4 Mart 2014 Salı

Kuran Mucizeleri Üzerine

Giriş


Din, Tanrı, Allah, teizm, ateizm, inancın rasyonalitesi, iman ve daha birçok konu… Geçmişten günümüze kadar felsefeciler,  âlimler, belli bir konuda uzman olmayan insanlar kısacası neredeyse herkes bu konuları merak etti. Kimileri merak ettiği bu konuyu araştırma yoluna gitti kimileri ise ‘Fazla düşünmek kafayı bozar’ görüşüne sığınarak araştırmayı reddetti. Yıllar boyunca din ve Allah konuları üzerine tartışmalar yapıldı. Kimi çıktı ‘Tanrının varlığına dair bir kanıt yoktur’ dedi, kimi çıktı ‘Muhakkak bir tanrı olmalı‘ dedi. Kimi Kuran’ı eleştirdi, kimi bu tür kutsal kitapları var gücüyle savundu. Tahmin edeceğiniz üzere her türlü görüşe mensup insan var. Din konusunda çok sayıda farklı görüş, çok sayıda muhalefet olunabilecek konu var.

Bu çeşitli görüşler arasında Kuran’ın mucizevî olduğunu iddia eden, Kuran’ın popüler bilimlerle çelişmesini bırakın, günümüzdeki bilimlerin zaten Kuran’dan çıktığını savunan,  ne zaman doğduğunu tam olarak belirleyemediğim ‘Bilimsel Dindar’ kesim de bulunuyor. Bu görüşteki insanlar inançlarının kanıtlanabilir olduğuna inanırlar ve bunu çeşitli yollarla yapmayı deneyeceklerdir. İnternet üzerinde yapacağınız küçük bir araştırma bile şu türde iddiaları görmeniz için yeterli olacaktır:  ‘Allah kanıtlandı’, ‘Bilim gösteriyor ki Allah var’ ‘Ateistler hodri meydan’ ve daha nicesi…

Hikâye Uydurma


Bilimsel Dindarlığın temellerinden bahsetmeden önce daha önemli bir konuya dikkat çekilmelidir: nasıl olur da insanlar aslında mucizevî olmayan şeylerden mucize üretebilirler? Bunun psikolojik etkisi nedir? Daha doğrusu, bu davranışın psikolojik bir sebebini bulmak mümkün olabilir mi? Bu tür davranışların evrimsel kökenini bulabilir miyiz? Konuya giriş yapmadan önce, bu tür soruları cevaplarsak, ileride bahsedilecek örneklemeler çok daha iyi anlaşılabilecektir.

Beyinlerimiz ilişki kurma üzerine evrimleşmiştir. Alet, ilk insanlar için önemliydi, atalarımız alet yaparak bugünlere yaşam bırakabildiler. Alet yapan insan, yaptığı aletin ne gibi sonuçlar doğuracağını, ileride nasıl fayda sağlayacağını anlamalıydı.  Bunun üzerine atalarımızın gelecekle ilişki kurması gerekti. Gelecekle ilişki kurabilen insanlar alet yapabildiler, hayatta kaldılar. Gelecekle ilişki kuramayan insanlar ise, yaşamını kurtaracak aletler üretemediler ve genlerini toprağa bıraktılar. Bizler, şu an bu yazıyı okuyan siz, bu yazıyı yazan ben ve geriye kalan diğer insanlar; olaylar arasında ilişki kuran ve alet yapan insanların torunlarıyız. Atalarımız, ilişki kurma üzerine bir beyin evrimine yol açtılar. Bu ilişki kurma meselesi de insanların, ilişkisi olmayan şeylerde ilişki olduğunu düşünmesini sağladı. Dua ettikten sonra duanız gerçekleşirse, dua ile gerçekleşen olay arasında ilişki kurabilirsiniz; bir kara kedi gördükten sonra çamura düşerseniz, kara kedi görmeniz ile başınıza kötü bir olay gelmesi arasında bir bağlantı kurabilirsiniz. Bu tür ilişki kurma becerisi, atalarımızdan bize kalan bir miras. Kuran’dan ve diğer kutsal kitaplardan çıkarılan mucizelerin büyük çoğunluğu da, bu tür hatalı ilişkiler üzerine kuruludur. Dindar kimseler, kutsal kitaptaki anekdotlar ile bilimsel paradigmalar arasında bu tür sahte ilişki kurarak mucize üretmeye çalışmaktadırlar.

Söz konusu ‘Olmayan Mucizeleri Üretme’ olduğunda, bu tür bir davranış konfabulasyona benzetilebilir. Konfabulasyon hikâye uydurmadır, bir diğer tanımla kişinin çevresi, kendisi ya da dış gerçeklikle ilgili anlattığı yanlış ya da hatalı bilgilere konfabulasyon adı verilir. Bir nevi dürüst yalan söylemektir çünkü bunun olduğuna birey kendini inandırmıştır(1). Konfabulasyonun ne olduğu kısa bir tanımla anlaşılamaz. Bunu anlamak için örneklere de ihtiyaç var. Konfabulasyonun açık bir örneğinden bahsedersem, dediğimi anlayacaksınız.

61 yaşındaki bir hasta 1951'den beri evliydi ve 27, 31, 32 ve 34 yaşlarında 4 çocuğu vardı. Hasta kendisinin 4 aydır evli olduğunu söylüyordu ve buna kendini inandırmıştı. 4 ayda bu çocuklara nasıl sahip olduğu sorulduğunda onları evlat edinmiş olduklarını belirtiyordu. Yani inancını yaşatmak için olmayan bir şey söylüyordu fakat yalan söylediğinin farkında değildi. Buna ‘İnanmak için direnmek’ de denilebilir. Bu durumu kendisinin de biraz tuhaf bulup bulmadığı sorulduğunda gülüyor ve gerçekten de durumun biraz tuhaf olduğunu kabul ediyordu. Yaşlı hasta, kendini bir şeye inandırmıştı ve bu inancının mantıksızlığı söz konusunu olduğunda hikâye üretebiliyordu(2,3). Tıpkı dindar kimselerin, söz konusu kutsal kitapları olduğunda ‘Mucizeler var’ demesi ve kendilerini buna inandırmaları gibi...

Dindarların hikâye uydurduğundan bahsederken onların açık bir şekilde yalan söylediklerini iddia etmiyorum. Onların bir şekilde ‘hasta’ olduklarını da söylemiyorum. Elbette ki bu tür bir davranış evrimsel sürecin bir ürünüdür ve sadece hastalarda gerçekleşmek zorunda değildir. Fakat dindarların hasta olmaması da onların bir çeşit ‘dürüst yalancı’ olmadıkları anlamına gelmez. Birbirleriyle çelişen birden fazla inanış bir arada bulunuyorsa ve bu inancı yıkmak(rasyonel olarak çürütmeden değil, kişinin benliği ile yıkmasından, o inançtan kurtulmasından bahsediyorum) imkânsız gibiyse kişi hikâye üretecektir. Bir şekilde o inancı çürütseniz de kişi konfubulasyonda olduğu gibi bir şekilde hikâye uyduracaktır. Eğer inancı sağlamsa ve bahsedildiği gibi yıkılması zor bir inançsa, bu sefer kişi inancına bağlı kalmak adına farklı hikâyeler uyduracaktır. Bu bahsedilen hikâyeler, mucize iddialarını oluştururlar. Burada psikolojik etkilerinden bahsederken  'Ateistlerde bu tür psikolojik etkiler yoktur' anlamında bir ifade kullanmaya çalışmıyorum, 'Dindarların bu davranışlarının evrimsel bir kökeninin bulunması bu mucizelerin hatalı olduğunu gösterir' de demek istemiyorum. Bu yazıda bahsetmek istediğim ifade özetle şu şekildedir: mucize üretmeye çalışmak hatalı ilişki kurmaya yönelik bir davranıştır ve bu davranış atalarımızda belli bir yarar sağlamıştır. Bu tür ilişkileri kuran bir beyne sahip olmamız, o ilişkilerin doğru olduğunu göstermez ve çoğu zaman kurulan bu ilişkiler hatalı olabilirler. İnançlar elbette psikolojik etmenlere bağlıdır, bir inancın psikolojik etmenlere bağlı olması o inancı kötülemek için yetersizdir. Fakat ‘Belirli bir görüş bütününden mucize üretmek’ gibi bir konuda yazıyorsak, psikolojik etmenleri belirlemek, o davranışın neden yanlış olabileceğini anlamamız için gereklidir.

Hazır inanca bağlılıktan bahsetmişken bir düşüncemden daha söz etmek istiyorum. Ben insanların inancını yaşatmak ve onları terk etmemek üzere evrimleştikleri düşüncesindeyim. Bir beyin fırtınası yapmayı deneyelim: deneme yanılma, gözlemleme yoluyla ve ya başka yollarla bataklığın üzerinden yürümenin yanlış olduğuna inanan biri bu inancını terk ederse ölecektir. Bu inancı terk etmeyip bataklıkta yürümeyen kişiler ise hayatta kalacaktır. Bir kaç nesil sonra inancı terk edenler doğal yolla ayıklanmışken o inanca bağlı olanlar yaşamlarını ve inançlarını sürdürüyor olacaktır. Yani ilkel koşullarda yaşayan atalarımızın inançlarını terk etmemesi gerekirdi ve geriye terk etmeyenler kaldı.

Yine örneğe dönecek olursak bu inancı sürdürmek için belli hikâyeler üretmeleri kuşkusuz. Örneğin "Bataklığın dibinde şeytan var bu sebeple bataklıkta yürümeyelim" ya da "Bataklık kötü kişilerin gömüldüğü yerler olduğu için orada yürümemeliyiz" gibi hikâyelerle inançlarını terk etmeleri önlenecektir ve bunu yapan hayatta kalacaktır. Örnekte de belirttiğim gibi insan inançlarını terk etmemek üzere evrimleşmiştir. Tabi bu tüm inançların doğru olduğunu göstermeyecektir. Bugünkü koşullarda inancı terk etmenin yanlış olduğu sonucu da çıkarılamaz çünkü atalarımız bizden çok daha ilkel koşullardaydılar. Sonuç olarak inançlarına bağlı kalmak için hikâyeler üreten yeni nesil bilimsel dindarlar aslında evrime güzel bir kanıt oluşturuyor gibiler.

Konudan daha fazla sapmadan bilimsel dindarlığın temel görüşlerini, düştükleri temel yanılgıları, girdikleri hataları inceleyelim isterseniz. Bu maddeleri belirtmeden önce söylemeliyim ki bu maddeler oldukça genelleştirilmiş maddeler olacaktır, kimi mucize iddiaları tüm bunlardan farklı bir yapıda safsataya bağlı olabilirler. Fakat en çok düşülen hatalar burada bahsedeceklerim olduğundan dolayı üzerinde durulmayı hak ediyorlar.

Zaten Yazıyordu


Söz konusu, kutsal kitaptan çıkarılan mucizelerin temel prensibi şu şekilde işler: uzun çaba ve uğraşlar sonucunda, deneyler ve gözlemlerin ışığında bilimde bir paradigma değişikliği olur. Bu paradigma değişikliği sonunda elde edilen yeni teoriler, evreni anlamamızda daha fazla yarar sağlamaktadır(Örneğin Darwin’in evrim teorisi, Lamarck’ın evrim teorisinden daha açıklayıcı etkiye sahiptir ve ya Einstein’ın İzafiyet Teorisi, Newton fiziğinden daha açıklayıcı sonuçlar vermektedir.) Her şey güllük gülistanlık işlerken dindar bir kimse çıkar ve "Bu bilgi zaten 1400 yıl önce kutsal kitabımızda yazıyordu" iddiasını bütün benliği ile savunmaya başlar. Bilim adamları bir şey keşfeder, yeni bir icat ortaya koyar, bir teori geliştirir ve bunun sonucunda karşılaştığı şey Müslüman’ın "E, bu zaten Kuranda yazıyordu." cümlesidir. Klişeleşmiş bu argümana, yine klişe olan Aziz Nesin’in bu sözü ile cevap vererek başlayacağım:

"Peki, bu Müslümanlar bu kadar aptal mı, Kuran’da yazıldığı halde, bu kadar yüzyıldan beri Kuran’ı okudukları halde hiçbir şey bulup çıkaramıyorlar? Hep bunu Hıristiyanlar, gâvurlar ya da dinsizler çıkarıyor? Bu kadar beyni işlemeyen insanlar ne yapabilirler yani? "

Aziz Nesin’in bu sözüne karşılık, gelebilecek eleştiriler şu şekilde sıralanabilir:

1-      Orta Çağ’da çok sayıda Müslüman bilim adamı vardı zaten! 
2-     Kuran bilim kitabı değildir. Kuran’da nasıl bilim yapılacağı yazmaz, o bilgiye nasıl ulaşılacağı yazmaz, yalnızca bilimin kendisini yazar. Örneğin Kuran’da “Evren Genişliyor” derken, bunun nasıl bulunacağı yazmasa da bulgunun kendisi yazmaktadır. 
3-     Zaten, günümüzdeki bilimsel bilgiler, kurandan yola çıkarak ulaşan âlimler olmuştur.

Birinci maddede bahsi geçen iddia, ilk kez bakıldığında bizim görüşümüzü çürütüyor gibi dursa da argümanımız hala sağlamdır. Bilimsel teorinin çıktığı bireysel kaynak, elbette herhangi bir şeyi kanıtlamaz. Misal bir teoriyi ateist ortaya atıyorsa ve bu teori kutsal bir kitapta geçiyorsa ‘İyi de bunu ateist buldu, o zaman kutsal kitapta yazdığımı kabul edemem’ görüşünü savunmak hatalıdır. Bir bilimsel teorinin doğruluğu, nasıl teoriyi ortaya atan kişinin dininden, mezhebinden, ırkından ve dilinden bağımsızsa; bahsi geçen teorinin herhangi bir kutsal kitapta yazıyor oluşu yine kişinin görüşlerinden bağımsız olarak doğru olmalıdır. Elbette Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Hindu bilim insanları olacaktır, fakat bu kişilerin ortaya attığı bilimsel teoriler onların dinlerinden bağımsızdır. Müslüman bilim adamlarından hiçbiri bahsettikleri/buldukları şeyleri kutsal kitaplardan okudukları bilgilere dayandırarak bulmamaktadırlar. Bilimin dini, ırkı, cinsiyeti yoktur. Bizim burada savunduğumuz tez Kuran’ı okuyarak popüler bilim yapılamayacağıdır. Kuran’ı okuyan kişinin evrenin, yaşamın, biyolojinin, fiziğin temel sırlarını ortaya koyamayacağını savunuyoruz, çünkü Kuran o zamanın şartlarında bilinemeyecek şeyleri bize vermez. Müslüman da olsa ateist de olsa bilim insanları ortaya atacakları teorileri, kutsal kitaplarından, inandıkları şeylerden bağımsız olarak ortaya atarlar.

İkinci maddede de savunulduğu gibi, Kuran bilim kitabı değildir. Kuran bilim kitabı olmasa bile, evrenin işleyişi ile ilgili belli başlı önermeler ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu bilimsel önermeleri deney ve gözlemle sınayabilir eldeki teorilerle doğrulayıp yanlışlayabiliriz. Şimdi sorumuz bu: Neden bir bilimsel buluş keşfedilmeden önce neredeyse hiçbir Müslüman tarafından o bilimsel buluşun olduğu savunulmuyor da, bilimsel buluş keşfedildikten sonra ‘Bu zaten yazıyordu’ deniliyor? Günümüzün modern teologlarından ve ilahiyatçılarından bazı kimseler, Dünya’nın şeklinin ‘üstten basık ve yanlardan şişmiş’ olduğunun 1400 yıl önce Kuran’da yazdığını savunmaktalar. Bu savunmayı yaparken aslı ‘sermek’ olan bir kelimeyi alıp o kelimenin kökünü buluyorlar, bu kökün yan anlamını kullanıp, “Dünya’yı deve kuşu yumurtası şekline soktuk” çevirisini yapıyorlar. Bu yöntemin anlamsızlığı ve gülünçlüğü bir yana, eğer gerçekten Kuran’dan bu anlam çıkıyor olsaydı ne bekleyeceğimizi düşünelim. Eğer gerçekten Kuran’da Dünya’nın şekli yazmaktaysa, Kuran’ı kendi dillerinden okuyan, bu konu üzerinde eğitim almış, Kuran’ı Kuran’dan öğrenen âlimlerin büyük çoğunluğunun bu görüşü savunmasını bekleriz, öyle değil mi? Üstelik bu beklentimiz yalnızca modern âlimler için değil her dönemdeki âlim için geçerli olmalıdır. İncelendiğinde beklenilenin aksine, geçmiş âlimlerin ve hatta çağdaşımız olan İslam bilginlerinin bile Dünya’nın düz olduğunu savunduğunu görüyoruz, Kuran’ın tefsirlerinde sürekli düz Dünya modeline rastlanıyor. Ne zaman ki bilim ilerleyip Dünya’nın şeklini belirliyorsa, birdenbire tefsirlerde de, Kuran’ın yorumlarında da değişim yaşanıyor.

Üçüncü madde ise, bazı âlimlerin günümüzdeki bilimsel buluşları, sadece Kuran’a dayanarak açıkladığını savunuyor. Zariyat47 ayetinde evrenin genişlemesinin 1400 yıl önce yazdığı söyleniyor. Modern çeviriciler bahsi geçen ayeti şu şekilde çeviriyor: Biz göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz biz (onu) genişleticiyiz. Eğer gerçekten Kuran bunu 1400 yıl önce belirtmiş olsaydı tüm İslam uleması eskiden beri bunu savunuyor olmaz mıydı? Elde hiç bir bulgu yokken Müslümanlar evrenin genişlediğini söylemeleri gerekmez miydi? Fakat öyle olmadı. Çünkü ayetin belirttiği şey çarpıtılmıştı. Henüz elde evrenin genişlediğine dair en ufak bir bilgi yokken Zariyat47 şu şekilde çevriliyordu: "Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter. ". Evrenin genişlemesi bilinmeden önce çeviriler buna benzer yapılmaktaydı ve evrenin genişlemesine dair bir atıf yoktu.

İşte tam bu noktada da dindar birey üçüncü maddedeki savunmaya sığınacaktır ve “11. yüzyılda yazılmış El-Zemahşeri tefsirinde, ayet, evrenin genişlediği şeklinde tefsir edilmiştir. Görüldüğü gibi henüz bilimsel bir veri olmadan yine bilimin sunduğu görüşü savunan Müslüman âlimler var” diyecektir. Bu durumda dindar kişinin düştüğü temel yanılgı olasılık ihtimallerini düşünemiyor olmasıdır. 7. yüzyıldan beri binlerce, on binlerce âlim yaşamış, sayısız tefsir kitabı yazılmıştır. Tüm bu tefsirleri toplayıp içindeki bilgileri bir kütüphanede biriktirirsek, evrenle ilgili her hipotezi destekleyecek kanıt bulabiliriz. Tüm bu tefsirler sonucunda, ‘Dünya balığın üstündedir’ hipotezinden tutun ‘Dünya güneşin etrafında dönmektedir’ hipotezine kadar mantıklı/mantıksız çok sayıda tefsir bulabilirsiniz. Bu durumda evrenin genişlediğini yazan tefsirlerin olması kadar doğal bir şey yoktur. Bir gün ‘Dünya küp şeklindedir’ dense, tefsirlerden doğrulanma yapılabilir. Asıl problem tefsirlerin herhangi birinde bu bulgudan bahsetmesi değil, objektif tefsirlerin büyük çoğunluğunda bu bilimsel bulguların yer almasıdır. İncelendiğinde ise böyle bir mucizeye rastlanamaz.    

"Kutsal kitabımızda zaten yazıyordu" iddiasındaki temel hata bahsettiğim gibi kitabın yorumlarından kaynaklanıyor. Keşfedilen bilimsel bilgiye dair elde hiç kanıt olmadığı zaman ayetler sessiz sedasız bir şekilde okunurken; bilim yeni bir paradigma ile ortaya çıktığında ayet çevirileri ve tefsirler birden bire değişiyor. Ayette anlatılmak istenenin dışına çıkılıyor ve sonunda ayetlere mucize edası veriliyor. Aslına bakarsanız bu tür hatalara sıkça düşülmektedir.

Söz Oyunları


Mucize yaratma tutkusu ile yanıp tutuşan(daha doğrusu inancını sağlamlaştırmak için hikâye uyduran) Müslüman kimselerin girdikleri en temel hatalardan bir tanesi ise, söz oyunlarını, sanatsal ifadeleri mucize olarak sunmalarıdır. Kutsal kitaptan alıntılanan herhangi bir anekdot olası bir şekilde bilimsel verilerle uyuşturulmaya çalışılarak, kutsal kitaba mucizevi kitap havası verilir. Aslında kutsal kitapta anlatılmak istenen şey ile bilimsel verinin arasında kurulabilecek rasyonel bir bağlantı olmasa bile, insanlar bu bağlantıyı söz oyunlarına başvurarak açıklama yoluna gidebilir. Mucize üretilirken düşülen en temel hata tam olarak budur.

Cinlerden ifrit: “Sen daha makamından kalkmadan, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim.” dedi. [Neml Suresi-39. Ayet]

Kimi mucize iddiacıları, bu ayette anlatılmak istenen asıl meselenin ‘internetin icadı’ olduğunu iddia ediyorlar. Siz henüz yerinizden kalkmadan, bilgisayar üzerinden iki tuşla bilgiyi ayağınıza getirebiliyorsunuz. Bazı kişilere göre, bu ayette, tam da bu olay anlatılıyor. Bahsetmeye çalıştığım ‘Söz sanatlarını ve kelime oyunlarını kullanarak mucize üretme’ meselesini açıklayan iyi bir örnektir bu. Kuran’da geçen yukarıdaki ayet, internet ile uyumlu gibi gözüküyor olabilir, fakat bu mucize değildir. Kuran’da ‘internet’ kastedilmeden bu tür bir ayetin yazılması muhtemeldir. Orada bahsi geçen hikâye ile internet aracılığıyla bilgi edinme arasında rasyonel bir bağlantı kurulamaz. Eğer gerçekten böyle bir bağlantı kuruyorsanız, bu davranışınız (yukarıda bahsettiğim) ilişkili olmayan konularda ilişki kurma ve hikâye uydurmadır. Bu yöntem kullanılarak en basit bir destandan, çizgi romanlara kadar her türlü anlatımın içinden mucize çıkarmanız mümkün hale gelir. Sadece söz oyunlarını kullanarak üretilebilecek bir mucize örneğini de ben uydurayım.

“Aslı Sümerlerden gelen Enuma Eliş destanında Tiamat adındaki devin Kingo adında ikinci kocası vardı. Onlardan hatasız, hesapsız ifritler, cinler türedi. İyiliksever Ap-su, tanrıları da çoğaldıkça âlemleri genişledi. Tiamat’ın âlemleri daraldı.(4)” 
Yukarıdaki destandan mucize üretmeye çalıştığımızı düşünsenize... Aslında bunu yapmak o kadar da zor değildir. Eğer hikâye üretmek isterseniz, hikâye üretirsiniz. Eğer bu anlatım kutsal kitabın bir bölümünde geçiyor olsaydı, bu şekilde bir savunma le karşı karşıya kalabilirdik:

“Henüz evrenin oluşumuna dair hiçbir bilimsel açıklama yokken, âlemlerin genişlemesinden söz ederek evrenin genişlediğini söyleyen bu destan aynı zamanda âlemlerden bahsederek çoklu evren hipotezini de destekler. Bununla kalmaz, bazı âlemlerin daraldığından söz eder. Bu mucizevî bir anlatımdır. Örneğin neden tüm âlemler genişlemiyor da bazıları genişliyor bazıları daralıyor? 21. yüzyıl modern fiziği açıklıyor ki evrenin genişleme hızına ve karanlık madde miktarına bağlı olarak bazı evrenler sonsuza kadar genişleyecekken bazıları zamanla daralmaya, çökmeye başlayacaktır. Bizler bu bilgileri daha yeni öğreniyoruz, söyleyin bu mucize değil de nedir? Şimdi hepinizi dinime davet ediyorum. ”

 Bu şekilde, ikna edici cümleler kullanarak çok sayıda kişiyi kandırabilirsiniz. Aslında anlatılmak istenen şey ne çoklu evrendir, ne evrenin genişlemesidir ne de daralan evrenlerdir. Tüm bu yorumlar kişinin hayal gücüne bağlı olarak ilişkilendirilmiştir. Aslında bilimsel gelişme ile anekdot arasında mantıksal bir bağ olmasa da, mucizenin sunuluş şekli bize bunu yansıtmaktadır.

Bazen dindar kişilerin bu tür argümanlar kurmadığına şaşırıyorum:

“Tebbet Suresinin birinci ayetinde  ‘Ebu Leheb'in elleri kurusun, zaten kurudu’ yazmaktadır. Kuran 1400 yıl önce el kurutma makinesinin icadını haber veriyordu. Hala mı inkâr edersiniz kâfirler?”

Burada düşülen hatanın aynısına, İslami mucizelerin çoğunluğunda düşülüyor. Bunu anlamak çok zor değil.

Bilinemez Mi? 

Es geçilmemesi gereken konulardan bir diğeri ise o dönemde bilinen şeylerin Kuran’da yer almasının mucize oluşturmayacağıdır. O dönemde birçok mitin Kuran’a kulaktan dolma yollarla geçtiğini söylemiştim. Aynı şeyin bilim için de geçerli olduğu görülüyor. Neredeyse kesin olarak söyleyebiliriz ki Muhammed dönemine göre zeki biriydi. Bilimden de uzak değildi. Ayrıca kültürel etkileşimin en çok yaşanacağı bir meslekteydi: Tüccardı. Farklı şehirlerden köleleri vardı. Öğretmenleri vardı. Her zaman anlatılmış bir yanılgı da şudur ki: Okuma yazma bilmiyordu iddiası kabul edilir değildi. Muhammed okuma yazma da bilen biriydi. Tüm bu sebepler düşünüldüğünde böyle bir adamın dönemin bilimsel anlayışlarından az da olsa haberdar biri olduğu anlaşılabilir. Doğal olarak o dönemde doğru olduğu kabul edilen görüşlere, yazmış olduğu kitapta rastlamak şaşırtıcı olmamalıdır. Şaşırtıcı değildir de… İşin ikna edici tarafı Peygamber bilimsel olarak doğru kabul edilen görüşleri kitabına aktarırken yalnızca doğruları aktarmamış, doğru kabul edilen çok sayıda yanlış, diğer bilgilerle beraber Kuran’a karışmıştır (kalbin düşünmesi, dağların sabit yaratılması, güneşin çamur içine batması gibi).

Bu başlık altında bahsedilmek istenen, Peygamberin sanıldığı gibi sadece bilgisiz, kültürsüz bir bedevi olmadığını, dönemin tüccarı olduğunu, farklı kültürdeki tüccarlarla sürekli kültürel etkileşim altında olduğunu, bu şartlar altında dönemin bilimsel inançlarını tahmin edebileceğini anlamak zor değildir. Bu durumda bugün ‘Bu mucizedir’ denilen bir olay, aslında o zamanlar da inanılan bir görüş olabilir. Eğer yedinci yüzyıl dünyasında geçerli sayılan görüşler arasında, bugün elde ettiğimiz bulgulara rastlarsak, Kuran döneminde zaten bilinen şeyleri Kuran’da görmüş oluruz. Eğer Kuran’ın yazıldığı dönemde bir şey zaten biliniyorsa, onun Kuran’a geçmiş olması mucize sayılmamalıdır.

Örneğin Hipokrates, ’bazı membranlar (zar) başlangıçta oluşur, diğerleri ikinci aydan sonra ve diğerleri üçüncü ayda oluşur‘ der. Bu söz sayesinde Kuran’da neden ”sizi de annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde, bir yaratışın ardından diğerine çevirerek yaratıyor” dediğinin açıklamasıdır ve Kuran’da bu ifadeye nasıl rastlandığını açıklayabilir. Kuran’ın, Dünya’nın şeklini anlattığını iddia eden kişileri düşünürsek, Dünya’nın şeklinin bilinmiyor olduğunu düşündüğümüz o dönemde, Dünya’nın gerçek şeklini tasvir eden çok sayıda yunanlı doğa felsefecisi vardır. Doğa filozoflarını bir kenara bıraksak da, Atlas’ın düz olmayan dünyayı sırtında taşıyor olması bile (eğer kuranda dünyanın şekli yazsaydı) Kuran’ı mucizevî yapmazdı. O zamanlar bilinen şeylerin kutsal kitapta yazıyor olması o kadar da şaşırtıcı değildir. Hayatı boyunca Batlamyus, Aristoteles, Pitagoras, Hipokrates okumayan kişilerin, bu gibi düşünürleri tanımayan bireylerin Kuran’ı mucizevî bir kitap olarak nitelendirdikleri anlaşılabilir.

 Mitlerin Dini 

‘Zaten Kuran’da yazıyordu’ iddiasıyla ilgili olarak, mucize olarak sunulan olaylara dair önemli bir noktaya daha vurgu yapmak istiyorum. Daha önce de belirttiğim gibi Kuran 7.yy da bilinemeyecek hiçbir şeyi bizlere gösteremez. Aksine o zamanın görüşleri çok sınırlı ve mitolojiye dayalı olduğu için Kuranda mitolojiye bolca rastlarız ve bu mitler bilimle açıkça çelişecektir. Örnek vermek gerekirse 7. yüzyılın yaygın inanışlardan biri olup Tevrat’a dayalı olan, Tanrının evreni 6 günde yaratıldığı fikri, oldukça popüler bir görüştü. Bugünün tefsircilerine, ilahiyatçılarına baktığımızda, bu bilgi yanlışlandığı için,  ayetlere yepyeni anlamlar katmaktalar. Altı gün mitinde geçen "gün" kelimesinin "evre" anlamında kullanıldığını iddia eden modern ilahiyatçı sayısının oldukça fazla olduğu göze çarpıyor. Fakat bakmanız gereken yer Kuran’ın indiği zamanlardaki Kuran yorumlarıdır. Eğer onlar da gün kelimesini evre olarak yorumlamış olsalardı, bu bilgi biraz geçerlilik kazanabilirdi. Ama eski zamanda yaşamış İslam uleması Kuran’ı olduğu gibi yorumlayıp anlıyordu. Onlar Kuranda ne yazıyorsa onu anlıyorlardı. Doğru olan da bu olmalıydı.

Eski bir kültürdeki inanışa göre tanrı midesi rahatsızlanmıştır. Daha sonra tanrı kusmuştur ve bu kusmayla evren oluşmuştur(5). Bu inanış son derece ilkel değil midir? Bu inanış açık bir şekilde, insanların "Neden" sorusuna cevap ararken ürettiği, yanlışlarla donatılmış mitlerdendir. Şimdi bu bilginin Kutsal Kitaplarda geçtiğini hayal edin. Eğer siz bu inanışın eski ilkel inanışlardan kalma olduğunu söyleyip mantıkla çeliştiğini iddia ederseniz karşı karşıya kalacağınız savunma  "Hadi ama Yapma! Orda tamamen mecazi bir anlatım var. Kusma ile anlatılmak istenen gerçek kusma değildir ki. Orda her şeyin biranda kısa bir sürede oluştuğu mecazi yolla vurgulanıp büyük patlamanın olduğunu anlatıyor. Hayır, bu bilgi bilimle çelişmiyor" şeklinde olurdu

Oysa rasyonel düşünen her birey bu mitin eski zamanlardaki insanların kafalarındaki belli sorulara cevap vermesi için oluşturduğunu ve bunu anlatırken doğrudan anlatılanı anladığını, büyük patlamanın kastedilmediğini kavrayacaktır. Tabiri caizse kusma inanışı, her ne kadar mecazlarla bilime bağlansa da yanlış olduğu anlaşılacaktır. İşte Kuranın insan yazımı olduğu buradan anlaşılır: yazıldığı dönemin mitsel inanışlarını içerir.

Bilimsel Verileri Çarpıtma


Yukarıda bahsettiğimiz hatalara benzeyen diğer bir sahte bilimselcilik anlayışı ise bir mucizeyi kanıtlama yönündendir. Aslına bakarsanız bu tür iddialar, bilimle uzaktan yakından alakası olmayan şeyleri bilimin uğraşıymış gibi gösterme iddialarıdır. Neml suresinde geçen bir masal şu şekildedir:
 Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları onun önünde toplandı. Hep birlikte düzenli olarak sevk ediliyorlardı. Nihayet karınca vadisine geldikleri vakit bir karınca, “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesinler” dedi. Süleyman, onun bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki: “Ey Rabbim! Beni; bana ve ana babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!”(Neml Suresi 17-19)

Bu ayetlerin masalsı tavrı karşısında bazı dindarlar karıncaların muhabbet etmesinin bilime bağlanmaktadırlar. Karıncaların birbirleriyle iletişim kurduklarını anlatan bilimsel bir gözlemi alarak, karıncaların muhabbet etmesi gibi göstermeye çalışan bazı kişiler olmuştu. Bilimsel veriler karıncaların iletişim kurduğunu açıklıyorken, bu bilimsel verileri farklı yorumlayarak ‘karıncaların, insanların isimlerini bilmesinin ve zikretmesinin, insanlarınkine benzer cümleler kurduklarının, hatta bu konuşmaların peygamber tarafından anlaşılabilecek şekilde gerçekleştiğinin’ kanıtı olarak sayabiliyorlar. Düşünsenize La Fontaine masallarındaki fablları buna benzer deneylerle, doğruymuş gibi gösteren insanları. Bunu yapan birine hepimiz anlamsız gözlerle bakardık ama söz konusu din olunca bu tür davranışlar insanlara gayet doğa gözükebiliyor.

Bilimsel verileri çarpıtarak mucize üretmeye bir sürü örnek verilebilir. Dindar bireyler bu hatanın bir benzerine ise “Beyinde tanrıya inanmakla yükümlü bölgeler keşfedilmiştir, insanlar doğuştan tanrıya inanırlar. İnanç doğuştan gelir, bu inanç noktasının olması ise Allah tarafından, ona inanacağımız şekilde yaratıldığımızı gösterir”  derken düşmekteler. Öncelikle, bir ‘Tanrı Noktası’ varsa bile, bu tanrı tarafından bu şekilde yaratıldığımıza dair delil olarak gösterilemez. İnanç, evrimsel süreçte hiçbir metafiziksel sebep olmadan oluşmuş olabilir. “Hikâye Uydurma” alt başlığı altında da bahsettiğim gibi, bu noktanın(eğer varsa) evrimsel süreçte oluştuğunu düşünmekte hiçbir sorun yoktur. İşin bu boyutunu bir kenara bırakırsak, ruhani olaylarla, inançlarla ilgilenirken beynin farklı bölgelerinde yoğunlaşma söz konusudur. Bu tür etkiler ve yoğunlaşmalar ise her türlü fiziksel aktivitemizde görülebilir. Örneğin sol beyin konuşmayla ilgilenen bölümdür. Bu tür bir bölümün olması, çocuğun büyüyeceği zaman kesinlikle konuşacağı anlamına gelmez. Eğer çevreden konuşmayı öğrenmezse konuşmayacaktır. Nitekim bahsedilen tanrı noktası (!) tek tanrılı dinlerde tanrı, Allah, Yehova gibi kavramlar üzerinde etkiliyken Budistlerde nirvana, ateistlerde evren üzerinde ilişkilidir (6). Yani dindarlarda bu noktanın tanrıyla ilişkilendirilmesi bu bölgenin tanrıya inanmakla yükümlü olduğunu göstermez. Tanrı noktası ile ilgili olan bu iddia da, bilimsel verilerin yanlış yorumlanışı ve esnetilip sunulmasının bir ürünüdür.

Bu maddede anlatmak istediğim temel görüş, dini kanıtlamak için bilimin çarpıtılması, esnetilmesi, hatalı şekilde yorumlanmasının mucize iddialarında negatif bir etki yaratacağıdır. Bu tür bir ‘Bilimsel Verileri Çarpıtma’ hatası sadece dinde de görülmez, birçok fanatik şekilde savunulan görüşlerde rastlanılabilir. Örneğin Naziler kendi görüşlerinin doğruluğunu kanıtlamak için son çarelerden biri olarak bilime başvurmuşlardır, elbette bu işi, bilimsel çarpıtarak yapmıştırlar. Biyolojinin verilerinden yararlanan bir doktor, Yahudileri insanlığın bedeninde kangrenli bir uzva benzetiyordu, insanlara sahte bilimsel veriler sunuyordu. Müşabih şekilde siyahîlerin alt ırk olduğunu savunan ve kendilerini üstün gören ırkçıların da bilimsel verileri çarpıtarak kendi ifadelerini kanıtlamaya çalıştıklarına rastlanır. Bana göre dini de bu şekilde, bilimi çarpıtarak kanıtlamaya çalışmak derin bir safsatadır.

Tarihsel Mucizeler


Geldik numeroloji safsatasına. Sayısal mucizeler adı altında, küçük bir internet taramasında bile birçok mucize iddiasına rastlanılabilir. Aya çıkış tarihini mi ararsınız, DNA’nın keşfini mi... Kuran’da hepsi yazmaktadır ama o kadar gizli bir şekilde gizlenmiştir ki (!) bulmanız zaman alacaktır. Dal Nün Elif harflerinin bir araya gelmesi bize DNA’nın keşfini anlatacakmış. Hadi canım... Kuran çok sayıda harfin kombinasyonundan oluşmuş uzun bir kitaptır. Hesaplandığındaysa, çok sayıda harfin bir araya gelmesi ile anlamlı kelimelerin oluşması olasılık dışı değildir. İngilizcede ayların baş harflerinin bir araya getirildiği şu birleşime bakın “JFMAMJJASOND” Bu birleşimin içinde yine, İngilizce anlam kazanan bir kelimeye (Jason) ulaşılabiliyor. Kaldı ki Kuran’dan bu şekilde mucize üretmek mucize olsun.

Konumuzdan fazla uzaklaşmadan tarihsel mucize savunularının yanılgılarına bakalım.  Tarihsel mucizelerde düşülen en temel hata Kuran’ın indirilmiş olduğu gibi değil de sonradan, insanlar tarafından yazıya geçirilmiş olduğunu unutmaktır. Sunulan tarihsel iddiaların birine bakıldığı zaman durum çok daha iyi bir şekilde anlaşılacaktır:

“Kamer” kelimesinin Türkçedeki karşılığı “Ay”dır ve Kamer Suresi’nde “Ay” kelimesi birinci ayette yer almaktadır. Bu ayetten itibaren Kuran’ın sonuna kadar tam 1390 ayet bulunmaktadır. Hicri Takvim’de 1390 yılı Miladi Takvim’e göre 1969 yılına denk gelmektedir ki bu da Ay’a çıkış tarihidir. Bu surede insanlık tarihinin en önemli gelişmelerinden birine 14 yüzyıl evvel işaret edilmektedir. "

Her şey iyi hoş ve ilahi gözükmesine rağmen, Kuran’ın şu anda okuduğumuz şekilde indirilmediğini unutmamak gerekir. Kurandaki surelerin hatta surelerin içindeki ayetlerin dizilimi kronolojik değildir. Kuran’ı bu hale getiren zaten insanlardır. O halde yapılan bu sayısal mucizeler Allahın öngördüğü sırayla değil, tamamen insanların seçmiş olduğu sıraya göre yapılmaktadır. Bu da aslında tüm bu uğraşların boş olduğunun küçük bir kanıtıdır.

Bu türdeki argümanların diğer bir hatası, bir olay gerçekleştikten sonra, o olaya dair işaret bulmanın sanıldığından çok daha kolay olmasıdır. Denerseniz, bu tür tarihsel mucizeleri çok kolay bir şekilde üretebilirsiniz:

“  Kuran 19:20 de ne yazar bakalım: "Meryem: Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir, dedi." Bakınız, bu ayette bakirelikten bahsediyor. Bu ayetin Kuranda 19:20 de geçiyor olması elbette ki amaçsız değildir. "İstanbullu Bakire" isimli film ne zaman gösterime girdi dersiniz? 1920'de... Bu tesadüf mü? Tabii ki buna da tesadüf demek inkâra iman etmektir.  İşte Allahın kudreti...  “

Bahsettiğim bu mucizeyi(!) baştan aşağı ben uydurdum. Pek de zor olmadı açıkçası, çünkü bu mucizesel olayı, açıklanması beklenilen şey olduktan sonra iddia ettim. Bunun içindir ki bir ilkokul kitabından bile bir mucize çıkarabilirsiniz.

Sonuç


İnançlı kişiler, psikolojik bir etken olarak inançlarına sıkı sıkıya bağlı olmalarından ötürü, kutsal kitaplarından hikâye uydurma gibi bir davranış sergilerler. Bu tür bir hikaye uydurma davranışı kimi zaman bir çelişkiyi söküp atmak için sergilenirken, kimi zaman inançlarını sağlamlaştırmak adına gerçekleştirilir. Kişi bu durumda dürüst bir şekilde yalan söylemektedir, kendini kandırmaktadır. Bu tür hikâyelerin uydurulmasının temel sebebi, olaylar arasında ilişki kurma ve inanma üzerine evrimleşmiş bir beyne sahip olmamızdan kaynaklanır. Dindarlar mucizeleri ilişki kurarak ortaya atmaktadırlar ve kurdukları ilişki psikolojiktir. Böyle bir ilişkinin kurulması iddiayı kanıtlamaz. Bu iddianın psikolojik kökenli oluşu mucizeyi yanlışlamıyor olsa bile kurulan her ilişkinin doğru olmadığını göstermek bakımından yararlıdır.

Kurandan mucize çıkarmak için belli yöntemlere girişilir ki bu yöntemlerin neredeyse hepsi tehlikelidir ve bu mucize argümanları ortaya atılırken bir takım hatalara düştüğü görülür. Bu yönteme giren kişilerin bu hareketi bile başlı başına evrimsel bir olayın ürünüyken, belli yanılgıların sergilenmesi beklenilmeyecek bir durum değildir. Bu yanılgılar şu şekilde sıralanabilir:

1-      Kuran’dan mucize çıkarmaya çalışan kişiler kimi zaman Kuran’da anlatılmak istenen şeyi çarpıtırlar. Kuran’da anlatılmak istenen şey X ise bunu Y şeklinde yorumlayabilirler.

2-     Kuran’da 1400 yıl önce bilinmesi imkânsız teorilerin ve buluşların yazdığını iddia edenlerin gözünden kaçan temel hatalardan biri de eğer Kuran’da gerçekten o buluştan bahsediyorsa, geçmişten günümüze İslam ulemasının bahsi geçen mucizeyi savunması beklenmelidir. Fakat mucize argümanları incelendiğinde, bilimsel teoriler ortada yokken tefsirler ve Kuran yorumları, bilimin sunduğu şeyden zerre bahsetmiyor; bilimsel teoriler ortaya atıldıktan sonra tefsirler ve yorumlar bilimi destekler şekilde gözüküyor.

3-     İslam’ın ortaya çıkmasından bugüne uzun bir zaman geçmiştir. Bu tarih boyunca on binlerce(belki de yüz binlerce) İslam Âlimi ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte sayısız Kuran tefsiri de oluşturulmuştur. Tüm bu tefsirler ve Kuran yorumlarına bakıldığı zaman, içlerinde mantıklı/mantıksız, akılsal/imansal, modern bilimle uyuşan/uyuşmayan yorumlara rastlamak mümkündür. Eğer Kuran’da mucizevî bir kehanet geçiyorsa, yalnızca birkaç tefsircinin bunu savunmuş olması gayet doğaldır ve beklenilebilecek bir durumdur. Eğer gerçekten mucizevî bir kehanet varsa, yalnızca birkaç Kuran yorumunu göstermek yeterli bir kanıt oluşturmaz aynı zamanda âlimlerin çoğunluğunun bu bilimsel bulguyu henüz bulgu keşfedilmeden savunmaları gerekir. Fakat böyle bir durum yoktur.

4-     Mucize argümanlarının çoğu, kutsal kitapta anlatılmak istenenin dışına çıkarak, söz oyunlarının da etkisiyle ortaya atılmaktadır. Bu tür söz sanatlarını kullanarak, olası bir destandan bile mucizevî yorumlar çıkarılabilir.

5-     Kuran’da yedinci yüzyıl dünyasında bilinemeyecek şeylerin hiçbiri yazmamaktadır. İslam Peygamberi sanıldığı gibi, okuma yazma bilmeyen, dönemin görüşlerinden bihaber biri değildir. Kendisi kültürel etkileşimin yoğun olduğu bir meslek yapmaktadır ve dönemin görüşlerini Kuran’a aktarmıştır. O dönemlerde zaten bilinen şeylerin Kuran’da yazması ve aktarılan görüşün doğru olması Kuran’ı ilahi yapmaz. Kuran’dan mucize çıkarılacaksa, bahsi geçen bulgunun o dönemde asla bilinemeyeceği de gösterilmelidir.

6-     Kuran dönemin bilimsel görüşlerini aktarırken yalnızca doğru görüşleri aktarmamış, aynı zamanda bugün hatalı olduğu bilinen mitleri de barındırmıştır. Kuran’ın yazıldığı dönemde çok sayıda yanlış inanış ve mit bulunuyordu. Bu ilkel mitlerin Kuran’da geçiyor olması es geçilmemelidir. Bu çelişkileri kurtarmak için mecazi anlatım savunmasına başvurmak ise ‘Sıkı sıkıya bağlanılan bir inançta çelişkilere rastlandığında hikaye uydurma’ eğiliminin açık bir göstergesi olacaktır.

7-     Kutsal kitaptan mucize üretilirken, argümanın dayandığı bilimsel veriler iyice irdelenmelidir. Zira mucize üretme pahasına bilimsel veriler çarpıtılabilir, yanlış yorumlanabilir.

8-    Kuran, 114 sureden oluşan, uzun bir kitaptır. Bir maymunun daktiloya rastgele basmasıyla bile anlamlı kelimeler çıkıyorsa, Kuran gibi karmaşık bir kitap içinde, anlatılmak istenenin dışında, anlamlı kelimelere rastlamak (DNA gibi) ilahi bir tercih değildir. Böyle bir kitapta buna rastlamak, yazının başında da bahsedildiği gibi, olmayan ilişkilerden mucize üretmektir.

9-     Günümüzde okuduğumuz Kuran, insanlar tarafından sıraya dizilmiş bir kitaptır. Kronolojik sıraya göre dizilmemiş olan bu kitaptan tarihsel mucizeler çıkarmaya çalışmak, bahsedilen mucizeyi insanlara atfetmektir. Bu kanıtlamaların herhangi bir değeri yoktur.

10- Tarihsel ve sayısal mucizeler, istenilirse ve uğraşılırsa, bir ilkokul kitabını, ilahi özelliği olmayan herhangi bir kitabı bile mucizevi olarak gösterebilir. Olaylar gerçekleştikten sonra ‘Böyle bir tarihsel işaret vardı’ demek, her kitaptan alıntılanan anekdotlarla sağlanılabilir.


Bunlara benzer çok sayıda Kuran’ın Tanrı tarafından yollandığına dair kanıt iddiası, video savunması, mucizelerin yazıldığı kitaplar bulabilirsiniz. Hepsine ayrı yer vermek yerine girilen temel hataları gösterdim. Dikkatle bakıldığında, bu hatalardan en az birine düşmeden mucize üretmek hemen hemen imkânsız gibidir. Umarım yararlı olmuştur.



Kaynakça:

1- Lewis Wolpert, İnanılmaza İnanmak, Gürer Yayınları
2-Moscovitch (1989)
3-Türk Psikiyatri Dergisi 2007, Cilt 18, Sayı2 s.173-174
4-Uraz, Murat, Türk Mitolojisi, Düşünen Adam Yayınları
5-Stephen Hawking Büyük Tasarım Doğan Kitap s.105
6-Brick Johnstonea, Angela Bodlinga, Dan Cohenb, Shawn E. Christc & Andrew Wegrynzc Right Parietal Lobe-Related “Selflessness” as the Neuropsychological Basis of Spiritual Transcendence International Journal for the Psychology of Religion


46 yorum:

  1. en büyük kanıt bizim mükemmel bir şekilde yatatılışımız
    bütün bu varoluş sistemi hiç bir insanoğlu tarafından kurulamaz bu düzenin kurucusu olduğu kesin bunun adına ister tanrı deyin ister Allah yollar hep aynı adrese çıkar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hayır aynı adrese çıkmaz. Canlılığın tasarımcısı bellidir zaten: Doğal Seçilim. Bir zeka yoktur iyi özellikler tutulur kötü özelliğe sahip canlılar ölür ve nesilleri devam etmez. Canlılık milyarlarca yıldır bu şekilde şekillenmiştir.

      Evrenin yaratıcısı da olmak zorunda değil. Eğer özel olarak bir şey yaratmış gibi düşünüyorsan bu sefer böyle bir soru çıkar "Tanrıyı kim yarattı?"
      Tanrı çok üstün karmaşık bir şey olacaktır bu sebeple sonsuzdan beri varolan şey ya da kendiliğinden yaratılan şey dememiz saçmadır. Bu sebeple evrenin nasıl oluştuğunu düşünürklen hiçbir kanıta dayanmadan evrenden daha karmaşık bir şeyi öne sürmen mantıksız oluyor

      Sil
    2. Ayrıca mükemmel bir tasarımımızın olduğu da çok desteksiz bir atış olmuş.

      Sil
    3. Mükemmel yaratılış;
      Bedensel yaratılışı es geçtim o kadar harikayız ki yaşadığımız dünyayı mahveden biz, Biribirini öldüren biz, Aynı dünyada yaşadığımız halde diğer yaşayan canlılara eziyet eden biz, Tecavüzler,cinayetler inanç katliamları düşününce gerçekten mükemmel bir canlıyız...
      Barış A.K.

      Sil
    4. dogru neremiz mukemmelmis bizim... yedi duvel bir olup birileri birlerini olduruyor diye onlari oldurmeye gitmeyi planliyorlar suriye'ye... dunya hepimizi sirtindan silkeleyip kokumuzu kurutmadikca digger milyonlarca tur icin huzur yok bu dunyada...

      Sil
    5. Şu an dünya üzerindeki (keşfedilmiş) en gelişmiş canlı insan evet. Daha iyisini göremediğin için insanı mükemmel sanıyorsun. Halbuki bu hayal gücünün sınırlarından dolayı. Yeni bir renk düşünememem gibi.

      Sil
    6. tamam bizim mükemmel şekilde yaratılışımız tanrının eseri diyelim.. ama hangi tanrının? kuranın allahı olmadığı aşikar, bi tanrı hem mükemmel evreni, hem mükemmel insanı, nebulaları,kara delikleri, galaksileri yaratıcak, ondan sonra 1 erkeğe 4 kadın, olmadı 1 kadın ve köleler le idare etsin mi diyecek? mükemmel insanı tanrı yarattı diyosan hakkını ver hangi tanrı yarattı bul.. sana bir tüyo, kurandaki allah değil mükemmel insanı yaratan ;)

      Sil
    7. Semra Hanım, bu durumda siz dinden çıkmış ve deist olmuşsunuz demektir. Eğer yaratıcı iddianızı, inanılamayacağını kabul ettiğiniz kitaplardan almadı iseniz nereden aldınız? Bir gün bulaşık yıkarken, "bu iş olsa olsa ilahi bir gücün eseridir" deyip, yüzyıllardan süzülen bilimsel tezlerin doğru olamayacağı sonucuna mı vardınız?

      Sil
    8. insanların arasında aşağılık pislik olanlar var diye Allahın olamayacağını savunacak kadar aptal varsa o dünyadaki işleyişi çok anlamamış demektir dönüp muhalefet yapacak başka argümanlar bulmalı bence kim ne derse nasıl inkar ederse etsin o malum gün geldiğinde tüm gerçekler ortaya çıkacaktır kimsenin şüphesi olmasın insanoğlunun yönettiği bir dünyadan eşitlik,huzur,barış beklemek ve bunlar olmuyor diye Allahı yok saymak sadece basitlik olur insanın sorumlu olduğu bu pisliğin cezasını elbet hakedenler çekecektir.

      Sil
    9. tamam şimdi her şey iyi güzel de şu atomların bir araya o kadar düzenli bir şekilde gelip de (söylediğimiz gibi mutasyonların olmasına karşın) hayranlık verici olması ve cansız ayrıca iradesi de olmayan cansızların bir araya gelerek canlı, iradesi olan ve özellikle dikkat çekmek istiyorum duygusu olan varlıkları oluşturması nasıl mümkün olabilir? İslam dini ayrıca araştırmayı ve bilgi edinmeyi de öğütler o yüzden sordum bu soruyu.

      Sil
  2. biz müslümanların kitabında yazan allaha inanan herkez cennete gidecek hristiyan musevi müslüman farketmiyor

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. TEVBE 9/30. Yahudiler, "Üzeyr Allah’ın oğludur" dediler; Hıristiyanlar, "Mesih Allah’ın oğludur" dediler. Bu, daha önce inkar edenlerin sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözdür. Allah onları yok etsin, nasıl da uyduruyorlar!

      MAİDE 5/51. Ey İnananlar! Yahudileri ve hıristiyanları dost olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.

      ALİ İMRAN 19. Allah nezdinde hak din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur.

      ALİ İMRAN 3/85. Kim İslam’dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir.

      Sil
    2. Semra bu yanıt yeterli oldu sanırım desteksiz sallamaya gerek yok.

      Sil
    3. Bence yeterli olmadi cünku islam allahim butun dinlerinin genel adidir ve sen bu ayetlerle bunlari yalanlayamazsin. Son iki ayet olmasaydi şayet hakli olabilirdin .

      Sil
    4. "Herkez" değil "herkes" yazılması gerekiyor. Müslüman, Musevi, Hristiyan ve Allah sözcükleri özel isim kategorisine girdiğinden büyük harfle başlamalıdır. Cenneti küçük harfle başlamanda bir sakınca yok

      Sil
    5. Adanus Erectus4 Mart 2014 21:52

      Ah birde müminler kendi kitaplarını bizim kadar okumuş olsalar...

      Sil
    6. Böyle saçma bir cümle olabilir mi ? Baba yahut ana; bir disiplin, bir doğruluk, bir yaşayış sağlamak amacıyla evlatlarının en güzel, en doğru şekilde olmasını ister. Bence bu doğrudur(sınırı aşmamak, saptırılmamak şartıyla). Biz ki baba olsun anne olsun evlatlara herhangi bir şeyin yapılacağı hususunda sınıflandırma veya kategoriselleştirme olsun istiyoruz, biz ki evlatlarımız etik olarak doğru ve iyi olsun isteriz ve bunun için bu kurallar doğrultusunda yetiştirir ve yetiştiriliriz, biz ki gördüklerimiz kadarıyla yetinmemize karşın bu kurallar çerçevesinde doğru olanın etik olanın bu olduğunu düşünüyoruz. Bırakın ki Yaratıcı(Allah cc) Kur'an'da buyurduğu gibi; öncelikle Yaratıcının varlığına inanmak ve inanmanla birlikte yaşayışlada bunu göstermek, yani namaz, oruç, hac ve zekat gibi farz olanları öncelikle yerine getirmemiz ve getirilmemesi halinde, uygulayanlar ve uygulamayanların aynı kefeye konulmayacağı ve konulamayacağını söyleyen yaratıcı böyle olmasını bizlere buyururken, sen kalkmış İslamı uygulayan ve dışındakilerin aynı kefeye konulacağını söylüyorsun. Kendi üzerimden söylemem gerekirse, allahın buyruklarını yerine getirmeye çalışan biri olarak onlarla aynı yerde olmam, onlarla aynı kefeye konulmam kadar saçma hiçbir şey olamaz. Yaratıcının olduğuna inanmamak kadar saçma bir durum meydana gelir. Bu konudan hariç şunu söylemem gerekirse yaratılışımız yahut onların düşüncesine göre evrendeki mahlukatlar, kendimize göre bazı şeyleri söyleyebiliriz, söylersiniz yahut söylerim, fakat doğru yada iyi olduğu sadece bizce, bizim mantığızca düşünülebilir. Fakat yaratıldığımız bu bedenin bir sınırı vardır ve bence öylede olması gerekiyor ki bu bedenimizdeki özellikler sadece bir yere kadar gidebilir. Örneğin herhangi bir objenin arkasında olanları göremememiz, yahut bildiğimiz kadarıyla evrenin sozluğuna 'bu nasıl olur ya' diyebileceğimiz sınırlı mantığa ve beyne sahip olmamız bizim ''Tanrı Nasıl Varoldu? İnandığımız Tanrı Nasıl Olduda Bu kainatı Yaratabildi?'' sorusunun cevapsızlığına erdirecektir. Beynimizin sınırının olduğunu bildğimiz halde neden bu soruların cevaplanmasını bekleyebilir. Bu hususta inanmaktan başka yapılacak hiçbir şey olmayacaktır. Neden böyle yarattı? sorusunu sorabiliriz, bu soruya söylediklerime inanan olarak Tanrı'nın büyüklüğüne inananlar olarak öyle istediği için cevabı verilebilir. Mantığımızca doğru mu yanlış mı? sadece senince senin verebileceğin bir cevaptır. İster inanırsın ister inanmazsın. Her şey apaçık ortadadır. Değiştirilen kitabın nesine inanayım, hükmü kalkmış kitabın nesine inanayım. Hep beraber kalkalım İncil gibi kitap yazalım herkeste inansın mantığı onlara göre doğrudur. Değiştirilmesine rağmen kendi kitaplarına inandıklarında olduğu gibi..

      Sil
    7. Tanrı kitaplar gönderiyor ve hükümleri kalkıyor. Kitap muhafaza dahi edilemeyince yenisini yolluyor. Ta ki Muhammed'e kadar. Ondan sonra "hamdolsun(!)" her konuya açıklık geliyor. Tüm insanlığın tüm zamanlarına gönderilmiş bu kitap, her konuda öyle ayrıntılı ders veriyor ki(!), kısacık sınırlı metninde peygamberin evinde misafir olarak çok kalmayınız, rahatsız olabilir diyor. Biz Muhammed'i oğulluğunun karısıyla evlendirdik ki siz de sonradan evlatlıklarınızın eşleriyle evlenmek isterseniz emsal olsun diyor. Ne Tanrı ama! Tüm zamanların insanlığına gönderilen kitap şu an insanların %95'inin anlayamayacağı dilde. İçeriği de ortada, hani tüm zamanlara gönderilmiş ya (!) ama nedense hep o zamanın ahlaki değerleriyle açıklanacak durumlar mevcut. Çok eşlilikten tut da kadının ikinci planda olup erkeğin yarısı kadar bile şahitlik hakkı olmayışına, miras bölüşmelerine, savaş ganimeti paylaşımında erkeğin istediği kadını cariye yapabilmesine kadar her yer 14 asır evvelki ahlak değerleriyle dolu. Tüm zamanlara, tüm insanlara gönderilmiş! Yersen.

      Sil
    8. Yazdıklarıma yanıt verenler olacaktır.(''Böyle saçma bir cümle olabilir mi ?'' ile başlayan yazı şahsıma aittir, hiçbir şekilde alıntı yapılmamıştır.) Rica ediyorum tarafını değiştirmeden, iki yüzlülük yapmadan cevaplar yazsınlar. Şahsen tarafım bellidir. Tarafsız, konuyu çarpıtarak konuşmak cahilliğin ve bununla birlikte ciddiyetsizliğin göstergesidir. Ağız ve kulak mesafesini uzatmadan, ağızdan çıkan sözle söylemek istediğinin arası açık olmasın, rica ediyorum.

      Sil
  3. ne müthiş bir yazı.uzun zamandır bu kadar doyum sağlayan ve okuduğumda bana mutluluk veren bir yazı okumamıştım.

    YanıtlaSil
  4. çok güzel bir yazı olmuş, umarım devamı da gelir ve ihtiyacı olanlar bir şekilde yararlanır.

    YanıtlaSil
  5. Güzel yazı gerçekten.Teşekkürler alfa ;)

    YanıtlaSil
  6. Devamino bekliyoruz bu yazilarin gercekten cok guzel bi yazi olmus ama bence inanan birinin kafasinda acaba lar olusturabilrcek duzeyde degil.

    YanıtlaSil
  7. İçinden çok fazla çıkarımlar alınacak enfes bir yazı.Bazı bölümleri sohbetlerde kullanmak için çalacağım.:) Teşekkürler ve devamının gelmesi umuduyla selam olsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bilimi sohbetlerde insanları zor duruma düşürmek için kullanırsanız gelişemezsiniz zaten. Bu ülkede bilim ateist tarafından yaratılışçıyı göt etmek, müslüman tarafındansa ateisti göt etmek için kullanılır.

      Sil
    2. O, bilim konuşulan yerde zor duruma düşecek adamın sorunu.

      Sil
  8. Alfa yazıları sadece beğenmemiz sana yeterli destekte bulunuyor mu?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne kadar çok kişiye ulaştırırsanız o kadar iyi olacaktır ama yapmazsanız da sorun olmaz :)

      Sil
  9. Bunu yazan her kimse bunu kanıtlaması için, Big Bang teorisi ortaya atılmadan önce herhangi bir Türkçe Meal'i ortaya çıkarması gerekir. Eğer o Meal ile bugünkü Meal farklı ise o konuda haklıdır, öyle kafadan sallamakla olmuyor. Ayrıca Kur'an'da evrenin genişlemesi ile ilgili olan ayetlerde, ''Onlar bilmiyorlar mı ki.'' yazar. Yani bunun Müslüman olmayanlar tarafından bulunacağını bile haber verir. Aslında en güzel cevap Yasin Suresi 10. Ayeti'ndedir. ''Onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.''

    YanıtlaSil
  10. Ciddi birşeyler var diye yarısına kadar okuyabildim.Allah değilde yazar resmen kusmuş ortalara mitleri kurana uydurmuş,Kur'an ı mitlere :) Velhasıl ortaya karınca kararınca sentetik bir elma yapmış.
    (75 Kıyamet Suresi, 4) Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz.

    YanıtlaSil
  11. gerçekten faydalı bir yazı olmuş. yazıdaki çoğu şeyi müslümanken zaten farketmiştim, o inanç psikolojisini iyi çözmüşsün. dinler insan ürünüdür evet. bu beni yine de monoteizme itti. ateizm, argümanlarının en az % 90'ını dinlerden sağlar.
    bir de ilk tanrı inancının nasıl doğduğuyla ilgili bir yazı paylaşabilir misiniz ? eğer tanrı yoksa tanrı inancının da basitten komplekse evrimleşerek gitmesi gerektiğine inanıyorum.

    YanıtlaSil
  12. "Eğer çevreden konuşmayı öğrenmezse konuşmayacaktır." demişsin ancak Eski Mısır'da yapılan dillerin kökeni deneyinde dilsiz bir çobana verilen bebeğin ilk söylediği "ekmek" kelimesi olmuştur.

    M.Y

    YanıtlaSil
  13. İncil ve Tevrat hakkında da; büyü, astral seyahat gibi konular hakkında da yazmanı bekliyorum. Bunlara değinmeyi düşünür müsün acaba?

    M.Y

    YanıtlaSil
  14. Düşündüklerimi okudum :)

    YanıtlaSil
  15. http://www.youtube.com/watch?v=Ik_x1D2JYpI bunu izleyin arkadaşlar ateistliğinize güveniyorsanız

    YanıtlaSil
  16. İnkar etmeyi sanat haline getirmişsin :) "Tanrı'yı kim yarattı?" sorusunu soran birini daha da muhattap almam.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sen "Evreni kim yarattı?" diye sorarken sorun yok ama değil mi? Sonra o sorudan yola çıkarak Tanrı'nın varlığına ulaşıyorsunuz. Etrafına bak. Hiç, herhangi bir şeyin yaratılmasına şahit oldun mu? Hayır.İnsanoğlu binlerce yıldır neyin nasıl olduğunu sebep - sonuç ilkesi içinde anlamaya çalıştı. Beceremediği yerde ne oldu? Soru cevapsız kalacağına Tanrı dediler açıklayamadığı sebeplere. Şimdi sen 1000 yıl öncekiler gibi yağmurun direkt Tanrı tarafından yağdırıldığını düşünmüyorsun öyle değil mi? İlkokulda boşuna mı çaydanlıkla tencere kapağıyla ilk deneyini yaptın? Yağmur belirli şartlar altında belirli sebepler sonucunda yağıyor. Önceki insanlar "Yağmuru kim yağdırıyor?" diye sordular. Sen ise o sebepleri şartları kim oluşturdu diyorsun. Cevabını versek dahi bu sebep - sonuç zincirinin bir önceki halkasını soracaksın. Bilimin açıklayamadığı yerde de "Hah! Tanrı yaptı tabi ki." olacak. Sorun şu ki, kim yaptı diye değil, nasıl oluyor diye sormalısın. Belki merakın seni araştırmaya yöneltir ve insanlığın bu zamana kadar anlayamadığı bir olayı çözersin. Tanrı düşüncesi bilime her zaman engel olmuştur. Bilimin temel besin kaynağı olan merak duygusunu köreltmiştir. İnançlı hiç kimse daha önce açıklayamayıp Tanrı'ya atfettiği olayı araştırmamıştır.

      Yüzlerce olayın sebep - sonuç ilkesi çerçevesinde oluştuğuna şahit oluyorsun. Açıklayamadığın yerde daha önce hiç şahit olmadığın, hakkında hiçbir somut delil bulunmayan bir şeye sarılıyorsun. Sebebi kim diye sorarsan, ve her şeyin sebebinin olması gerektiğini düşünüyorsan Tanrı'nın sebebi kim diye de sorman gerekir. Yoksa hani herşeyin sebebi olmalıydı demezler mi adama?

      Sil
    2. la olum ben bu adam sayesinde ateist oldum biz salak mıyız sormadık mı sanıyorsun bu soruları? Siz inanmayı seçtiniz.Zor olan inanmamaktı zaten.Bilemedin mi şak yapıştır Tanrıyı. Ben bu alfanın yazılarını çıkarttımda kanıt olarak kullanıyom sen hala ne diyon. OKU! YARATAN RABBİNİN ADIYLA :D

      Sil
  17. peki bu altın oran mevzusu var onun için bir açıklama getirebilir misiniz düşüncelerinizi merak ettiğimden soruyorum bilgilenmek için.

    YanıtlaSil
  18. Yemin ederim cehennemliksin niye feysteki sayfanı kapatıyon çok seviyodum o sayfayı ayrıca yararlı şeyler paylaşıyordun.

    YanıtlaSil
  19. Denizin yarılmasıyla ilgili bir yazı yayınlamıştın feyste onu paylaşsana.Hatta Denizin yarılması kurandan önce bir kitapta yazıyordu.

    YanıtlaSil
  20. Sitenizdeki TÜM iddialara cevap:

    http://islamicevaplar.com

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sitenizdeki tüm iddialara soru: Evreni Zeus'un yaratmadığını nasıl kanıtlayacaksın?

      Sil
  21. Hocam sizi uzun zamandır takip ediyorum ve düşünce hayatıma çok şey kattınız.
    Kafamı kurcalayan bir kaç soru var,
    ilk evlendiğim zamanlarda eşim 3 defa düşük yaptı ve gitmediğimiz doktor kalmadı ama çözüm bulamadık yani tıp çaresiz kaldı ve çevremdeki insanlar ne kadar karşı çıksamda hocada muska yaptılar ve sonra bir kızım oldu,şu anda çok sağlıklı ve 3 yaşında buna anlam veremiyorum psikolojik olacağını da sanmıyorum
    ikinci sorum kusursuz tasarıma inanmadığım halde dünyanın neresine bakarsanız kadın erkek nüfusu birbirine yakın bu beni çok şaşırtıyor
    ve son sorum
    dünya tarihine adı geçen insanların büyük çoğunluğunun soyu devam etmemiştir,şunu da biliyorum belki soyun önemi yok ama bir sebep olması gerekiyor,
    şimdiden teşekkür ederim

    YanıtlaSil