple bataklıkta yürümeyelim" ya da "Bataklık kötü kişilerin
gömüldüğü yerler olduğu için orada yürümemeliyiz" gibi hikâyelerle
inançlarını terk etmeleri önlenecektir ve bunu yapan hayatta kalacaktır.
Örnekte de belirttiğim gibi insan inançlarını terk etmemek üzere
evrimleşmiştir. Tabi bu tüm inançların doğru olduğunu göstermeyecektir. Bugünkü
koşullarda inancı terk etmenin yanlış olduğu sonucu da çıkarılamaz çünkü
atalarımız bizden çok daha ilkel koşullardaydılar. Sonuç olarak inançlarına
bağlı kalmak için hikâyeler üreten yeni nesil bilimsel dindarlar aslında evrime
güzel bir kanıt oluşturuyor gibiler.
Konudan daha fazla sapmadan bilimsel dindarlığın temel
görüşlerini, düştükleri temel yanılgıları, girdikleri hataları inceleyelim
isterseniz. Bu maddeleri belirtmeden önce söylemeliyim ki bu maddeler oldukça
genelleştirilmiş maddeler olacaktır, kimi mucize iddiaları tüm bunlardan farklı
bir yapıda safsataya bağlı olabilirler. Fakat en çok düşülen hatalar burada
bahsedeceklerim olduğundan dolayı üzerinde durulmayı hak ediyorlar.
Zaten Yazıyordu
Söz konusu, kutsal kitaptan çıkarılan mucizelerin
temel prensibi şu şekilde işler: uzun çaba ve uğraşlar sonucunda, deneyler ve
gözlemlerin ışığında bilimde bir paradigma değişikliği olur. Bu paradigma
değişikliği sonunda elde edilen yeni teoriler, evreni anlamamızda daha fazla
yarar sağlamaktadır(Örneğin Darwin’in evrim teorisi, Lamarck’ın evrim
teorisinden daha açıklayıcı etkiye sahiptir ve ya Einstein’ın İzafiyet Teorisi,
Newton fiziğinden daha açıklayıcı sonuçlar vermektedir.) Her şey güllük
gülistanlık işlerken dindar bir kimse çıkar ve "Bu bilgi zaten 1400 yıl
önce kutsal kitabımızda yazıyordu" iddiasını bütün benliği ile savunmaya
başlar. Bilim adamları bir şey keşfeder, yeni bir icat ortaya koyar, bir teori
geliştirir ve bunun sonucunda karşılaştığı şey Müslüman’ın "E, bu zaten
Kuranda yazıyordu." cümlesidir. Klişeleşmiş bu argümana, yine klişe olan
Aziz Nesin’in bu sözü ile cevap vererek başlayacağım:
"Peki, bu Müslümanlar bu kadar aptal mı, Kuran’da
yazıldığı halde, bu kadar yüzyıldan beri Kuran’ı okudukları halde hiçbir şey
bulup çıkaramıyorlar? Hep bunu Hıristiyanlar, gâvurlar ya da dinsizler
çıkarıyor? Bu kadar beyni işlemeyen insanlar ne yapabilirler yani? "
Aziz Nesin’in bu sözüne karşılık, gelebilecek
eleştiriler şu şekilde sıralanabilir:
1- Orta Çağ’da çok sayıda Müslüman bilim adamı vardı zaten!
2- Kuran bilim kitabı değildir. Kuran’da nasıl bilim yapılacağı yazmaz, o bilgiye nasıl ulaşılacağı yazmaz, yalnızca bilimin kendisini yazar. Örneğin Kuran’da “Evren Genişliyor” derken, bunun nasıl bulunacağı yazmasa da bulgunun kendisi yazmaktadır.
3- Zaten, günümüzdeki bilimsel bilgiler, kurandan yola çıkarak ulaşan âlimler olmuştur.
Birinci maddede bahsi geçen iddia, ilk kez
bakıldığında bizim görüşümüzü çürütüyor gibi dursa da argümanımız hala
sağlamdır. Bilimsel teorinin çıktığı bireysel kaynak, elbette herhangi bir şeyi
kanıtlamaz. Misal bir teoriyi ateist ortaya atıyorsa ve bu teori kutsal bir
kitapta geçiyorsa ‘İyi de bunu ateist buldu, o zaman kutsal kitapta yazdığımı
kabul edemem’ görüşünü savunmak hatalıdır. Bir bilimsel teorinin doğruluğu,
nasıl teoriyi ortaya atan kişinin dininden, mezhebinden, ırkından ve dilinden
bağımsızsa; bahsi geçen teorinin herhangi bir kutsal kitapta yazıyor oluşu yine
kişinin görüşlerinden bağımsız olarak doğru olmalıdır. Elbette Müslüman,
Hıristiyan, Yahudi, Hindu bilim insanları olacaktır, fakat bu kişilerin ortaya
attığı bilimsel teoriler onların dinlerinden bağımsızdır. Müslüman bilim
adamlarından hiçbiri bahsettikleri/buldukları şeyleri kutsal kitaplardan
okudukları bilgilere dayandırarak bulmamaktadırlar. Bilimin dini, ırkı,
cinsiyeti yoktur. Bizim burada savunduğumuz tez Kuran’ı okuyarak popüler bilim
yapılamayacağıdır. Kuran’ı okuyan kişinin evrenin, yaşamın, biyolojinin,
fiziğin temel sırlarını ortaya koyamayacağını savunuyoruz, çünkü Kuran o
zamanın şartlarında bilinemeyecek şeyleri bize vermez. Müslüman da olsa ateist
de olsa bilim insanları ortaya atacakları teorileri, kutsal kitaplarından,
inandıkları şeylerden bağımsız olarak ortaya atarlar.
İkinci maddede de savunulduğu gibi, Kuran bilim kitabı
değildir. Kuran bilim kitabı olmasa bile, evrenin işleyişi ile ilgili belli
başlı önermeler ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu bilimsel önermeleri deney ve
gözlemle sınayabilir eldeki teorilerle doğrulayıp yanlışlayabiliriz. Şimdi
sorumuz bu: Neden bir bilimsel buluş keşfedilmeden önce neredeyse hiçbir
Müslüman tarafından o bilimsel buluşun olduğu savunulmuyor da, bilimsel buluş
keşfedildikten sonra ‘Bu zaten yazıyordu’ deniliyor? Günümüzün modern
teologlarından ve ilahiyatçılarından bazı kimseler, Dünya’nın şeklinin ‘üstten
basık ve yanlardan şişmiş’ olduğunun 1400 yıl önce Kuran’da yazdığını savunmaktalar.
Bu savunmayı yaparken aslı ‘sermek’ olan bir kelimeyi alıp o kelimenin kökünü
buluyorlar, bu kökün yan anlamını kullanıp, “Dünya’yı deve kuşu yumurtası
şekline soktuk” çevirisini yapıyorlar. Bu yöntemin anlamsızlığı ve gülünçlüğü
bir yana, eğer gerçekten Kuran’dan bu anlam çıkıyor olsaydı ne bekleyeceğimizi
düşünelim. Eğer gerçekten Kuran’da Dünya’nın şekli yazmaktaysa, Kuran’ı kendi
dillerinden okuyan, bu konu üzerinde eğitim almış, Kuran’ı Kuran’dan öğrenen
âlimlerin büyük çoğunluğunun bu görüşü savunmasını bekleriz, öyle değil mi?
Üstelik bu beklentimiz yalnızca modern âlimler için değil her dönemdeki âlim
için geçerli olmalıdır. İncelendiğinde beklenilenin aksine, geçmiş âlimlerin ve
hatta çağdaşımız olan İslam bilginlerinin bile Dünya’nın düz olduğunu
savunduğunu görüyoruz, Kuran’ın tefsirlerinde sürekli düz Dünya modeline
rastlanıyor. Ne zaman ki bilim ilerleyip Dünya’nın şeklini belirliyorsa,
birdenbire tefsirlerde de, Kuran’ın yorumlarında da değişim yaşanıyor.
Üçüncü madde ise, bazı âlimlerin günümüzdeki bilimsel
buluşları, sadece Kuran’a dayanarak açıkladığını savunuyor. Zariyat47 ayetinde
evrenin genişlemesinin 1400 yıl önce yazdığı söyleniyor. Modern çeviriciler
bahsi geçen ayeti şu şekilde çeviriyor: Biz göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik
ve şüphesiz biz (onu) genişleticiyiz. Eğer gerçekten Kuran bunu 1400 yıl önce
belirtmiş olsaydı tüm İslam uleması eskiden beri bunu savunuyor olmaz mıydı?
Elde hiç bir bulgu yokken Müslümanlar evrenin genişlediğini söylemeleri
gerekmez miydi? Fakat öyle olmadı. Çünkü ayetin belirttiği şey çarpıtılmıştı.
Henüz elde evrenin genişlediğine dair en ufak bir bilgi yokken Zariyat47 şu
şekilde çevriliyordu: "Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her
şeye) gücümüz yeter. ". Evrenin genişlemesi bilinmeden önce çeviriler buna
benzer yapılmaktaydı ve evrenin genişlemesine dair bir atıf yoktu.
İşte tam bu noktada da dindar birey üçüncü maddedeki
savunmaya sığınacaktır ve “11. yüzyılda yazılmış El-Zemahşeri tefsirinde, ayet,
evrenin genişlediği şeklinde tefsir edilmiştir. Görüldüğü gibi henüz bilimsel
bir veri olmadan yine bilimin sunduğu görüşü savunan Müslüman âlimler var”
diyecektir. Bu durumda dindar kişinin düştüğü temel yanılgı olasılık
ihtimallerini düşünemiyor olmasıdır. 7. yüzyıldan beri binlerce, on binlerce
âlim yaşamış, sayısız tefsir kitabı yazılmıştır. Tüm bu tefsirleri toplayıp
içindeki bilgileri bir kütüphanede biriktirirsek, evrenle ilgili her hipotezi
destekleyecek kanıt bulabiliriz. Tüm bu tefsirler sonucunda, ‘Dünya balığın
üstündedir’ hipotezinden tutun ‘Dünya güneşin etrafında dönmektedir’ hipotezine
kadar mantıklı/mantıksız çok sayıda tefsir bulabilirsiniz. Bu durumda evrenin
genişlediğini yazan tefsirlerin olması kadar doğal bir şey yoktur. Bir gün
‘Dünya küp şeklindedir’ dense, tefsirlerden doğrulanma yapılabilir. Asıl
problem tefsirlerin herhangi birinde bu bulgudan bahsetmesi değil, objektif
tefsirlerin büyük çoğunluğunda bu bilimsel bulguların yer almasıdır.
İncelendiğinde ise böyle bir mucizeye rastlanamaz.
"Kutsal kitabımızda zaten yazıyordu"
iddiasındaki temel hata bahsettiğim gibi kitabın yorumlarından kaynaklanıyor.
Keşfedilen bilimsel bilgiye dair elde hiç kanıt olmadığı zaman ayetler sessiz
sedasız bir şekilde okunurken; bilim yeni bir paradigma ile ortaya çıktığında
ayet çevirileri ve tefsirler birden bire değişiyor. Ayette anlatılmak istenenin
dışına çıkılıyor ve sonunda ayetlere mucize edası veriliyor. Aslına bakarsanız
bu tür hatalara sıkça düşülmektedir.
Söz Oyunları
Mucize yaratma tutkusu ile yanıp tutuşan(daha doğrusu
inancını sağlamlaştırmak için hikâye uyduran) Müslüman kimselerin girdikleri en
temel hatalardan bir tanesi ise, söz oyunlarını, sanatsal ifadeleri mucize
olarak sunmalarıdır. Kutsal kitaptan alıntılanan herhangi bir anekdot olası bir
şekilde bilimsel verilerle uyuşturulmaya çalışılarak, kutsal kitaba mucizevi
kitap havası verilir. Aslında kutsal kitapta anlatılmak istenen şey ile
bilimsel verinin arasında kurulabilecek rasyonel bir bağlantı olmasa bile,
insanlar bu bağlantıyı söz oyunlarına başvurarak açıklama yoluna gidebilir.
Mucize üretilirken düşülen en temel hata tam olarak budur.
Cinlerden ifrit: “Sen daha makamından kalkmadan, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim.” dedi. [Neml Suresi-39. Ayet]
Kimi mucize iddiacıları, bu ayette anlatılmak istenen
asıl meselenin ‘internetin icadı’ olduğunu iddia ediyorlar. Siz henüz
yerinizden kalkmadan, bilgisayar üzerinden iki tuşla bilgiyi ayağınıza
getirebiliyorsunuz. Bazı kişilere göre, bu ayette, tam da bu olay anlatılıyor.
Bahsetmeye çalıştığım ‘Söz sanatlarını ve kelime oyunlarını kullanarak mucize
üretme’ meselesini açıklayan iyi bir örnektir bu. Kuran’da geçen yukarıdaki
ayet, internet ile uyumlu gibi gözüküyor olabilir, fakat bu mucize değildir. Kuran’da
‘internet’ kastedilmeden bu tür bir ayetin yazılması muhtemeldir. Orada bahsi
geçen hikâye ile internet aracılığıyla bilgi edinme arasında rasyonel bir
bağlantı kurulamaz. Eğer gerçekten böyle bir bağlantı kuruyorsanız, bu
davranışınız (yukarıda bahsettiğim) ilişkili olmayan konularda ilişki kurma ve
hikâye uydurmadır. Bu yöntem kullanılarak en basit bir destandan, çizgi
romanlara kadar her türlü anlatımın içinden mucize çıkarmanız mümkün hale
gelir. Sadece söz oyunlarını kullanarak üretilebilecek bir mucize örneğini de
ben uydurayım.
“Aslı Sümerlerden gelen Enuma Eliş destanında Tiamat adındaki devin Kingo adında ikinci kocası vardı. Onlardan hatasız, hesapsız ifritler, cinler türedi. İyiliksever Ap-su, tanrıları da çoğaldıkça âlemleri genişledi. Tiamat’ın âlemleri daraldı.(4)”
Yukarıdaki destandan mucize üretmeye çalıştığımızı
düşünsenize... Aslında bunu yapmak o kadar da zor değildir. Eğer hikâye üretmek
isterseniz, hikâye üretirsiniz. Eğer bu anlatım kutsal kitabın bir bölümünde
geçiyor olsaydı, bu şekilde bir savunma le karşı karşıya kalabilirdik:
“Henüz evrenin oluşumuna dair hiçbir bilimsel açıklama yokken, âlemlerin genişlemesinden söz ederek evrenin genişlediğini söyleyen bu destan aynı zamanda âlemlerden bahsederek çoklu evren hipotezini de destekler. Bununla kalmaz, bazı âlemlerin daraldığından söz eder. Bu mucizevî bir anlatımdır. Örneğin neden tüm âlemler genişlemiyor da bazıları genişliyor bazıları daralıyor? 21. yüzyıl modern fiziği açıklıyor ki evrenin genişleme hızına ve karanlık madde miktarına bağlı olarak bazı evrenler sonsuza kadar genişleyecekken bazıları zamanla daralmaya, çökmeye başlayacaktır. Bizler bu bilgileri daha yeni öğreniyoruz, söyleyin bu mucize değil de nedir? Şimdi hepinizi dinime davet ediyorum. ”
Bu şekilde, ikna
edici cümleler kullanarak çok sayıda kişiyi kandırabilirsiniz. Aslında
anlatılmak istenen şey ne çoklu evrendir, ne evrenin genişlemesidir ne de
daralan evrenlerdir. Tüm bu yorumlar kişinin hayal gücüne bağlı olarak
ilişkilendirilmiştir. Aslında bilimsel gelişme ile anekdot arasında mantıksal
bir bağ olmasa da, mucizenin sunuluş şekli bize bunu yansıtmaktadır.
Bazen dindar kişilerin bu tür argümanlar kurmadığına
şaşırıyorum:
“Tebbet Suresinin birinci ayetinde ‘Ebu Leheb'in elleri kurusun, zaten kurudu’ yazmaktadır. Kuran 1400 yıl önce el kurutma makinesinin icadını haber veriyordu. Hala mı inkâr edersiniz kâfirler?”
Burada düşülen hatanın aynısına, İslami mucizelerin
çoğunluğunda düşülüyor. Bunu anlamak çok zor değil.
Bilinemez Mi?
Es geçilmemesi gereken konulardan bir diğeri ise o
dönemde bilinen şeylerin Kuran’da yer almasının mucize oluşturmayacağıdır. O
dönemde birçok mitin Kuran’a kulaktan dolma yollarla geçtiğini söylemiştim.
Aynı şeyin bilim için de geçerli olduğu görülüyor. Neredeyse kesin olarak
söyleyebiliriz ki Muhammed dönemine göre zeki biriydi. Bilimden de uzak
değildi. Ayrıca kültürel etkileşimin en çok yaşanacağı bir meslekteydi:
Tüccardı. Farklı şehirlerden köleleri vardı. Öğretmenleri vardı. Her zaman
anlatılmış bir yanılgı da şudur ki: Okuma yazma bilmiyordu iddiası kabul edilir
değildi. Muhammed okuma yazma da bilen biriydi. Tüm bu sebepler düşünüldüğünde
böyle bir adamın dönemin bilimsel anlayışlarından az da olsa haberdar biri
olduğu anlaşılabilir. Doğal olarak o dönemde doğru olduğu kabul edilen
görüşlere, yazmış olduğu kitapta rastlamak şaşırtıcı olmamalıdır. Şaşırtıcı
değildir de… İşin ikna edici tarafı Peygamber bilimsel olarak doğru kabul
edilen görüşleri kitabına aktarırken yalnızca doğruları aktarmamış, doğru kabul
edilen çok sayıda yanlış, diğer bilgilerle beraber Kuran’a karışmıştır (kalbin
düşünmesi, dağların sabit yaratılması, güneşin çamur içine batması gibi).
Bu başlık altında bahsedilmek istenen, Peygamberin
sanıldığı gibi sadece bilgisiz, kültürsüz bir bedevi olmadığını, dönemin
tüccarı olduğunu, farklı kültürdeki tüccarlarla sürekli kültürel etkileşim
altında olduğunu, bu şartlar altında dönemin bilimsel inançlarını tahmin
edebileceğini anlamak zor değildir. Bu durumda bugün ‘Bu mucizedir’ denilen bir
olay, aslında o zamanlar da inanılan bir görüş olabilir. Eğer yedinci yüzyıl
dünyasında geçerli sayılan görüşler arasında, bugün elde ettiğimiz bulgulara
rastlarsak, Kuran döneminde zaten bilinen şeyleri Kuran’da görmüş oluruz. Eğer
Kuran’ın yazıldığı dönemde bir şey zaten biliniyorsa, onun Kuran’a geçmiş
olması mucize sayılmamalıdır.
Örneğin Hipokrates, ’bazı membranlar (zar) başlangıçta
oluşur, diğerleri ikinci aydan sonra ve diğerleri üçüncü ayda oluşur‘ der. Bu
söz sayesinde Kuran’da neden ”sizi de annelerinizin karınlarında, üç karanlık
içinde, bir yaratışın ardından diğerine çevirerek yaratıyor” dediğinin
açıklamasıdır ve Kuran’da bu ifadeye nasıl rastlandığını açıklayabilir.
Kuran’ın, Dünya’nın şeklini anlattığını iddia eden kişileri düşünürsek,
Dünya’nın şeklinin bilinmiyor olduğunu düşündüğümüz o dönemde, Dünya’nın gerçek
şeklini tasvir eden çok sayıda yunanlı doğa felsefecisi vardır. Doğa
filozoflarını bir kenara bıraksak da, Atlas’ın düz olmayan dünyayı sırtında
taşıyor olması bile (eğer kuranda dünyanın şekli yazsaydı) Kuran’ı mucizevî
yapmazdı. O zamanlar bilinen şeylerin kutsal kitapta yazıyor olması o kadar da
şaşırtıcı değildir. Hayatı boyunca Batlamyus, Aristoteles, Pitagoras, Hipokrates
okumayan kişilerin, bu gibi düşünürleri tanımayan bireylerin Kuran’ı mucizevî
bir kitap olarak nitelendirdikleri anlaşılabilir.
Mitlerin Dini
‘Zaten Kuran’da yazıyordu’ iddiasıyla ilgili olarak,
mucize olarak sunulan olaylara dair önemli bir noktaya daha vurgu yapmak
istiyorum. Daha önce de belirttiğim gibi Kuran 7.yy da bilinemeyecek hiçbir
şeyi bizlere gösteremez. Aksine o zamanın görüşleri çok sınırlı ve mitolojiye
dayalı olduğu için Kuranda mitolojiye bolca rastlarız ve bu mitler bilimle açıkça
çelişecektir. Örnek vermek gerekirse 7. yüzyılın yaygın inanışlardan biri olup
Tevrat’a dayalı olan, Tanrının evreni 6 günde yaratıldığı fikri, oldukça
popüler bir görüştü. Bugünün tefsircilerine, ilahiyatçılarına baktığımızda, bu
bilgi yanlışlandığı için, ayetlere
yepyeni anlamlar katmaktalar. Altı gün mitinde geçen "gün"
kelimesinin "evre" anlamında kullanıldığını iddia eden modern
ilahiyatçı sayısının oldukça fazla olduğu göze çarpıyor. Fakat bakmanız gereken
yer Kuran’ın indiği zamanlardaki Kuran yorumlarıdır. Eğer onlar da gün
kelimesini evre olarak yorumlamış olsalardı, bu bilgi biraz geçerlilik
kazanabilirdi. Ama eski zamanda yaşamış İslam uleması Kuran’ı olduğu gibi
yorumlayıp anlıyordu. Onlar Kuranda ne yazıyorsa onu anlıyorlardı. Doğru olan da
bu olmalıydı.
Eski bir kültürdeki inanışa göre tanrı midesi
rahatsızlanmıştır. Daha sonra tanrı kusmuştur ve bu kusmayla evren
oluşmuştur(5). Bu inanış son derece ilkel değil midir? Bu inanış açık bir
şekilde, insanların "Neden" sorusuna cevap ararken ürettiği,
yanlışlarla donatılmış mitlerdendir. Şimdi bu bilginin Kutsal Kitaplarda
geçtiğini hayal edin. Eğer siz bu inanışın eski ilkel inanışlardan kalma
olduğunu söyleyip mantıkla çeliştiğini iddia ederseniz karşı karşıya
kalacağınız savunma "Hadi ama Yapma!
Orda tamamen mecazi bir anlatım var. Kusma ile anlatılmak istenen gerçek kusma
değildir ki. Orda her şeyin biranda kısa bir sürede oluştuğu mecazi yolla
vurgulanıp büyük patlamanın olduğunu anlatıyor. Hayır, bu bilgi bilimle
çelişmiyor" şeklinde olurdu
Oysa rasyonel düşünen her birey bu mitin eski
zamanlardaki insanların kafalarındaki belli sorulara cevap vermesi için
oluşturduğunu ve bunu anlatırken doğrudan anlatılanı anladığını, büyük
patlamanın kastedilmediğini kavrayacaktır. Tabiri caizse kusma inanışı, her ne
kadar mecazlarla bilime bağlansa da yanlış olduğu anlaşılacaktır. İşte Kuranın
insan yazımı olduğu buradan anlaşılır: yazıldığı dönemin mitsel inanışlarını
içerir.
Bilimsel Verileri Çarpıtma
Yukarıda bahsettiğimiz hatalara benzeyen diğer bir
sahte bilimselcilik anlayışı ise bir mucizeyi kanıtlama yönündendir. Aslına
bakarsanız bu tür iddialar, bilimle uzaktan yakından alakası olmayan şeyleri
bilimin uğraşıymış gibi gösterme iddialarıdır. Neml suresinde geçen bir masal
şu şekildedir:
Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları onun önünde toplandı. Hep birlikte düzenli olarak sevk ediliyorlardı. Nihayet karınca vadisine geldikleri vakit bir karınca, “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesinler” dedi. Süleyman, onun bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki: “Ey Rabbim! Beni; bana ve ana babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!”(Neml Suresi 17-19)
Bu ayetlerin masalsı tavrı karşısında bazı dindarlar
karıncaların muhabbet etmesinin bilime bağlanmaktadırlar. Karıncaların
birbirleriyle iletişim kurduklarını anlatan bilimsel bir gözlemi alarak,
karıncaların muhabbet etmesi gibi göstermeye çalışan bazı kişiler olmuştu.
Bilimsel veriler karıncaların iletişim kurduğunu açıklıyorken, bu bilimsel
verileri farklı yorumlayarak ‘karıncaların, insanların isimlerini bilmesinin ve
zikretmesinin, insanlarınkine benzer cümleler kurduklarının, hatta bu
konuşmaların peygamber tarafından anlaşılabilecek şekilde gerçekleştiğinin’
kanıtı olarak sayabiliyorlar. Düşünsenize La Fontaine masallarındaki fablları
buna benzer deneylerle, doğruymuş gibi gösteren insanları. Bunu yapan birine
hepimiz anlamsız gözlerle bakardık ama söz konusu din olunca bu tür davranışlar
insanlara gayet doğa gözükebiliyor.
Bilimsel verileri çarpıtarak mucize üretmeye bir sürü
örnek verilebilir. Dindar bireyler bu hatanın bir benzerine ise “Beyinde
tanrıya inanmakla yükümlü bölgeler keşfedilmiştir, insanlar doğuştan tanrıya
inanırlar. İnanç doğuştan gelir, bu inanç noktasının olması ise Allah
tarafından, ona inanacağımız şekilde yaratıldığımızı gösterir” derken düşmekteler. Öncelikle, bir ‘Tanrı
Noktası’ varsa bile, bu tanrı tarafından bu şekilde yaratıldığımıza dair delil
olarak gösterilemez. İnanç, evrimsel süreçte hiçbir metafiziksel sebep olmadan
oluşmuş olabilir. “Hikâye Uydurma” alt başlığı altında da bahsettiğim gibi, bu
noktanın(eğer varsa) evrimsel süreçte oluştuğunu düşünmekte hiçbir sorun yoktur.
İşin bu boyutunu bir kenara bırakırsak, ruhani olaylarla, inançlarla
ilgilenirken beynin farklı bölgelerinde yoğunlaşma söz konusudur. Bu tür
etkiler ve yoğunlaşmalar ise her türlü fiziksel aktivitemizde görülebilir.
Örneğin sol beyin konuşmayla ilgilenen bölümdür. Bu tür bir bölümün olması,
çocuğun büyüyeceği zaman kesinlikle konuşacağı anlamına gelmez. Eğer çevreden
konuşmayı öğrenmezse konuşmayacaktır. Nitekim bahsedilen tanrı noktası (!) tek
tanrılı dinlerde tanrı, Allah, Yehova gibi kavramlar üzerinde etkiliyken
Budistlerde nirvana, ateistlerde evren üzerinde ilişkilidir (6). Yani
dindarlarda bu noktanın tanrıyla ilişkilendirilmesi bu bölgenin tanrıya
inanmakla yükümlü olduğunu göstermez. Tanrı noktası ile ilgili olan bu iddia
da, bilimsel verilerin yanlış yorumlanışı ve esnetilip sunulmasının bir
ürünüdür.
Bu maddede anlatmak istediğim temel görüş, dini
kanıtlamak için bilimin çarpıtılması, esnetilmesi, hatalı şekilde
yorumlanmasının mucize iddialarında negatif bir etki yaratacağıdır. Bu tür bir
‘Bilimsel Verileri Çarpıtma’ hatası sadece dinde de görülmez, birçok fanatik
şekilde savunulan görüşlerde rastlanılabilir. Örneğin Naziler kendi
görüşlerinin doğruluğunu kanıtlamak için son çarelerden biri olarak bilime
başvurmuşlardır, elbette bu işi, bilimsel çarpıtarak yapmıştırlar. Biyolojinin
verilerinden yararlanan bir doktor, Yahudileri insanlığın bedeninde kangrenli
bir uzva benzetiyordu, insanlara sahte bilimsel veriler sunuyordu. Müşabih
şekilde siyahîlerin alt ırk olduğunu savunan ve kendilerini üstün gören
ırkçıların da bilimsel verileri çarpıtarak kendi ifadelerini kanıtlamaya
çalıştıklarına rastlanır. Bana göre dini de bu şekilde, bilimi çarpıtarak
kanıtlamaya çalışmak derin bir safsatadır.
Tarihsel Mucizeler
Geldik numeroloji safsatasına. Sayısal mucizeler adı
altında, küçük bir internet taramasında bile birçok mucize iddiasına
rastlanılabilir. Aya çıkış tarihini mi ararsınız, DNA’nın keşfini mi...
Kuran’da hepsi yazmaktadır ama o kadar gizli bir şekilde gizlenmiştir ki (!)
bulmanız zaman alacaktır. Dal Nün Elif harflerinin bir araya gelmesi bize
DNA’nın keşfini anlatacakmış. Hadi canım... Kuran çok sayıda harfin
kombinasyonundan oluşmuş uzun bir kitaptır. Hesaplandığındaysa, çok sayıda
harfin bir araya gelmesi ile anlamlı kelimelerin oluşması olasılık dışı
değildir. İngilizcede ayların baş harflerinin bir araya getirildiği şu
birleşime bakın “JFMAMJJASOND” Bu birleşimin içinde yine, İngilizce anlam
kazanan bir kelimeye (Jason) ulaşılabiliyor. Kaldı ki Kuran’dan bu şekilde
mucize üretmek mucize olsun.
Konumuzdan fazla uzaklaşmadan tarihsel mucize
savunularının yanılgılarına bakalım.
Tarihsel mucizelerde düşülen en temel hata Kuran’ın indirilmiş olduğu
gibi değil de sonradan, insanlar tarafından yazıya geçirilmiş olduğunu
unutmaktır. Sunulan tarihsel iddiaların birine bakıldığı zaman durum çok daha
iyi bir şekilde anlaşılacaktır:
“Kamer” kelimesinin Türkçedeki karşılığı “Ay”dır ve Kamer Suresi’nde “Ay” kelimesi birinci ayette yer almaktadır. Bu ayetten itibaren Kuran’ın sonuna kadar tam 1390 ayet bulunmaktadır. Hicri Takvim’de 1390 yılı Miladi Takvim’e göre 1969 yılına denk gelmektedir ki bu da Ay’a çıkış tarihidir. Bu surede insanlık tarihinin en önemli gelişmelerinden birine 14 yüzyıl evvel işaret edilmektedir. "
Her şey iyi hoş ve ilahi gözükmesine rağmen, Kuran’ın
şu anda okuduğumuz şekilde indirilmediğini unutmamak gerekir. Kurandaki
surelerin hatta surelerin içindeki ayetlerin dizilimi kronolojik değildir.
Kuran’ı bu hale getiren zaten insanlardır. O halde yapılan bu sayısal mucizeler
Allahın öngördüğü sırayla değil, tamamen insanların seçmiş olduğu sıraya göre
yapılmaktadır. Bu da aslında tüm bu uğraşların boş olduğunun küçük bir
kanıtıdır.
Bu türdeki argümanların diğer bir hatası, bir olay
gerçekleştikten sonra, o olaya dair işaret bulmanın sanıldığından çok daha
kolay olmasıdır. Denerseniz, bu tür tarihsel mucizeleri çok kolay bir şekilde
üretebilirsiniz:
“ Kuran 19:20 de ne yazar bakalım: "Meryem: Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir, dedi." Bakınız, bu ayette bakirelikten bahsediyor. Bu ayetin Kuranda 19:20 de geçiyor olması elbette ki amaçsız değildir. "İstanbullu Bakire" isimli film ne zaman gösterime girdi dersiniz? 1920'de... Bu tesadüf mü? Tabii ki buna da tesadüf demek inkâra iman etmektir. İşte Allahın kudreti... “
Bahsettiğim bu mucizeyi(!) baştan aşağı ben uydurdum.
Pek de zor olmadı açıkçası, çünkü bu mucizesel olayı, açıklanması beklenilen
şey olduktan sonra iddia ettim. Bunun içindir ki bir ilkokul kitabından bile
bir mucize çıkarabilirsiniz.
Sonuç
İnançlı kişiler, psikolojik bir etken olarak
inançlarına sıkı sıkıya bağlı olmalarından ötürü, kutsal kitaplarından hikâye
uydurma gibi bir davranış sergilerler. Bu tür bir hikaye uydurma davranışı kimi
zaman bir çelişkiyi söküp atmak için sergilenirken, kimi zaman inançlarını
sağlamlaştırmak adına gerçekleştirilir. Kişi bu durumda dürüst bir şekilde
yalan söylemektedir, kendini kandırmaktadır. Bu tür hikâyelerin uydurulmasının
temel sebebi, olaylar arasında ilişki kurma ve inanma üzerine evrimleşmiş bir
beyne sahip olmamızdan kaynaklanır. Dindarlar mucizeleri ilişki kurarak ortaya
atmaktadırlar ve kurdukları ilişki psikolojiktir. Böyle bir ilişkinin kurulması
iddiayı kanıtlamaz. Bu iddianın psikolojik kökenli oluşu mucizeyi yanlışlamıyor
olsa bile kurulan her ilişkinin doğru olmadığını göstermek bakımından
yararlıdır.
Kurandan mucize çıkarmak için belli yöntemlere
girişilir ki bu yöntemlerin neredeyse hepsi tehlikelidir ve bu mucize
argümanları ortaya atılırken bir takım hatalara düştüğü görülür. Bu yönteme
giren kişilerin bu hareketi bile başlı başına evrimsel bir olayın ürünüyken,
belli yanılgıların sergilenmesi beklenilmeyecek bir durum değildir. Bu
yanılgılar şu şekilde sıralanabilir:
1-
Kuran’dan mucize çıkarmaya çalışan kişiler kimi zaman Kuran’da
anlatılmak istenen şeyi çarpıtırlar. Kuran’da anlatılmak istenen şey X ise bunu
Y şeklinde yorumlayabilirler.
2- Kuran’da
1400 yıl önce bilinmesi imkânsız teorilerin ve buluşların yazdığını iddia
edenlerin gözünden kaçan temel hatalardan biri de eğer Kuran’da gerçekten o
buluştan bahsediyorsa, geçmişten günümüze İslam ulemasının bahsi geçen mucizeyi
savunması beklenmelidir. Fakat mucize argümanları incelendiğinde, bilimsel
teoriler ortada yokken tefsirler ve Kuran yorumları, bilimin sunduğu şeyden
zerre bahsetmiyor; bilimsel teoriler ortaya atıldıktan sonra tefsirler ve
yorumlar bilimi destekler şekilde gözüküyor.
3- İslam’ın
ortaya çıkmasından bugüne uzun bir zaman geçmiştir. Bu tarih boyunca on
binlerce(belki de yüz binlerce) İslam Âlimi ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte
sayısız Kuran tefsiri de oluşturulmuştur. Tüm bu tefsirler ve Kuran yorumlarına
bakıldığı zaman, içlerinde mantıklı/mantıksız, akılsal/imansal, modern bilimle
uyuşan/uyuşmayan yorumlara rastlamak mümkündür. Eğer Kuran’da mucizevî bir
kehanet geçiyorsa, yalnızca birkaç tefsircinin bunu savunmuş olması gayet
doğaldır ve beklenilebilecek bir durumdur. Eğer gerçekten mucizevî bir kehanet
varsa, yalnızca birkaç Kuran yorumunu göstermek yeterli bir kanıt oluşturmaz
aynı zamanda âlimlerin çoğunluğunun bu bilimsel bulguyu henüz bulgu
keşfedilmeden savunmaları gerekir. Fakat böyle bir durum yoktur.
4- Mucize
argümanlarının çoğu, kutsal kitapta anlatılmak istenenin dışına çıkarak, söz
oyunlarının da etkisiyle ortaya atılmaktadır. Bu tür söz sanatlarını
kullanarak, olası bir destandan bile mucizevî yorumlar çıkarılabilir.
5- Kuran’da
yedinci yüzyıl dünyasında bilinemeyecek şeylerin hiçbiri yazmamaktadır. İslam
Peygamberi sanıldığı gibi, okuma yazma bilmeyen, dönemin görüşlerinden bihaber
biri değildir. Kendisi kültürel etkileşimin yoğun olduğu bir meslek yapmaktadır
ve dönemin görüşlerini Kuran’a aktarmıştır. O dönemlerde zaten bilinen şeylerin
Kuran’da yazması ve aktarılan görüşün doğru olması Kuran’ı ilahi yapmaz.
Kuran’dan mucize çıkarılacaksa, bahsi geçen bulgunun o dönemde asla bilinemeyeceği
de gösterilmelidir.
6- Kuran
dönemin bilimsel görüşlerini aktarırken yalnızca doğru görüşleri aktarmamış,
aynı zamanda bugün hatalı olduğu bilinen mitleri de barındırmıştır. Kuran’ın
yazıldığı dönemde çok sayıda yanlış inanış ve mit bulunuyordu. Bu ilkel
mitlerin Kuran’da geçiyor olması es geçilmemelidir. Bu çelişkileri kurtarmak
için mecazi anlatım savunmasına başvurmak ise ‘Sıkı sıkıya bağlanılan bir
inançta çelişkilere rastlandığında hikaye uydurma’ eğiliminin açık bir
göstergesi olacaktır.
7- Kutsal kitaptan mucize üretilirken,
argümanın dayandığı bilimsel veriler iyice irdelenmelidir. Zira mucize üretme
pahasına bilimsel veriler çarpıtılabilir, yanlış yorumlanabilir.
8- Kuran, 114
sureden oluşan, uzun bir kitaptır. Bir maymunun daktiloya rastgele basmasıyla
bile anlamlı kelimeler çıkıyorsa, Kuran gibi karmaşık bir kitap içinde,
anlatılmak istenenin dışında, anlamlı kelimelere rastlamak (DNA gibi) ilahi bir
tercih değildir. Böyle bir kitapta buna rastlamak, yazının başında da
bahsedildiği gibi, olmayan ilişkilerden mucize üretmektir.
9- Günümüzde
okuduğumuz Kuran, insanlar tarafından sıraya dizilmiş bir kitaptır. Kronolojik
sıraya göre dizilmemiş olan bu kitaptan tarihsel mucizeler çıkarmaya çalışmak,
bahsedilen mucizeyi insanlara atfetmektir. Bu kanıtlamaların herhangi bir
değeri yoktur.
10- Tarihsel ve sayısal mucizeler, istenilirse ve
uğraşılırsa, bir ilkokul kitabını, ilahi özelliği olmayan herhangi bir kitabı
bile mucizevi olarak gösterebilir. Olaylar gerçekleştikten sonra ‘Böyle bir
tarihsel işaret vardı’ demek, her kitaptan alıntılanan anekdotlarla
sağlanılabilir.
Bunlara benzer çok sayıda Kuran’ın Tanrı tarafından
yollandığına dair kanıt iddiası, video savunması, mucizelerin yazıldığı
kitaplar bulabilirsiniz. Hepsine ayrı yer vermek yerine girilen temel hataları
gösterdim. Dikkatle bakıldığında, bu hatalardan en az birine düşmeden mucize
üretmek hemen hemen imkânsız gibidir. Umarım yararlı olmuştur.
Kaynakça:
1- Lewis Wolpert, İnanılmaza İnanmak, Gürer Yayınları
2-Moscovitch (1989)
3-Türk Psikiyatri Dergisi 2007, Cilt 18, Sayı2
s.173-174
4-Uraz, Murat, Türk Mitolojisi, Düşünen Adam Yayınları
5-Stephen Hawking Büyük Tasarım Doğan Kitap s.105
6-Brick Johnstonea, Angela Bodlinga, Dan Cohenb, Shawn
E. Christc & Andrew Wegrynzc Right Parietal Lobe-Related “Selflessness” as
the Neuropsychological Basis of Spiritual Transcendence International Journal
for the Psychology of Religion

en büyük kanıt bizim mükemmel bir şekilde yatatılışımız
YanıtlaSilbütün bu varoluş sistemi hiç bir insanoğlu tarafından kurulamaz bu düzenin kurucusu olduğu kesin bunun adına ister tanrı deyin ister Allah yollar hep aynı adrese çıkar
Hayır aynı adrese çıkmaz. Canlılığın tasarımcısı bellidir zaten: Doğal Seçilim. Bir zeka yoktur iyi özellikler tutulur kötü özelliğe sahip canlılar ölür ve nesilleri devam etmez. Canlılık milyarlarca yıldır bu şekilde şekillenmiştir.
SilEvrenin yaratıcısı da olmak zorunda değil. Eğer özel olarak bir şey yaratmış gibi düşünüyorsan bu sefer böyle bir soru çıkar "Tanrıyı kim yarattı?"
Tanrı çok üstün karmaşık bir şey olacaktır bu sebeple sonsuzdan beri varolan şey ya da kendiliğinden yaratılan şey dememiz saçmadır. Bu sebeple evrenin nasıl oluştuğunu düşünürklen hiçbir kanıta dayanmadan evrenden daha karmaşık bir şeyi öne sürmen mantıksız oluyor
Ayrıca mükemmel bir tasarımımızın olduğu da çok desteksiz bir atış olmuş.
SilMükemmel yaratılış;
SilBedensel yaratılışı es geçtim o kadar harikayız ki yaşadığımız dünyayı mahveden biz, Biribirini öldüren biz, Aynı dünyada yaşadığımız halde diğer yaşayan canlılara eziyet eden biz, Tecavüzler,cinayetler inanç katliamları düşününce gerçekten mükemmel bir canlıyız...
Barış A.K.
dogru neremiz mukemmelmis bizim... yedi duvel bir olup birileri birlerini olduruyor diye onlari oldurmeye gitmeyi planliyorlar suriye'ye... dunya hepimizi sirtindan silkeleyip kokumuzu kurutmadikca digger milyonlarca tur icin huzur yok bu dunyada...
SilŞu an dünya üzerindeki (keşfedilmiş) en gelişmiş canlı insan evet. Daha iyisini göremediğin için insanı mükemmel sanıyorsun. Halbuki bu hayal gücünün sınırlarından dolayı. Yeni bir renk düşünememem gibi.
Siltamam bizim mükemmel şekilde yaratılışımız tanrının eseri diyelim.. ama hangi tanrının? kuranın allahı olmadığı aşikar, bi tanrı hem mükemmel evreni, hem mükemmel insanı, nebulaları,kara delikleri, galaksileri yaratıcak, ondan sonra 1 erkeğe 4 kadın, olmadı 1 kadın ve köleler le idare etsin mi diyecek? mükemmel insanı tanrı yarattı diyosan hakkını ver hangi tanrı yarattı bul.. sana bir tüyo, kurandaki allah değil mükemmel insanı yaratan ;)
SilSemra Hanım, bu durumda siz dinden çıkmış ve deist olmuşsunuz demektir. Eğer yaratıcı iddianızı, inanılamayacağını kabul ettiğiniz kitaplardan almadı iseniz nereden aldınız? Bir gün bulaşık yıkarken, "bu iş olsa olsa ilahi bir gücün eseridir" deyip, yüzyıllardan süzülen bilimsel tezlerin doğru olamayacağı sonucuna mı vardınız?
Silinsanların arasında aşağılık pislik olanlar var diye Allahın olamayacağını savunacak kadar aptal varsa o dünyadaki işleyişi çok anlamamış demektir dönüp muhalefet yapacak başka argümanlar bulmalı bence kim ne derse nasıl inkar ederse etsin o malum gün geldiğinde tüm gerçekler ortaya çıkacaktır kimsenin şüphesi olmasın insanoğlunun yönettiği bir dünyadan eşitlik,huzur,barış beklemek ve bunlar olmuyor diye Allahı yok saymak sadece basitlik olur insanın sorumlu olduğu bu pisliğin cezasını elbet hakedenler çekecektir.
Siltamam şimdi her şey iyi güzel de şu atomların bir araya o kadar düzenli bir şekilde gelip de (söylediğimiz gibi mutasyonların olmasına karşın) hayranlık verici olması ve cansız ayrıca iradesi de olmayan cansızların bir araya gelerek canlı, iradesi olan ve özellikle dikkat çekmek istiyorum duygusu olan varlıkları oluşturması nasıl mümkün olabilir? İslam dini ayrıca araştırmayı ve bilgi edinmeyi de öğütler o yüzden sordum bu soruyu.
Silbiz müslümanların kitabında yazan allaha inanan herkez cennete gidecek hristiyan musevi müslüman farketmiyor
YanıtlaSilTEVBE 9/30. Yahudiler, "Üzeyr Allah’ın oğludur" dediler; Hıristiyanlar, "Mesih Allah’ın oğludur" dediler. Bu, daha önce inkar edenlerin sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözdür. Allah onları yok etsin, nasıl da uyduruyorlar!
SilMAİDE 5/51. Ey İnananlar! Yahudileri ve hıristiyanları dost olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.
ALİ İMRAN 19. Allah nezdinde hak din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur.
ALİ İMRAN 3/85. Kim İslam’dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir.
Semra bu yanıt yeterli oldu sanırım desteksiz sallamaya gerek yok.
SilBence yeterli olmadi cünku islam allahim butun dinlerinin genel adidir ve sen bu ayetlerle bunlari yalanlayamazsin. Son iki ayet olmasaydi şayet hakli olabilirdin .
Sil"Herkez" değil "herkes" yazılması gerekiyor. Müslüman, Musevi, Hristiyan ve Allah sözcükleri özel isim kategorisine girdiğinden büyük harfle başlamalıdır. Cenneti küçük harfle başlamanda bir sakınca yok
SilAh birde müminler kendi kitaplarını bizim kadar okumuş olsalar...
SilBöyle saçma bir cümle olabilir mi ? Baba yahut ana; bir disiplin, bir doğruluk, bir yaşayış sağlamak amacıyla evlatlarının en güzel, en doğru şekilde olmasını ister. Bence bu doğrudur(sınırı aşmamak, saptırılmamak şartıyla). Biz ki baba olsun anne olsun evlatlara herhangi bir şeyin yapılacağı hususunda sınıflandırma veya kategoriselleştirme olsun istiyoruz, biz ki evlatlarımız etik olarak doğru ve iyi olsun isteriz ve bunun için bu kurallar doğrultusunda yetiştirir ve yetiştiriliriz, biz ki gördüklerimiz kadarıyla yetinmemize karşın bu kurallar çerçevesinde doğru olanın etik olanın bu olduğunu düşünüyoruz. Bırakın ki Yaratıcı(Allah cc) Kur'an'da buyurduğu gibi; öncelikle Yaratıcının varlığına inanmak ve inanmanla birlikte yaşayışlada bunu göstermek, yani namaz, oruç, hac ve zekat gibi farz olanları öncelikle yerine getirmemiz ve getirilmemesi halinde, uygulayanlar ve uygulamayanların aynı kefeye konulmayacağı ve konulamayacağını söyleyen yaratıcı böyle olmasını bizlere buyururken, sen kalkmış İslamı uygulayan ve dışındakilerin aynı kefeye konulacağını söylüyorsun. Kendi üzerimden söylemem gerekirse, allahın buyruklarını yerine getirmeye çalışan biri olarak onlarla aynı yerde olmam, onlarla aynı kefeye konulmam kadar saçma hiçbir şey olamaz. Yaratıcının olduğuna inanmamak kadar saçma bir durum meydana gelir. Bu konudan hariç şunu söylemem gerekirse yaratılışımız yahut onların düşüncesine göre evrendeki mahlukatlar, kendimize göre bazı şeyleri söyleyebiliriz, söylersiniz yahut söylerim, fakat doğru yada iyi olduğu sadece bizce, bizim mantığızca düşünülebilir. Fakat yaratıldığımız bu bedenin bir sınırı vardır ve bence öylede olması gerekiyor ki bu bedenimizdeki özellikler sadece bir yere kadar gidebilir. Örneğin herhangi bir objenin arkasında olanları göremememiz, yahut bildiğimiz kadarıyla evrenin sozluğuna 'bu nasıl olur ya' diyebileceğimiz sınırlı mantığa ve beyne sahip olmamız bizim ''Tanrı Nasıl Varoldu? İnandığımız Tanrı Nasıl Olduda Bu kainatı Yaratabildi?'' sorusunun cevapsızlığına erdirecektir. Beynimizin sınırının olduğunu bildğimiz halde neden bu soruların cevaplanmasını bekleyebilir. Bu hususta inanmaktan başka yapılacak hiçbir şey olmayacaktır. Neden böyle yarattı? sorusunu sorabiliriz, bu soruya söylediklerime inanan olarak Tanrı'nın büyüklüğüne inananlar olarak öyle istediği için cevabı verilebilir. Mantığımızca doğru mu yanlış mı? sadece senince senin verebileceğin bir cevaptır. İster inanırsın ister inanmazsın. Her şey apaçık ortadadır. Değiştirilen kitabın nesine inanayım, hükmü kalkmış kitabın nesine inanayım. Hep beraber kalkalım İncil gibi kitap yazalım herkeste inansın mantığı onlara göre doğrudur. Değiştirilmesine rağmen kendi kitaplarına inandıklarında olduğu gibi..
SilTanrı kitaplar gönderiyor ve hükümleri kalkıyor. Kitap muhafaza dahi edilemeyince yenisini yolluyor. Ta ki Muhammed'e kadar. Ondan sonra "hamdolsun(!)" her konuya açıklık geliyor. Tüm insanlığın tüm zamanlarına gönderilmiş bu kitap, her konuda öyle ayrıntılı ders veriyor ki(!), kısacık sınırlı metninde peygamberin evinde misafir olarak çok kalmayınız, rahatsız olabilir diyor. Biz Muhammed'i oğulluğunun karısıyla evlendirdik ki siz de sonradan evlatlıklarınızın eşleriyle evlenmek isterseniz emsal olsun diyor. Ne Tanrı ama! Tüm zamanların insanlığına gönderilen kitap şu an insanların %95'inin anlayamayacağı dilde. İçeriği de ortada, hani tüm zamanlara gönderilmiş ya (!) ama nedense hep o zamanın ahlaki değerleriyle açıklanacak durumlar mevcut. Çok eşlilikten tut da kadının ikinci planda olup erkeğin yarısı kadar bile şahitlik hakkı olmayışına, miras bölüşmelerine, savaş ganimeti paylaşımında erkeğin istediği kadını cariye yapabilmesine kadar her yer 14 asır evvelki ahlak değerleriyle dolu. Tüm zamanlara, tüm insanlara gönderilmiş! Yersen.
SilYazdıklarıma yanıt verenler olacaktır.(''Böyle saçma bir cümle olabilir mi ?'' ile başlayan yazı şahsıma aittir, hiçbir şekilde alıntı yapılmamıştır.) Rica ediyorum tarafını değiştirmeden, iki yüzlülük yapmadan cevaplar yazsınlar. Şahsen tarafım bellidir. Tarafsız, konuyu çarpıtarak konuşmak cahilliğin ve bununla birlikte ciddiyetsizliğin göstergesidir. Ağız ve kulak mesafesini uzatmadan, ağızdan çıkan sözle söylemek istediğinin arası açık olmasın, rica ediyorum.
Silne müthiş bir yazı.uzun zamandır bu kadar doyum sağlayan ve okuduğumda bana mutluluk veren bir yazı okumamıştım.
YanıtlaSilçok güzel bir yazı olmuş, umarım devamı da gelir ve ihtiyacı olanlar bir şekilde yararlanır.
YanıtlaSilGüzel yazı gerçekten.Teşekkürler alfa ;)
YanıtlaSilDevamino bekliyoruz bu yazilarin gercekten cok guzel bi yazi olmus ama bence inanan birinin kafasinda acaba lar olusturabilrcek duzeyde degil.
YanıtlaSilİçinden çok fazla çıkarımlar alınacak enfes bir yazı.Bazı bölümleri sohbetlerde kullanmak için çalacağım.:) Teşekkürler ve devamının gelmesi umuduyla selam olsun.
YanıtlaSilBilimi sohbetlerde insanları zor duruma düşürmek için kullanırsanız gelişemezsiniz zaten. Bu ülkede bilim ateist tarafından yaratılışçıyı göt etmek, müslüman tarafındansa ateisti göt etmek için kullanılır.
SilO, bilim konuşulan yerde zor duruma düşecek adamın sorunu.
SilAlfa yazıları sadece beğenmemiz sana yeterli destekte bulunuyor mu?
YanıtlaSilNe kadar çok kişiye ulaştırırsanız o kadar iyi olacaktır ama yapmazsanız da sorun olmaz :)
SilBunu yazan her kimse bunu kanıtlaması için, Big Bang teorisi ortaya atılmadan önce herhangi bir Türkçe Meal'i ortaya çıkarması gerekir. Eğer o Meal ile bugünkü Meal farklı ise o konuda haklıdır, öyle kafadan sallamakla olmuyor. Ayrıca Kur'an'da evrenin genişlemesi ile ilgili olan ayetlerde, ''Onlar bilmiyorlar mı ki.'' yazar. Yani bunun Müslüman olmayanlar tarafından bulunacağını bile haber verir. Aslında en güzel cevap Yasin Suresi 10. Ayeti'ndedir. ''Onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.''
YanıtlaSilkatılıyorum
Silkatılmıyorum
SilCiddi birşeyler var diye yarısına kadar okuyabildim.Allah değilde yazar resmen kusmuş ortalara mitleri kurana uydurmuş,Kur'an ı mitlere :) Velhasıl ortaya karınca kararınca sentetik bir elma yapmış.
YanıtlaSil(75 Kıyamet Suresi, 4) Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz.
gerçekten faydalı bir yazı olmuş. yazıdaki çoğu şeyi müslümanken zaten farketmiştim, o inanç psikolojisini iyi çözmüşsün. dinler insan ürünüdür evet. bu beni yine de monoteizme itti. ateizm, argümanlarının en az % 90'ını dinlerden sağlar.
YanıtlaSilbir de ilk tanrı inancının nasıl doğduğuyla ilgili bir yazı paylaşabilir misiniz ? eğer tanrı yoksa tanrı inancının da basitten komplekse evrimleşerek gitmesi gerektiğine inanıyorum.
"Eğer çevreden konuşmayı öğrenmezse konuşmayacaktır." demişsin ancak Eski Mısır'da yapılan dillerin kökeni deneyinde dilsiz bir çobana verilen bebeğin ilk söylediği "ekmek" kelimesi olmuştur.
YanıtlaSilM.Y
İncil ve Tevrat hakkında da; büyü, astral seyahat gibi konular hakkında da yazmanı bekliyorum. Bunlara değinmeyi düşünür müsün acaba?
YanıtlaSilM.Y
Düşündüklerimi okudum :)
YanıtlaSilhttp://www.youtube.com/watch?v=Ik_x1D2JYpI bunu izleyin arkadaşlar ateistliğinize güveniyorsanız
YanıtlaSilİnkar etmeyi sanat haline getirmişsin :) "Tanrı'yı kim yarattı?" sorusunu soran birini daha da muhattap almam.
YanıtlaSilSen "Evreni kim yarattı?" diye sorarken sorun yok ama değil mi? Sonra o sorudan yola çıkarak Tanrı'nın varlığına ulaşıyorsunuz. Etrafına bak. Hiç, herhangi bir şeyin yaratılmasına şahit oldun mu? Hayır.İnsanoğlu binlerce yıldır neyin nasıl olduğunu sebep - sonuç ilkesi içinde anlamaya çalıştı. Beceremediği yerde ne oldu? Soru cevapsız kalacağına Tanrı dediler açıklayamadığı sebeplere. Şimdi sen 1000 yıl öncekiler gibi yağmurun direkt Tanrı tarafından yağdırıldığını düşünmüyorsun öyle değil mi? İlkokulda boşuna mı çaydanlıkla tencere kapağıyla ilk deneyini yaptın? Yağmur belirli şartlar altında belirli sebepler sonucunda yağıyor. Önceki insanlar "Yağmuru kim yağdırıyor?" diye sordular. Sen ise o sebepleri şartları kim oluşturdu diyorsun. Cevabını versek dahi bu sebep - sonuç zincirinin bir önceki halkasını soracaksın. Bilimin açıklayamadığı yerde de "Hah! Tanrı yaptı tabi ki." olacak. Sorun şu ki, kim yaptı diye değil, nasıl oluyor diye sormalısın. Belki merakın seni araştırmaya yöneltir ve insanlığın bu zamana kadar anlayamadığı bir olayı çözersin. Tanrı düşüncesi bilime her zaman engel olmuştur. Bilimin temel besin kaynağı olan merak duygusunu köreltmiştir. İnançlı hiç kimse daha önce açıklayamayıp Tanrı'ya atfettiği olayı araştırmamıştır.
SilYüzlerce olayın sebep - sonuç ilkesi çerçevesinde oluştuğuna şahit oluyorsun. Açıklayamadığın yerde daha önce hiç şahit olmadığın, hakkında hiçbir somut delil bulunmayan bir şeye sarılıyorsun. Sebebi kim diye sorarsan, ve her şeyin sebebinin olması gerektiğini düşünüyorsan Tanrı'nın sebebi kim diye de sorman gerekir. Yoksa hani herşeyin sebebi olmalıydı demezler mi adama?
la olum ben bu adam sayesinde ateist oldum biz salak mıyız sormadık mı sanıyorsun bu soruları? Siz inanmayı seçtiniz.Zor olan inanmamaktı zaten.Bilemedin mi şak yapıştır Tanrıyı. Ben bu alfanın yazılarını çıkarttımda kanıt olarak kullanıyom sen hala ne diyon. OKU! YARATAN RABBİNİN ADIYLA :D
Silpeki bu altın oran mevzusu var onun için bir açıklama getirebilir misiniz düşüncelerinizi merak ettiğimden soruyorum bilgilenmek için.
YanıtlaSilYemin ederim cehennemliksin niye feysteki sayfanı kapatıyon çok seviyodum o sayfayı ayrıca yararlı şeyler paylaşıyordun.
YanıtlaSilDenizin yarılmasıyla ilgili bir yazı yayınlamıştın feyste onu paylaşsana.Hatta Denizin yarılması kurandan önce bir kitapta yazıyordu.
YanıtlaSilSitenizdeki TÜM iddialara cevap:
YanıtlaSilhttp://islamicevaplar.com
Sitenizdeki tüm iddialara soru: Evreni Zeus'un yaratmadığını nasıl kanıtlayacaksın?
SilHocam sizi uzun zamandır takip ediyorum ve düşünce hayatıma çok şey kattınız.
YanıtlaSilKafamı kurcalayan bir kaç soru var,
ilk evlendiğim zamanlarda eşim 3 defa düşük yaptı ve gitmediğimiz doktor kalmadı ama çözüm bulamadık yani tıp çaresiz kaldı ve çevremdeki insanlar ne kadar karşı çıksamda hocada muska yaptılar ve sonra bir kızım oldu,şu anda çok sağlıklı ve 3 yaşında buna anlam veremiyorum psikolojik olacağını da sanmıyorum
ikinci sorum kusursuz tasarıma inanmadığım halde dünyanın neresine bakarsanız kadın erkek nüfusu birbirine yakın bu beni çok şaşırtıyor
ve son sorum
dünya tarihine adı geçen insanların büyük çoğunluğunun soyu devam etmemiştir,şunu da biliyorum belki soyun önemi yok ama bir sebep olması gerekiyor,
şimdiden teşekkür ederim